Top
Defne Eraslan

Defne Eraslan

defne.eraslan@gmail.com

23/11/2015

Hayatın normal hali: Kayıp, yas, mücadele

Hayatımda ilk kez, babamın hastalığında gerçek üzüntü ile tanıştım. Psikiyatriye yeni başlamıştım, en mutlu ve umutlu olmam gereken dönemde bunlar olduğu için kendime acıyordum*.

Bir buçuk yıl sonra yaslı günlerin ortasında, çok sevdiğim  bir hocama "Bu kliniğe başladığımdan beri çok zor günler geçirdim. Psikiyatri bölümü benim normal halimi hiç görmedi." dedim.

Yüzüme acı bir gülümsemeyle baktı. Toyluğuma şaşırmış gibiydi. Sonra konuştu: "Defneciğim, sen hala anlamamışsın. Her şeyin mutlu ve kusursuz olduğu dönemler istisnadır. Hayatın "normal" hali zaten senin yaşadığın gibi  bir şeydir!"

O günün üzerinden çok zaman geçti, ben mesleğimden dolayı, hayatları  kazalar, hastalıklar, ölümler ile alt üst olmuş, binlerce insan tanıdım. Elimden geldiğince, onlarla beraber,  hayatlarına devam etmelerini, umutlarını kaybetmemelerini sağlamaya çalıştım. Daha önce yazdığım gibi**, en büyük hayal kırıklıklarının bile atlatılabildiğine, sonrasında mutluluğun tekrar yakalanabildiğine kendimde ve hastalarımda defalarca şahit oldum. Bu yüzden hayatta ne zorlukla karşılaşırsak karşılaşalım, bunun bir şekilde atlatılabildiği konusunda iyimser olmak gerektiğine inanıyorum.

Belki biliyorsunuz, "pozitif psikoloji" bu sıralar pek popüler. Yaşanan olayları daha iyimser bir bakış açısı ile yorumlamayı çok önemseyen bu akım, bence biraz yanlış anlaşılıyor. Sanki, yaşam her zaman mutlu olmalıymış,  acı ve üzüntü yaşayan insanlar istisnaymış gibi.

Oysa, geçen hafta Paris katliamında yemek yerken, dans ederken ölen insanların başına geldiği, bizim ülkemiz ve bölgemizde ise çok daha sık yaşandığı gibi,  hayat "normal" halinde, her an bizi perişan edebilecek tehlikeler ve acılar ile dolu. Bunu dünyanın tehlikeli bölgelerinde yaşayan insanlar çok iyi biliyorlar. Dünya savaşlarını görmüş, tıbbın bu kadar ilerlemediği dönemde yaşamış dedelerimiz için de kayıplar, ölümler ve zor koşullarda hayatta kalma mücadelesi normal bir şeydi.  Örneğin, 1800'lü yıllarda İngiltere'nin en zengin ailelerinden birinde yaşamış, hiç savaş görmemiş olan ünlü Charles Darwin'in bile 10 evladından 3'ü, çocukken ölmüştü. Hepimizin ailesinde, çocuk yaşta ufak  enfeksiyonlarla, kazalarla kaybedilmiş, savaşa gidip dönmemiş birinin hazin hatırası anlatılır. Biz de eski zamanlarda geçtiği için bu öykülerin daha az trajik olduğunu düşünürüz. Oysa eminim ki, dedelerimiz de kayıplarda en az bizim kadar acı çekiyorlardı. Sadece, bizim şimdi sandığımız gibi sürekli  dertsiz, tasasız olunması gerektiğini düşünmüyorlardı.

"Hayatta mutlu olmayı istemek normal değil mi? " diyeceksiniz. Tabii ki mutluluğu isteyeceğiz. Ama benim yeni asistanken yaptığım gibi, mutluluğun sadece her şeyin tastamam olduğu , hayatımızdaki her önemli kişinin sağlıklı olduğu, her isteğimizin gerçekleştiği  çok özel zamanlarda gerçekleştiği inancındaysanız, hayatın normal halinde böyle mükemmel günleri yakalamak imkansız. Belki Facebook'ta herkesin en neşeli zamanlarına şahit olduğumuz için, belki başkalarının acılarına çok dikkat etmediğimiz için, başımıza gelen her kötü şeyde böyle olayları yaşayan sadece biziz zannediyoruz. "Niye ben!" diye isyan ederek işimizi daha çok zorlaştırıyoruz.

Hastalıklar, kayıplar, zorluklar yaşamanız, şanssız bir zavallı olduğunuzu göstermez. Sadece ve sadece, insan olduğunuzu gösterir. İnsanın da en önemli özelliği, koşullar ne olursa olsun, mücadeleye devam edip, bir yandan da küçük mutlulukları görmeye, ve anlamlı bulduğu şey için çalışmaya çabalamasıdır. Dedelerimiz zor hayatlarını, bu gerçeği kabullenerek sürdürmeyi biliyorlardı. Dünyanın hiç bir yerinde acılardan kaçılamayacağı bir kez daha açığa çıktığına göre, bizlerin de bir an önce "mükemmel an" 'ı aramaktan vazgeçip elimizdeki "an"'ı güzelleştirmeye ve anlamlandırmaya başlamamızın bence zamanıdır.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp