Top
Ahmet İnsel

Ahmet İnsel

ahmet.insel@radikal.com.tr

13/03/2015

Bir istikrarsızlık etmeni olarak Cumhurbaşkanı

Bugün Türkiye’de hem siyasal hem iktisadi olarak en büyük konjonktürel istikrarsızlık nedeni nedir? Soruyu yanıtlamadan önce, konjonktürel istikrarsızlık kavramını açayım. İstikrarsızlığın yapısal nedenleri uzun vadede süreklilik gösterir. Örneğin Türkiye ekonomisinin ara malı ve yatırım malı ithalatına aşırı bağımlı üretim yapısı bir yapısal istikrarsızlık nedenidir. Ya da tasarruf oranının düşük olması. İkisi de büyüme ile cari açığın aynı yönde seyretmesine neden olur. Büyüdükçe cari açık büyür ve büyümenin istikrarını tehdit eder.

Siyasal olarak da istikrarsızlığın yapısal nedenleri vardır. Örneğin siyasal temsilin aşırı bölünmüş olması, hiçbir partinin tek başına veya güçlü koalisyonlarla ve yeteri kadar uzun süre ülkeyi yönetememesine yol açar. Burada da yapısal bir siyasal sorun vardır. Ya da siyasete siyaset dışı güçlü müdahaleler yapılıyordur ve siyasal alan kendi iç dinamiğine hakim değildir. Ya da bir güç odağı anayasal yetkilerin kullanımı açısından bir karmaşa yaratmıştır. 1990’lar Türkiyesi bu açıdan anlamlı bir örnekti.

Yapısal istikrarsızlığın aşılması kapsamlı reformlarla mümkündür. Buna karşılık konjonktürel istikrarsızlık görünüşte sınırlı gibi gözüken bir veya birkaç etmen nedeniyle, kısa vadede iniş ve çıkışların arasının azalması ve öngörme kapasitesinin zayıflamasıdır. Bugün Türkiye’de bu anlamda en önemli konjonktürel istikrarsızlık nedeni, cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dır. Birçok açıdan bu böyle.

İktisadi alanda Türkiye ekonomisinde büyümenin yavaşlamasının nedenleri elbette sadece konjonktürel değil. Arkasında çok ciddi yapısal nedenler var. Ama döviz kuru gibi, çok oynak iktisadi verilerdeki hareketlenmeyi hızlandıran bir etmen bugün Türkiye’de cumhurbaşkanının bu konuda sürekli konuşması, Merkez Bankası başkanını kim olduğu belli olmayan güçlere bağımlı olmakla itham etmesi, vb. inciler. Belki Türkiye ekonomisi çok sağlam bir temele dayanıyor olsa, bu sözlerin etkisi olmazdı. Cumhurbaşkanının göreli yüksek enflasyonda düşük faiz politikasını arzulamasına, “bu da bir görüştür, kapalı ekonomide uygulanabilir,” der geçerdik. Ama yapısal olarak kırılgan olan bir açık ekonomide, hem de yürürlükteki anayasanın kendine vermediği böyle bir müdahale yetkisini kullanarak, cumhurbaşkanının faiz politikasına alenen müdahale etmesi bir değil, iki defa konjonktürel istikrarsızlık yaratıyor. Çalkantılı bir piyasa ortamında döviz kurunun daha da oynak olmasına ve bu konuda öngörülebilirliğin azalmasına yol açıyor. Hem de son derece vahim bir yetki karmaşası yaratarak, siyasal istikrarsızlığı tetikliyor. Bugün iktisadi karar alıcılar, Merkez Bankası ve ekonomiden sorumlu bakanların kararları kadar, Cumhurbaşkanının her gün bir vesile yaratıp bir dernek toplantısı veya lokal açılış töreninde yaptığı konuşmada söylediklerini, yönetimde kimi eleştirdiğini yakından izlemek zorunda kendini hissediyor.

Venezuela’nın eski başkanı Hugo Chavez, pazar günleri televizyonda “Alo Presidente” adlı bir canlı programda saatlerce konuşurdu. Burada kimi zaman huzuruna bir bakan çağırır ve ondan herkesin gözü önünde hesap sorardı. Yanılmıyorsam birkaç bakanı da canlı yayında azletti. Bu “Alo Presidente” programlarına benziyor bugün Tayyip Erdoğan’ın her gün katıldığı ve konuştuğu türlü çeşitli açılış, kapanış, anma, ödül töreni konuşmaları.

Tayyip Erdoğan, söz tekelini elinden bırakmamaya kesin kararlı olarak, medyada, siyasal alanda Başbakan Davutoğlu’nun kendinden daha fazla görünmemesi için elinden geleni yapıyor. Hem sorumsuzluk zırhıyla korunmuş, hem de herşeye müdahale etmeye yetkili bir anayasadışı konumda, Cumhurbaşbaşbakanı gibi davranıyor. Hem sorumsuz hem yetkili olmak güç saplantısına sahip herkesin hülyasıdır.

Tayyip Erdoğan’ın bugün Türkiye’de en büyük konjonktürel istikrarsızlık nedeni olduğuna dair son somut örnek, MİT Müsteşarının görevden ayrılma ve bir ay sonra göreve yeniden atanma komedisidir. Söz konusu MİT yönetimi olduğu için komedi nitelemesi de uygun düşmüyor. Aslında son derece vahim bir durumun varlığını ele veren bir sahne bu. Hakan Fidan’ın yorulma gerekçesiyle bir ay önce görevinden istifa etmesine, ardından resmen AKP’den milletvekili aday adayı olmasına Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan karşı çıkabilir, üzülebilir, milletvekili adayı olmasının iyi bir şey olmadığını düşünebilir. Ama buna açıkça karışamaz. İki nedenden dolayı. MİT Müsteşarlığı kendine bağlı değildir ve cumhurbaşkanı anayasal yetkileri çerçevesinde bir partinin milletvekili adaylarının oluşmasına açıkça müdahale edemez.

Cumhurbaşkanı onu “sır küpü” olarak görse de, MİT Müsteşarı’nın asli görevi Cumhurbaşkanı’nın sır küpü olmak değildir. Böyle bir görev ancak mutlakiyet rejiminine mahsustur. Az veya çok demokratik niteliklere sahip bir cumhuriyet idaresinde devletin istihbarat hizmetlerinin başındaki kişi, devletin sır küpüdür, devletin başındaki kişinin değil. Kullandığı ifade Tayyip Erdoğan’ın siyasal yönetim konusunda kafasının ne denli karışık olduğunu çok açık biçimde gösteriyor. Bu da büyük bir istikrarsızlık nedenidir.

Diğer taraftan, Başbakan istediği için ve elbette kendi arzusu çerçevesinde aday olmak için görevinden istifa etmiş, aday adayı olmuş bir kişi var. “Sözümün üzerine söz söyletmem” tavrı içinde, ne yapıp edip bu kişinin aday olmasını engellemek ve artık bir AKP’li damgası yemiş olan şahsı yeniden MİT müsteşarlığına atatmak da çok büyük bir siyasal istikrarsızlık nedenidir. Hem Başbakan’ın bir kukla olduğunu, hem de bundan böyle MİT’in iktidar partisi örgütü olarak çalışacağını ilan etmeye yarar. Bu son durum ise, bilindiği gibi diktatoryal rejimlere özgüdür.

Ayrıca Cumhurbaşbakanı bununla da yetinmedi. MİT Müsteşarı’nın görevden ayrılması sonrasında yaptığı konuşmalarda bu kurumu devletin en önemli kurumu olarak göstererek yakın gelecek yönünden siyasal istikrarsızlığı güçlendirdi. Devletin en önemli kurumunun istihbarat teşkilatı olduğu bir rejim, bir istihbarat devletidir. Devletin ve muktedirin güvenlik algısının herşeye egemen olduğu bir rejimdir. Herşeyin izlenip, dinlenmesine odaklanır. Bir büyük odaya konmuş yüzlerce ekrandan toplumun her köşesinin izlenmesiyle bile huzur bulmaz. “Büyük gözaltı” sistemi demektir. Totaliter rejimlerde istihbarat örgütü devletin merkezi kurumu konumundadır. Tayyip Erdoğan’ın MİT’i kendisi açısından devletin en önemli kurumu olduğunu ilan etmesinin arkasında kendi ve çevresiyle ilgili gelecek kaygıları olabilir. Bu ise gelecek yönünden tüm toplum için kaygı verici bir durumdur.

İstikrar ve güven kavramlarını kullanan, iktidarda kalma stratejisini bunun üzerine uzun bir dönem inşa eden bir siyasetçinin bugün en büyük konjonktürel istikrarsızlık etmeni olması tarihin bir cilvesi midir? Başta etrafı olmak üzere herşeye karşı büyük bir güvensizlik içinde olduğunu ele verir biçimde istihbarat örgütü başkanına sarılmasına bakılırsa, bu tarihin cilvesi değil, dünyada birçok örneğini gördüğümüz, mutlak kişisel iktidar sahibinin düştüğü durumdur.

 

http://www.radikal.com.tr/131207613120760

YORUMLAR

Bu habere henüz yorum yazılmamış.
googletag.cmd.push(function() { googletag.display('div-gpt-ad-1425563507293-0'); });