Top
Ahmet İnsel

Ahmet İnsel

ahmet.insel@radikal.com.tr

14/11/2014

İktidar şakşakçılarının yeni hezeyanı

İktidar partisi sözcüsü ve yakın zamana kadar Kürt sorununun çözümünde hükümet içinde önde gelen isimlerden biri olan Beşir Atalay, dün yaptığı basın açıklamasında çözüm süreci hakkında dikkat çekici ifadeler kullandı. “Bundan sonra süreç sağlam bir zeminde yürümeye devam edecek”, diyen Atalay, “yeniden herkesin konumunu gözden geçirdiği, gelinen noktayı iyi değerlendirdiği günler yaşandı. Dolayısıyla bundan sonra daha şeffaf bir zeminde yürüyecek,” dedi. Güven tazelemesi olduğunu, taraflar arasında bir niyet tazeleme yaşandığını ilave etti.

HDP heyetinin Çözüm Süreci Kurulu’ndan bazı kişilerle 12 Kasım’daki görüşmelerini izleyen kısa açıklamayı tamamlıyor Atalay’ın dün söyledikleri. HDP heyeti de, “sürecin kaldığı yerden devam etmesi konusunda karşılıklı bir irade ortaya çıktığı izlenimi” edindiklerinin altını çizmişti. Yaptıkları çağrı ve irade beyanının barışa ve demokrasiye dönük en büyük teminatları olduğunu söylemiş, “buna uygun bir dil ve tutum içinde değerlendirilmesi en büyük dileğimizdir” talebinde bulunmuşlardı.

AKP ve HDP adına yapılan bu açıklamalar, adı bir türlü açıkça konmayan, konamayan, kod adı süreç olan şeyin devam edeceği konusunda güvence veriyor. Bizim kod adıyla konuşma zorunluluğumuz yoksa. Adı ile söyleyelim. Kürt sorununun çözümünün, yani şiddete dayalı çatışmanın kalıcı olarak bitmesinin, barışın sağlanmasının ve eşit yurttaşlık ilkesine dayalı çözümlerin uygulanmaya başlamasının Türkiye toplumunun çözmesi gereken en önemli mesele olduğuna kuşku yok. AKP ve HDP temsilcilerinin karşılıklı son açıklamaları bu meselenin çözülmesi yönünde yeni bir umut aşılıyor. Bu sevindirici bir gelişme.

Düşündürücü olan ise, bugün iktidar partisinin ve onun göz kaş işaretiyle algı kampanyaları yürütenlerin başlattıkları yeni kampanyanın içeriği. Bu konuda iktidar medyasında son bir haftada yayımlanan son derece pespaye, şirretlik numunesi değerlendirmeleri ele almaya gerek yok. Star gazetesinde 8 Kasım’da yayımlanan Gülçin Avşar’ın yazısı, şirretliğe başvurmadan bu kampanyanın ana temasını gayet iyi ortaya koyuyor. Özeti şu cümlede: “90’ların devlet terörü ile özdeşleştiği OHAL günlerinde, (...) en ufak bir gösteriye polis ve askerin anında müdahale ederek her yeri kana buladığı o günlerde ‘Barış’ için yoğun emekler harcamış Türkiye sivil toplumu şu an ne yapıyor? (...) Barış inşası sürecinde neden aktörleşemiyor?” Avşar yazısında, “ağırlıklı olarak sol görüşe yakın seküler örgütlenmeler ekseninde gelişmiş Türkiye’deki hak örgütleri”ni kast ettiğini belirtiyor.

Burada bir parantez açalım. Seküler örgütlenmeler tabiri, iktidarın eleştirilmesini istediği hedef kitleyi tanımlayınca ve bu Star gazetesinde yer alınca, kimse darbe çağrısı yapıldı diye kendini paralamıyor. Ama Aysel Tuğluk seküler güçlerin devreye girmesi çağrısında bulununca, yani yukarıda söylenenle aynı şeyi söyleyince, hemen darbe çağrısı yaptığı iddiasıyla linç edildi. Kod adı süreç olan şey neden tıkanıyor dersiniz? Biraz da, iktidarın ve güdümlü kalemlerinin bu süreçle ilgili Kürt hareketine çakan ve AKP’yi hep aklayan tavırlar dışındakileri süreç düşmanı ilan etmesi nedeniyle değil mi? Şu süreç başladığından beri “Milletin Adamı” kaç defa hain lafını kullandı? Kaç defa terör örgütü dedi? IŞİD’le PKK’yı aynı sepete “sol görüşe yakın seküler hak örgütleri” mi koydular? Sürecin tökezlemesinde hükümetin sorumluluğuna işaret edenler için tahkir edici ifadeler AKP’nin bu konudaki yetkili kişilerinden gelmedi mi? Sağ eğilimli seküler olmayan hak örgütlerinin bu konuda neler yaptığı da sorulabilir ayrıca.

Aslında Beşir Atalay’ın basın toplantısı, bu iktidardan daha fazla iktidarcı olan, günümüz iktidarının şakşakçılarına verilen en iyi yanıttı. Atalay, “bundan sonra” diye birçok kez tekrarlayarak, sürecin daha sağlam zeminde ve şeffaf devam edeceğini vaat etti. Bunun anlamı, bugüne kadar olan gelişmelerin sağlam zeminde ve şeffaf olmadığıydı. Güven eksikliğiyle malul olmasıydı. Türkiye’de “seküler hak hareketleri”, sol-sosyalist çevreler de barış sürecinin çökme ihtimaliyle ilgili kaygılarını dile getirirlerken bu noktalara vurgu yapmıyorlar mıydı?

AKP iktidarı aslında 1990’larda olduğu gibi makbul sivil toplum peşinde. Bugün makbul sivil toplum, çözüm süreci tıkanmış olsa da, bunu inkar edenlerden oluşuyor. AKP yönetiminin bulaştığı yolsuzlukları, bunların üzerini kapamak için yaptığı hukuk devleti katliamını, dozu gittikçe artan otoriterliğini, liderinin geçirdiği büyüklük başdönmesinin sonuçlarını eleştirmeyi darbeye yardım ve yataklık olarak karalayanlar makbul sivil toplumun en ön safında yer alıyorlar. Dün her taşın altında darbe arıyorlardı, şimdi hem onu aramaya devam edip, diğer yandan da her eleştiriyi çözüm sürecini baltalamak için hükümeti itibarsızlaşmak girişimi olarak göstermeye çalışıyorlar. Barış umudunu iktidarın kirli yüzünü saklayacakları bir maske olarak kullanmak istiyorlar.

Her şeyi bırakıp, sadece barışa bakmamız çağrısında bulunanların çağrı metninde bu çabanın izlerini görmek hem düşündürücü, hem üzücü. Barışa ilk defa bu kadar yakın olduğumuzu haklı olarak vurguladıktan sonra, şu tespitte bulunuyorlar: “Şimdi ilk defa barışa bu kadar yakınız. Ama yine yolumuza taş koyanlar var. Hükümeti devirme girişimleriyle, sokak isyanlarıyla, itibarsızlaştırma kampanyalarıyla gözümüzü, gönlümüzü, dikkatimizi barıştan uzaklaştırmaya çalışıyorlar.” Bırakmamızı talep ettikleri her şey şunlardan oluşuyor: Hükümet üyeleri ve çevrelerinin katıldıkları yolsuzlukların ortaya dökülmesi, “ben istersem yaparım” diyen bir kibirli ve nobran hükümdarın yapıp ettikleri, İktidarın otoriterlik dozunun sürekli artması veya AK Saray gibi pahalı bir ucube. Evet bunları teşhir etmek, eleştirmek hükümeti itibarsızlaştırabilir. İtibar yitiren hükümetin barış gibi netameli bir konuda eli zayıflayabilir. Bunlar doğru. Ama barış süreci hepimiz için olduğu gibi, hükümet için de bu kadar önemliyse, esas hükümetin itibar yitirmemek için dikkatli ve sorumlu davranması gerekmez mi? Bir şeye etkide bulunmak, onun nedeni olmak demek değildir.

Etki ile nedeni birbirine karıştırıp, bir mantık hilesi yapmaya çalışan bu sahtekarlığı da mı görmemezlikten gelmek gerekiyor. 1990’larda barış için çağrı yapanlar, bedel ödeyenler, hükümetleri diğer konularda da eleştirmekten geri durmazlardı. Bildiğim kadarıyla, “sol görüşe yakın seküler hak örgütleri”nden, sol-sosyalist çevrelerden hükümete veya HDP’ye barış sürecine başlandığı için bir eleştiri hiçbir zaman gelmedi. Adı bir türlü konamayan bir görüşme dizisi başlamıştı. İçeriğini sivil toplum örgütleri bilmiyorlardı.

Anladığımız kadarıyla, ne HDP yönetimi ve milletvekilleri ne de AKP milletvekilleri de bugüne kadar bilmiyorlar. Dolayısıyla bazı çevrelerin yaptığı gibi, içeriğini bilmediği bir konuda, sabah akşam papağan gibi üç kelimeyi tekrar etmesi mi bekleniyor sol görüşe yakın seküler güçlerden? Bunu yapmayınca mı sessizliğe gömülmüş olunuyor?

Ayrıca Kürt sorunu konusunda toplumsal barışın sağlanması için yıllardır çalışan STK’lar işlerini vargüçleriyle yapmaya devam ediyorlar. Çoğu 1990’larda bunu yaparken devlet için olağan şüpheli idi. Bugün de AKP devleti tarafından olağan şüpheli muamelesi görmeye devam ediyorlar. Dış güçlerin maşası damgası da yiyorlar, “yukardan gelen özel talimatla” yılı dolmamış hesaplarını inceleyen müfettişlerle de boğuşuyorlar. Ama okullarda, işyerlerinde Kürt-Türk gerginliğini önleyecek tedbirleri somut olarak araştırmaya, zorunlu göç mağdurlarının sorunlarını ele almaya, yargısız infazlarda kaybolanların izini süren hafıza merkezlerini çalıştırmaya devam ediyorlar. Evet bu çalışmalarında hükümet propagandası yapmıyorlar. Hükümeti de çoğu zaman yapması gerektiği halde yapmadığı veya yanlış yaptığı konularda sansürsüz eleştiriyorlar. Çünkü onlar hükümet güdümlü STK, HSTK değiller. Sivil toplumun da, her ne gerekçeyle olursa olsun ve iktidarda kim olursa olsun iktidar güdümlü değil özerk ve ergen olması mücadelesini de veriyorlar.

1990’larda barış mücadelesi verenler hükümet güdümlü değillerdi. Bugün de birçoğu değil. Barış mücadelesine hepsi samimiyetle inanmaya devam ediyorlar. Ortalıkta dolaşan gürültücü hükümet güdümlü şirretlik midelerini bulandırsa da, barışın bugün çok daha acil, çok daha fazla hayati olduğunu hepsi söylüyor. AKP ve HDP sözcülerinin dün tazelendiğini açıkladıkları irade beyanının ve vaat ettikleri sağlam zeminde çözüm ve şefaflığın somut sonuçlarını bekliyorlar. Oturduğu yerde ileri geri sallanarak “barış da barış” nakaratını sürekli tekrarlamanın marifet görülmesini, makbul addedilmeyi değil.

Türkiye’de barış bugüne kadar hiç olmadığı kadar elle tutulur yakınlıkta, mümkün bir ortak geleceğimiz. Barış gerçekten gerçekleştiğinde hiç kuşkusuz bu iktidarın olumlu hanesine doğal olarak yazılacaktır. Ama bunun anlamı, barışın ve barış vaadinin iktidarın kirli yüzünü görmemezlikten gelmenin gerekçesi olması değildir. Çünkü olursa işte tam o zaman Kürt sorununun barış içinde çözümü hayal olur.

http://www.radikal.com.tr/123044112304410

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yazılmamış.