Top
Elif Yılmaz

Elif Yılmaz

elif.yilmaz@posta.com.tr

22/06/2015

Coming soon...*

(*) Pek yakında

- 3. sınıf bilim-kurgu korku filmlerinde klasik bi son vardır ya hani: Yakışıklı kahraman, seksi kız, iki tane de yancı arkadaş film boyunca ‘canavar’dan kurtulmak için debelenip dururlar. 1.5 saat boyunca elimiz yüreğinde paçayı yırtacaklar mı diye bekleriz. Sonunda yakışıklı olduğu kadar cesur da olan kahraman, ekibinin de desteğiyle canavarın hakkından gelir. Onlar kakara kikiri evlerinin yolunu tutar.

- Hepimiz de hop oturup hop kalktığımız koltuğa ‘Oh’ diye bi derin nefes çekerek sırtımızı yaslarız... Ki haydaaaa... Filmin son karesinde bi yumurta kırılır. Canavar yumurtadan kameraya tabiri caizse nanik yapar.

 - Hükümet kombinasyonlarıyla dolup taştığımız şu günlerde, memlekette vizyona girme tehlikesi olan korku filmini böyle anlatayım, gözünüzde daha net canlansın istedim. Sevgiler, saygılar...

Onuru sizden öğrenecek değiliz


İktidarın çok sevdiği İlahiyatçısı, Yeni Şafak’ın biricik yazarı Prof. Hayrettin Karaman’ı hatırlarsınız. En çok, “Yolsuzluk hırsızlıktan sayılmaz” diye verdiği fetvasıyla tanınır kendileri. İktidar mensuplarının saygıda kusur etmediği, sözünü dinlediği bu ilahiyatçı dün de demiş ki; ‘Eşcinseller, onurlu insanlara yaklaşamaz.’ Yazısının çıktığı gün; 17 Aralık yolsuzluk operasyonunun baş aktörlerinden Reza Zarrab, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un elinden ödül aldı. Onuru sizden öğrenecek değiliz!!!

Kırmızı çizgileriniz batsın!

- Seçim öncesi muhalefetin öncelikli vaatleri arasında ne vardı: Yolsuzluk soruşturmaları açılacak.

- Seçim sonrası muhalefetin öncelikli ilkeleri arasında ne vardı: Yolsuzluk soruşturmaları açılacak.

- Peki durum ne? Seçmenin mesajına rağmen, muhalefet bi araya gelip hükümet kurmayacak! Çünkü kırmızı çizgileri var!

- Peki sonuç ne? İktidar, Reza Zarrab’a hepimizin gözünün içine baka baka elleriyle ödül verdi. Kırmızı çizgileriniz batsın!

Dünsüz bugün olmaz!

-97’de Kırıkkale’deki mühimmat deposu patlamış, iki kişi ölmüş ve kent savaş alanına dönmüştü. Halka çıkan bu acı faturanın, sorumlusu tabi ki yine gereken önlemleri almayan devletti.

- Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in ihmal iddialarına verdiği yanıt; ‘Kimin gelir ki aklına patlayacağı’ olmuştu. Bu ve Demirel’in benzer durumlarda verdiği ‘Dün dündür, bugün bugündür’, ‘Devlet bazen rutinin dışına çıkabilir’ gibi sayısız benzer yanıtları şu anki Türkiye siyasetinin haline döşenen taşlarıydı.

- Çünkü hayatın çok basit bi matematiği var; Dünsüz bugün olmaz! O nedenle, bu yanıtları şu sıralar ‘gülerek’ yad edip, ‘kuvvetli mizah anlayışı vardı’ diye methiyeler düzülmesi, son yıllarda ülke atmosferine hakim olan basınç sisteminden kaynaklı ‘kısa süreli bi şuur kaybı’ sanıyorum. Yoksa, aksi durum, asıl komada olan ‘demokrasimizi’ son yolculuğuna uğurlatır.

Devlette devamlılık


Demirel hakkındaki siyasi eleştiriler, öncelikle ‘ölenin arkasından kötü söz söylememe’ geleneğimiz hatırlatılarak hayli eleştiriler aldı. Bu gelenek benim de çok saygı duyduğum, korunması gerektiğine inandığım insani bi tavır. Ancak.... Yaşarken ‘devlet’ olanın, ölürken ‘vatandaş’ olması kamu hayatında mümkün olmaz. Çünkü, mevzu bahis olan birebir ilişki değil, kamusal ilişkidir. Geçmişimizde, geleceğimizle ilgili kararlar almış şahıslar da bu nedenle kamu malıdır. Ayrıca bildiğiniz üzere devlette devamlılık esastır.

Mevsimler dertler...

Düğün-dernek

- Düğün sezonuna girdiğimiz şu günlerde hala ne nikah şahitliği teklifi ne düğün davetiyesi aldım. Gerçi geçen yaz, şahidi olduğum nikaha son dakika yetiştiğim doğrudur. Ondan önceki yaz da şahitlerinden biri olduğum nikaha gitmek yerine kendimi Burgaz’da bulup ‘Hastayım’ yalanı uydurduğum, iki gün sonra yalanın ortaya çıktığı da doğrudur.

* * *

- Tamam, 3 ay gelinlik provası yapan arkadaşıma ‘bi yastıkta kocama olayı’ ile ilgili aktardığım fikirlerimden ötürü damat tarafından aforoz edilmeme ramak kaldığı da doğru. Ama her şeye rağmen, üstelik milli birlik ve beraberliğe çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, koca memleketin yaşadığı bu ortak düğün heyecanından mahrum bırakılıp ötekileştirilmemi şahsen kınıyorum.

Nokta atışı

Tatildeki bi arkadaşım ‘Deniz nefis, aklıma sen geldin’ diye aradı. Ballandıra ballandıra sahil, roka, balık üçlüsünden havadisler verdi. Bu arada o saatlerde ben de memleketimizin şahane gündemiyle haşır neşirim tabi. Sabırla dinledim kesmedim. Susmasını bekledim ve vurucu darbeyi indirdim: “Sabah sahilde yer bulamıyor musun yine?”... O sakin, nispetli ses yerini sinire bıraktı, başladı yakınmaya...” Bu ülkenin asıl derin devleti, geceden havluyla şezlong kapanlar. Bi hafta oldu, hala deniz kenarında şezlong kapamadım. Sinir oluyorum” dedi. ‘Tamam canım, çok öptüm’ diye keyifle telefonu kapattım...

Davulcu abilere...


Sahur vakti.... Sokaktan gümbür gümbür davul sesi geliyor. Benim davula hiç itirazım yok, ama kötü sese şiddetle var! Abi davul çalmıyor, gayretli gayretli bildiğin gürültü çıkarıyor. Beyin zonk zonk! Biz de kalkıp, ‘Bobby Jarzombek alsın da davulu bi solo attırsın’ falan demiyoruz tabi de... Allah aşkına eline tokmağı alan da kafamızda zonklatmasın.

Kadıköy...

- Kadıköy’den Moda’ya doğru çıkarken yol kenarında semtimizin üç güzide ‘pub’ı vardır. Cemre düşmeden önce, bu pubların önüne biz düşeriz. Üçünün önünde de akşamları hatırı sayılır bi kalabalık olur. Toplaşma diye bahsettiğim, semt dışından birinin görünce, ‘Noluyo burada’ diye heyecan yapacağı türden hani...

- Ramazan’ın ilk günü pubların önünde yine bi kuyruk. Ama bu sefer ki, üç pub’un arasında olan fırının kalabalığıydı. Semt ahalisi bu kez iftar öncesi pide kuyruğuna girmişti. İftar sonrası yine geçtim aynı yerden, yol kenarındaki publarda içenler, iftar sonrası gezintiye çıkanlar caddeyi yine cıvıl cıvıl doldurmuş. Kimse kimsenin hayatına burnunu sokmuyor.

 -13 yıl boyunca önce ‘Endişeli laik merkezi’ diye ötekileştirilen, daha sonra dalga geçenlerin bile nefes almak için kaçtığı bi getto haline gelen Kadıköy’ün birlikte yaşama şekli bana hayatı sevdiriyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları