Top
Berrin Karakaş

Berrin Karakaş

karakasberrin@gmail.com

07/06/2012

Deli, cami, tırpan

Teşvikiye Camii bahçesi yazları tek kale maç çocuklarından, dudağında sigara tek tabanca romantik serserilere en şenlikli mevsimini toplar bahçesinde. Bir zamanlar ölülerin yıkandığı gasilhaneden bozma kahvelerde gevezelik edenlerin, geleni geçeni baştan aşağı süzenlerin yanından süzülmektense, caminin bahçesinden geçtiğim ev yolunda rastladığım deliden söz etmek isterim.
Bir sigara yakmaya oturduğumda caminin avlusundaki banka, baktım bir kıpırtı başladı kafalarda. Dalgınlıklar dağıldı. Neşeli olduğu kadar öfkeli, gürül gürül bir ses yayılıyordu bahçeye. Meraklılar sahibini ararken, heybetli gövdesiyle gülle gibi camiye giriverdi deli. Hemen arkasından eli coplu güvenlik görevlisi kapıda beliriverdi. Kalktım hemen banktan. Copluyla birlikte caminin girişinde dikildim.
Deli ellerini açmış, mihrabın önünde diz çökmüş duaya durmuştu. Caminin önünde birikmiş yaşlılar “Namaz kılıyor” deyince sakinleşti kalabalık, dağıldı. Güvenlik görevlisi de az biraz rahatlayıp copu kılıfına soktuğunda deli alnını secdeye dayadı. Sonra boylu boyunca uzandı mihrabın önüne. Ağlıyor muydu, gülüyor muydu? Boğuluyordu sesi…
İçeri girdim. Yanına yakın yerleştim. Yüzünü yere gömmüş “Atom” diyordu, “Buğday atomun çekirdeğidir. Hayat buğdaydan gelir…”
Akşam namazının sonuna gelmişler selamlarken sağlarını sollarını, tespihlerini çekerlerken “Tırpan” dedi deli “Fakir Baykurt’tan öğrendim. Tırpan önemli bir alettir”. Delinin arkasında çekildiğim köşede seneler evvel okuduğum Fakir Baykurt’un ‘Tırpan’ı, dağıtıyordu bütün, sınırları. ‘Tırpan’ın Uluguş Ninesi, ağalarla, canı çekilmeye yüz tutmuş adamlarla evlendirilecek gencecik kızları, kız oluşları çevresine toplamış, boynunuzu ölüme değil ‘savaşa’ sürün diyordu. Kendinizi asmak yerine savaşın…
Kutsalla böyle buluşmuş bu deliliği, deliliği böyle kucaklamış kutsalı içime çekerken derin derin, tırpanın gücünden olsa gerek ayağa fırladı deli. Güvenlik görevlisi tetikte, copunu çekse mi çekmese mi bilemezken delinin peşine takılmış benim yanıma geldi. “Tanıyor musunuz?” dedi. “Sen de tanıyorsun” diyemedim. Buğday atomun çekirdeğidir…
Camiden çıktığımızda uğultuların sağır ettikleri, psikanilist divanının kudretten düşürdükleri, uğultudan kopmuş da olmuş bu deli sesten çoktan şikâyetçi olmuşlardı ki, bu defa caminin ön kapısından Kafka’nın ikizleri misali iki polis girdi. Arka kapıdan giren güvenlik görevlisi yoluna gitti.
“Neden geldiniz?” dedim polislere.
“Bir bakalım neymiş” dediler.
“Deli” deyince ben, tekrar ettiler:
“Deli meli, bakalım biz.”
Ve başladılar bakmaya, sınırlar dayatmaya sordular: ”Kimsin, nerede oturursun, ne iş yaparsın?”
Sigara istedi deli. Uzattım paketi.
“Gültepeliyim. Gecekonduda oturuyorum” dedi.
Sonra öfkelendi: “Şimdi varoş olmuş adı.Varoş değil gecekondu. Gecekondu! Aynı eskisi gibi. Gecekondular güzeldir, ikinci kat gerekmez...”
Kat çıkmakta ustaların polisleri “Bağırma. Bağırmadan anlat” dediler. Ardına da eklediler:
“Neden geldin buraya?”
“Eski çalıştığım sokakları gezmeye geldim. Evrak dağıttığım binaları. Şurda oturanlar bilir. Kaç kere gelmiştim” dedi deli.
Polislerden “Şimdi neden dağıtmıyorsun?” sorusu geldi.
“Aldılar işten. İşçi hakkı yok! Anayasa anayasa değil!” çığlığına delinin, telsiz sesleri arasından “Nasıl yok ya” alayı geldi polislerin.
“12 Eylül’de kaldırdılar. İşçi hakkı kalmadı bugün. Biz hiç sigortalı çalışmadık” deyince deli, “Sigaranı iç de gidelim” dedi polislerden biri. “Gidelim de karakoldan şu patronunu arayalım” dedi öteki. Bunu söylerken göz kırpıyordu bana, akıllıların bütün zavallığıyla kandırmıştı göyya deliyi.
Polisler delinin koluna girmiş Teşvikiye Karakolu’na giderlerken kanıyordu tırpan kırpılmış gözün ardından. Akıl hastanelerinde, hapishanelerde, okullarda, karakollarda, kat kat apartmanlarda, bedenlerimizde kanıyordu tırpan…

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp