Top
Berrin Karakaş

Berrin Karakaş

karakasberrin@gmail.com

20/09/2012

Araf...

Temeline ilk harcı 1937’de İsmet İnönü’nün attığı Karabük Demir Çelik Fabrikası’yla Cumhuriyet’in sanayileşme programının başlatıldığı Karabük’te, fabrika çoktan özelleşmiş, büyüme makas değiştirip sanal ağlar dünyanın dört yanını sarmışken, zamanında ‘komünizm tehlikesi’nin de etkisiyle pek de memleketi saramamış demir yollarının kıyısında, devasa yuvarlak kazanda büyük bir gümbürtü kopuyor. Açılan çatlaktan demirin cevher hali, yerkürenin oluşumu misali kor olmuş akarken demir yoluna, bir ses yayılıyor jeneriğe olayı seyirde iki kankadan’: “Hassiktirrr”. ‘Araf’ böyle başlıyor.

İlk buharlı lokomotif yola çıktığında adımını atmıştı belki de insan arafa. Sanayi Devrimi’yle girdiği fabrikadan, bir fabrikasyon insanlık olarak çıkmıştı kapitalist moderniteye de, hayat devam ediyordu.

* * *

Yeşim Ustaoğlu orta sınıfın aidiyet dertlerini açtığı ‘Pandora’nın Kutusu’ filmi sonrası durduğu ‘Araf’ta, biraz daha aşağılara indiriyor kamerasını. Yarın gösterime girecek yeni filminde, bu defa alt sınıftan anlatıyor: İki büyük şehir İstanbul ve Ankara’yı birbirine bağlayan yolun kenarında, Karabük’te bir konaklama tesisinde çalışan Zehra’dan, Zehra’ya âşık mesai arkadaşı Olgun’dan, Olgun’un en yakın arkadaşından, Zehra’nın en yakın arkadaşından, belki tek bir yakın arkadaşı dahi olmayan yolların yalnız adamları kamyon şoförlerinden... Pek çok genç gibi Olgun’un da bir nevi rol modeli Acun’dan, Yalçın Abi’den, Müge Anlı’dan, bilmem hangi sanlıdan televizyon ekranından izlediklerimize çeviriyor bakışımızı. Hızla geçip gittiğiniz o yerde, bir durun diyor belki de.

* * *

Ustaoğlu özel bir çaba göstermiş midir bu fiziki benzerlik için bilmem ama Zehra orta yaşlarını geçse, aynı Olgun’un annesi olacak sanki. Zaman ve hayat üzerinden geçtikçe Olgun babasına benzeyecek. Hani bu ikisi evlense, zincir devam edecek öyle. Klozeti tutturamamış sarhoş kocadan kalanı temizleyip yatacak Zehra ruhunun yerinde tuz ruhu. Geçmişi peşinden geldikçe sarhoş gelecek eve Olgun. Bir başkasına âşık olmuş, âşık olmakla kalmamış bir de hamile kalmış Zehra’ya sahip çıksa da sonunda, unutturmayacaklar olanı biteni. Olgun unutsa Zehra unutmayacak gencecikken açılmış aşk gediğini, tuvalette bıraktığı bebeği. Nasıl unutmamışsa en yakın arkadaşı mecburen başkalarına verdiği bebeğini, Zehra da unutmayacak. Sonunda Olgun’un annesi gibi bir gece kaçıp gidecek belki Zehra da. Bu zinciri kıracak ne oluyor ki hayatımızda?

* * *

Aşklarını evliliğe gömüp evine kurulmuş aileler, kızına yetmeyen anneler, oğluna yetmeyen babalar, bilgisayar ekranlarından, televizyon ekranlarından büyütülüp büyütülüp salınan hayallere yetişme peşinde bir gençlik, tam dostluğun tadını çıkarırken, istemeye istemeye gidilen askerlik… Acun’un zenginlik hayalleri önümüzde, fenomen Yalçın Abi’ler arkamızda, nereye gidiyoruz bu Araf’ta?

Karabük molası sona erdi ve İstanbul’a veyahut Ankara’ya vardık diyelim. Ne göreceğiz otogarlarda? Hadi otogarlar çeper diyelim ve geçen haftalarda yaşadığım bir küçük anıyla merkeze inelim.

* * *

Beyoğlu İstiklal Caddesi’nin bir kenarında, Ustaoğlu’nun filminde görülen ‘Apaçi’lerden biri şayet yan masada görünse yandan yandan alaylı bakışlar yiyeceği ‘entel’i bol bir kahvede otururken bir arkadaşımla, iki genç kız yanaştı yanımıza. Yaşam koçları ödev vermiş. ‘Çıkın dışarı insanlarla konuşun’ demiş. Ödev gereği daha 12 insanla daha konuşmaları gerekirmiş. Ah ne acıklı, ne acıklı bu halimiz.

Bu yaşam koçları ne yapar? Hangi yaşamdan anlarlar, nasıl bir yaşamı anlatırlar? Nasıl bir aya kalmaz iyileştiriverirler sıkışmış kalmışları da bulduruverirler cevheri? Ah ne karlı, ne kârlı bir endüstri bu ‘merkezde’ de insanların arafı.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp