Top
Erkut Can

Erkut Can

erkutcan@posta.com.tr

28/09/2014

Asparagas nostaljisi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hatırlattı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar dönüşü uçakta beraberindeki gazetecilere durum değerlendirmesi yaparken, Amerikan basınında çıkan bir habere çok kızdığını söylemiş. Haber şu: Türkiye IŞİD’den petrol alıyor. Ne yazık ki üç gün önce ABD Dışişleri Bakanı Kerry de bunu doğrularken, “Türkiye rehineleri yüzünden kritik durumda” dedi ama neyse konumuz bu değil. Gelelim tekrar uçağa. Cumhurbaşkanı kızmakla kalmayıp, “ABD basını asparagas haber üretmekte çok mahir” demiş. İşte bu cümlede geçen asparagas tanımı beni çook eskilere götürdü. 80’li yıllara.

Bugünün gençleri tabii ki bilmez. Türkiye’de ilk televizyon yayını 1952’de İTÜ tarafından gerçekleştirilmeye çalışılmıştı. 1964’de TRT başladı. 1990’a kadar tek kanal. O yıllarda magazin haberi diye bir şey yok. Gazetelerde de. Hürriyet’in Hafta Sonu’ndan sonra 1976’da bizim çıkardığımız Şey Gazetesi magazinde birbiriyle yarışıyor. Haber de bol değil. Kapakta flaş bir haber olacak ki gazete satsın. Her hafta bulunamıyor. Olmayınca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hatırlattığı asparagas tek çare. Peki ne demek asparagas?

Masa başında uydurulan, aslı astarı olmayan yalan haber. Hemen aklıma gerçek asparagas haberlerimizden biri geldi. O yılların ünlü ses sanatçısı Nigar Uluerer’le (geçen yıl kaybettik) anlaştık. Tam bir danışıklı döğüş. İntihara teşebbüs edecekti. Senaryo hazırlandı. Nigar evinde baygın, ağzında köpükler bulundu. Cankurtaran, İlk Yardım Hastanesi, başında doktorlar, kolunda serum. Hepsi fotoğraflandı. Olay 15 dakika içinde bitti ve hastaneden kaçış. Ve Şey Gazetesi’nde kapak. “Nigar Uluerer intihara teşebbüs etti...”

Şansa bakın ki o esnada yanında Şey vardı. Bugün ise böyle şeylere hiç gerek yok. Diziler sayesinde yüzlerce sanatçı (!) var. Magazin her kanalda neredeyse hiç bitmiyor. Ana haberler bile magazin. Gazetelerde bırakın magazin eklerini, ana gazete bile magazinle dolu. Sosyal medya bir başka alem. Herkes Sherlock Holmes gibi elinde akıllı telefon, ne görürse hemen bir yerde resmi yayınlıyor. Artık magazini oluşturan zümrenin gizlisi saklısı kalmadı. Herkes, herkesin her şeyini biliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediğine bakarsak, asparagas magazinden uluslararası politikaya terfi etmiş. Daha nerelere kayacak hep birlikte göreceğiz.

FASL-I TEŞEKKÜR...

“İkinci bahar yaşıyor ömrüm” demişti Sezen Aksu bir zamanlar ve onunla birlikte Özdemir Erdoğan’ın kasetleri satış rekorları kırmıştı. Sezen, geç gelen aşkına beslediği duyguları anlatıyordu ama ikinci bahar sadece aşkla-meşkle olmuyor. Aynı aşkı ben yıllar sonra döndüğüm günlük gazete ile ve gazetede yaşıyorum. Bir büyüğe gösterdikleri saygı tarifsiz. Adeta yüzümü kızartıyor. Ömürlük lise ve üniversite arkadaşlarımın tebrik ve hayırlı olsun telefon ve mail’leri, genç-yaşlı meslektaşlarımın ve iş dünyasından arkadaşlarımın aynı dilekleri inanın bana ikinci baharı yaşatıyor.

Ancak taa ilkokuldan bir arkadaşım en güzel tanımlamayı yaptı. “Hem seni tebrik ediyorum, hem de sana bu teklifi yapanı” derken Rıfat Ababay’ı tebrik ediyordu. Ve siz POSTA okuyucuları... Henüz siftah yaptık ama e-mail’leriniz beni çok sevindirdi. İnşallah daha önümüzde çok haftalar var. Birbirimize alışacak, daha çok mail’leşeceğiz. Ayrıca yazmamı istediğiniz konulara da, dilimin döndüğünce değinmeye çalışacağım.

Sezen Aksu ile başladık yine onunla bitirelim. Sezen, 40 yıl meslekte daha yolun yarısı. Yok öyle müziği bırakmak. 35 yıldır beni tanıyorsun. Daha iyi örnek mi olur? Tekrar teşekkürlerimle..

E.C.

PASSOFOS

Çağ atlayan Türkiye’de, futbolumuzun marka değerini arttırmayı ilke edinen güdümlü Futbol Federasyonu, neredeyse seyirci yönünden çağın gerisine götürecek Türk futbolunu. Stadlardaki tribün terörünü önlemek amacıyla Passolig ve e-bilet sistemini uygulamaya başladılar ama ters tepti.

Trabzon-Fenerbahçe maçında belki faydası görüldü ama, Galatasaray ve Beşiktaş seyircisi yine tınmadı. Fakat görünen o ki, bundan geri dönüş yok. Peki nereye gitti bu futbol seyircisi? Tribünler bomboş. Beşiktaş Süleyman Seba sezonunda ilk kez kendi seyircisinin önüne çıkıyor, 80 bin kişilik statta 6.000 kişi var. Galatasaray Şampiyonlar Ligi oynuyor stadın yarısı boş. Konya ilk kez yeni stadına çıkıyor yarısı dolu. Trabzon’da Avni Aker’de bile büyük boşluklar var. Diğer maçları sıralamaya gerek yok. 3-4 bin kişi. Beşiktaş, futbol sahasına benzemeyen, trafiği felaket, rüzgarı, zemini içler acısı Olimpiyat’ta.

Bir de Çarşı’nın darbe suçlamasında yalnız bırakılmasından dolayı uyguladığı protesto nedeniyle mazur sayılabilir. Ancak diğerlerinin hiçbir mazuriyeti yok. Aslına bakarsanız tribüne gidenlerin gördükleri, alkışlayacakları bir futbol da yok. Çare evlerde, kahvelerde ekranın karşısına geçmek. Bu da kulüplerimizi, dolayısıyla futbolumuzu bir çıkmaza sürükleyecek. Bir an önce şu Passolig uygulamasını rayına oturtun. Çünkü seyircisiz futbol zevk vermiyor.

Süreç böyle devam edecekse...

BÖYLE ÇÖZÜM OLMAZ OLSUN

Orta öğretimde yeni ders yılı başladı. 17 milyona yakın öğrenci ve 900 bin öğretmen çalan zille sınıflara girdi. Doğu ve Güneydoğu’daki bir il ve ilçede ise ders yılı mutlu başlamadı. PKK’nın “Eğitimde İtaatsizlik Eylemi” binlerce çocuğu okulsuz bıraktı. Her geçen gün de bu çocuklara yenileri ekleniyor. 24 okul yakılıp kullanılamaz hale getirilirken, 28 okul ve dershanede büyük hasar oluştu. Yani bu öğretim yuvaları kapandı. Dersler belirsiz bir süre için yapılamayacak. Bunlar PKK terör örgütünün mala verdiği zararlar. Biliyorsunuz geçen yıl 11 öğretmen kaçırılmıştı. Sonra bırakıldılar ama olayın öğretmenler ve öğrenciler üzerinde bıraktığı psikolojik etkiyi kim yok edebilir ki.

Örgüt ana dilde eğitime izin verilmemesi üzerine kendi okullarını kurdu. Tahmin edersiniz ki; bunu da gizli saklı yapmadılar. Göstere göstere binalarını yapıp, içlerini de devlet okullarından (belki bir kısmından da güzel) farksız bir şekilde donattılar. Ders yılı bu okullarda da aynı gün başladı. Devlet hemen geldi mühürledi. Ertesi gün mührü söküp yine açtılar. Yine devlet yine mühür. Bu böyle sürüyor. Bakanımız da diyor ki; izin almaları lazımdı. Anayasa’mızda böyle bir şey yok ama yine inceledik.

Sormak lazım. Bu okullar yapılırken neredeydiniz sayın bakan? İnşa edilirken mühürleseydiniz ya. Üstelik örgüt hedeflerini de belirlemişler. Anaokulundan üniversiteye kadar eğitim. Yani milli eğitime alternatif eğitim. EDEV adı ile oluşturulan bu alternatif eğitime izin verilmeyince örgüt bunun cezasını devlet okullarını yakarak veriyor. BDP’li il başkanları da “Bu eğitim ya olacak, ya olacak” diyor. Yani yılmıyorlar. Bu arada devletin en tepesinden aşağılara kadar herkesin büyük bir mutlulukla “Analar artık ağlamıyor” diyerek ve büyük bir gururla dillerinden düşürmedikleri bir ‘Çözüm Süreci’ var değil mi?

Çözüm binlerce çocuğu okulundan mahrum bırakmak, hem onları hem de ailelerini perişan etmekse eğer, olmaz olsun böyle çözüm. Analar şimdi için için ağlıyor. Bu olaylar yaşanırken, olayların bizzat tanığı öğrenci ve öğretmenlerin yanı sıra, diğer okullardaki yüzbinlerce öğrenci ve öğretmenin korkusunu düşünebiliyor musunuz? Hepsi bizim okulumuz da yakılır mı diye korku içinde bekliyor. Bu korkuyu yenmek ve umursamamak mümkün değil. İstenen ana dilde eğitim. Kürtçenin resmi dairelerde bile serbest olduğu, kitabı, dergisi, radyo ve televizyonlarının rahatça yayın yaptığı (TRT dahil) bir ülkede ana dilde eğitim olsa ne olur? Türkçe bilmeyen nereye girip de çalışacak?

Zaten dikkat ediyorum İstanbul’daki kentsel mi, rantsal mı belli olmayan dönüşümde inşaatlarda çalışanların pek çoğu Kürt ve Kürtçe konuşuyorlar. Yani yapacakları tek iş amelelik. Peki Kürt gençliğinin hayalleri bu mu? Tabii ki değil. Onlar da doktor, mühendis, mimar, avukat olmak istemezler mi? Nasıl olacak bu? Tabii ki Türkçe’yi bilerek. Onun da yolu Türk okulları. Bu nedenle bırakın inşa edilip açılan kaç taneyse, Kürtçe tedrisatlı okul açık kalsın. Aileleri tarafından bu okullara başlatılan gençler çok yakında vazgeçeceklerdir. Geleceği seçmek serbest.

MERAK BU YA

* Yeni Çamlıca Camii’nde planlanan düzenlemeyle kadınlar ve erkekler katiyen birbirlerini görmeyeceklermiş. Peki haramsa, bu müminler hacca gittikleri zaman ne yapıyorlar?

* Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gerekirse Standart and Poors gibi, Fitch ve Moody’s‘le de ilişkileri keseriz demiş. Yoksa not düşümü ile ilgili kulağımıza kar suyu mu kaçtı? Ayrıca bu kuruluşlar bu karardan dolayı çok üzülürler mi?

* Ergin Ataman, Emir Preldzic için, onu antipatik görürdüm ama değilmiş, demiş. Kazı yanmasın diye çevirmiş ama bir coach seçtiği oyuncu için böyle bir tanımlama yapar mı?

* Türkiye artık asırlık yer ve mekan isimlerinin istek üzerine hemen değiştiği bir ülke oldu. Son olarak Başbakan Davutoğlu, Bilecik şehrinin adının Osmanlı’daki adıyla Ertuğrul olmasını istemiş. Olur mu?

* Suçlu bulundu. 49 rehine olayına Başkonsolos sebep olmuş. Dışişlerinin defalarca dönün demesine, THY’nin uçak göndermesine rağmen böyle bir olaya ihtimal vermediğinden direnmiş. İnşallah sağ salim döndüklerinde konuşur mu acaba?

* Batılı güçler hala nasıl yapalım, ne yapalım diye düşünürken IŞİD, Irak ordusundan ele geçirdiği silahlarla savaş uçağı düşürdü. Dünyayı tehdit etmeye de devam ediyor. Acaba daha ne bekleniyor?

TÜRKİYE TAM DUMAN OLACAKTI AMA...

Galatasaray, Fenerbahçe ve Trabzon’un kulüpler ve başkanlar bazında birbirlerine en ağır şekilde verip veriştirmesine artık alışmıştık. Şimdi de Türk futbolunun ve Gençlerbirliği’nin efsane başkanı İlhan Cavcav topa girdi ve ateşe iki kürek de o attı. Bir gazetede okudum. Cavcav, Aziz Yıldırım’a demiş ki: “Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü.

Açılırsa Türkiye duman olur.” Bu söz ilgili ve yetkililere bir ihbar. Herhalde bildiği çok önemli bir şeyler var ki, böyle iddialı konuşmuş. Ama haber çıkalı bir hafta oldu, ne İlhan Bey yalanladı, ne Aziz Yıldırım konuştu, ne de her şeye anında cevap veren Fenerbahçe Kulübü açıklama yaptı.

Bu bence şu demek; Aman Cavcav’ı konuşturmayalım. Yeniden yargılanma süreci beklerken başımıza yeni şeyler çıkmasın. Ya da, bırak konuşsun. Onu kimse sallamaz. Bir haftadır da sallamadı. Ama herkes bu sözlerini açmasını bekliyor Cavcav’dan. Efsane olmak yılla mukayeseli değil. Dirayetle, mertlikle olmalı. Tıpkı Süleyman Seba gibi.

ALKOLİK OLMAK için...

Dünyaca ünlü Fransız aktör (Artık Fransız değil. Yüksek vergilerden şikayet edip Rus vatandaşlığına geçti) Gerard Depardieu, günde 13 şişe şarap içiyormuş. Ama kendi ürettiği şaraplardan.

Açık yüreklilikle diyor ki: “Benim şaraplarım öyle koleksiyonluk değil. Ama damak tadı iyi.” 13 şişe bana göre büyük abartı. Olmaz ama oluyor diyelim. Garip olan aktörün “asla alkolik değilim” demesi. Ona sormak lazım. Alkolik olabilmek için acaba kaç şişe içmek gerekiyor, diye.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp