Top
Berrin Karakaş

Berrin Karakaş

karakasberrin@gmail.com

18/10/2012

Böyle böyle arınacağız

“Neden ağlıyorsun?” dedi kanyak fabrikasında çalışan işçi. Bir gözü geçmişte bir yerde donmuş sanki, puslu, cam mavisi. Diğeri kahverengi, geleceğe parlıyor. İkisinin arasında dolmuş gözlerim, “Çünkü” dedim, “utanç içindeyim”. Gülümsedi şöyle bi, “Ağlama ağlama” dedi, “her milletin iyisi var, kötüsü var”. Sarıldık sonra. Başımı omzuna koymuş ağlarken, trenler geçiyordu gözlerimin önünden, üst üste ölüme yolcu insanlar vagonlarında. Ağaç köklerinde iskeletler, canın kemiğe yapıştığı bir sürgün yürüyordu. Belki yaralara basılmaya saklanmış iki parça tuz duruyordu Soykırım Müzesi’ndeki camın içinde. Kafamı kaldırdığımda, Gomidas Vartabet’in “delirişi” büyüyordu ufukta. Kütahya’da başlayıp Paris’te bir akıl hastanesinde son bulmuş hayatı. Ömrünü müziğe ve Tanrı’ya adamış bir sanatçı için daha kötü ne olabilirdi gözlerinin önünde yok edilmesinden öte yapıtının, aynı Tanrı’nın yarattıkları eliyle hem de. Senelerce köy köy gezerek toplanmış ezgiler değil sade, Kürt’ü, Ermenisi, Türk’ü, Arap’ı yanıyordu kim bilir 1915’te… Anadolu yanıyordu Gomidas’ın notalarında.

Ağrı- Ararat’ın eteklerine yola koyulduğumuzda Setrakyan’ların salonu vardı minibüsün camıyla gök arasında, masada bir şenlikli sofra. Bir başında Doruğu Setrakyan, karşısında sofranın tamadası, kocası Rupen Setrakyan. Doruğu’nun piyanosunun üzerinde sırtını ağaca yaslamış küçük tahta Gomidas heykelinin altında uzanmış siyah beyaz tuşlarda, neşede kederde ortak, müzik vardı. Anılar konaklıyordu ortasında. Tamada’nın hoş geldiniz kadehiyle yudumladığımız keskin yalnızlığın karşılığında, Türk-Ermeni, ağlıyorduk onların yüreklerinin gitmeye dayanamayacağı topraklardan gelen biz. Sessiz, yaşlı gözlerle dinliyorduk; “Kimsem yok benim. Hiçbirini bilmedim. Sizler benim akrabamsınız. Daha sık gelin”.

İkinci kadeh kaldırışında “Sanat Tanrı’ya yaklaştırır” diyordu Rupen Setrakyan, “Tanrı birleştirir”, “Sanat birleştirir”… Sofranın konuklarından Ayşe Tütüncü piyanonun başına oturdu. Türküler söylendi bir ağızdan. Doruğu ilk şarkısını mırıldandı üzerine çocukluktan, Erivan’daki ilk anılardan. Konservatuvara giriş sınavında “Bir şarkı söyle” diyorlar. Ninesinden dinlediği ‘Üsküdar’a gider iken’ geliyor aklına ilk. Müziğe böyle başlıyor. Gitmeye yakın bir daha ayağa kalkıyor tamada: “Bizde ekmek kutsaldır. Ekmeği paylaşanlar arasında küslük olmaz” diyor. Duygu’nun yaşlı gözlerini silerken söylediğiyle çıkıyorum salondan: “Böyle böyle arınacağız inşallah...”

1600 yıl önce Ağrı- Ararat’ın eteklerine yerleşmiş Khor Virap Manastırı’na vardığımızda Setrakyan’ların yüreklerinin neden dayanamayacağını düşünüyorum doğdukları topraklara varmaya. Belleğin sırrına vâkıflar anlasa gerek, anılar neden geçip gitmez, nasıl gezinirler şimdide, nasıl yayılırlar bütün bir hayata. Rupen’in yok edilmiş kökleri şu dikenli telin hemen ardında oysa, Kars’ta. Doruğu’nun Van’ı da değil uzakta. Geri dönmeye az kala, manastırın duvarında kuşları seyrediyorum sınırın üzerinden uçuşan bir oraya bir buraya.

İşte böyle bitiyordu Erivan yolculuğum. Çıplak Ayaklar Kumpanyası’nın dans ve doğaçlama gösterisi ‘Gomidas’la Yolculuk’la bir tiyatro sahnesinde başlamıştı. 1914’te İstanbul’da çekilmiş Gomidas ve emek emek kurduğu Kusan Korosu fotoğrafı kutuların üzerinde parça parça sahnedeydi. Dansçılar Mihran Tomasyan, Duygu Güngör, Maral Ceranoğlu İlhan Berk’in şiirinden ilhamlı çıplak ayaklarının ucunda, Ayşe Tütüncü’nün piyanosu, Sıla Gerbağ’ın bas flütü, Melikcan Zaman’ın kemanı eşliğinde bir araya getirdiler fotoğrafı yeniden. Araya giren yüzlerce siyah - beyaz fotoğrafla, yitip gitmiş anla, anıyla, ayaklarımızın altına saçılmış beyaz kâğıtlarla baş başa bıraktılar bizi. Bir saat sonra solo performansı ‘Sen Balık Değilsin ki’yle bavulunu açtı Tomasyan. Oktay Rifat’ın aynı isimli şiiriyle bavul açıldıktan itibaren attığımız kahkahaları dinlete dinlete teypten Hrant Dink’in yerde yatan bedenine götürdü. Ses bantlarıyla birbirine bağladı izleyenleri. Alkışlar ve bravo sesleriyle oyunlar sona erdikten sonra açılan sahnedeyse, hayat önden buyuruyordu. Tomasyan babasının bir arkadaşının kanyak fabrikasına götürdü bizi. Akrabaları Setrakyan’lara kahvaltıya davet etti.  Burada işte, bir büyük oyun için, başa dönebilirsiniz.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp