Top
Sedat Ergin

Sedat Ergin

sergin1@hurriyet.com.tr

01/03/2022

Ukrayna’daki Rus işgaline ‘işgal’ diyebilmek

Rusya’nın ateşlediği füzeler günlerdir askeri hedeflerin yanı sıra sivilleri de vuracak şekilde Ukrayna’nın birçok şehrinin, kasabasının üstüne düşüyor.

Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Agnes Callamard, geçen cuma günü yaptığı açıklamada Rus ordusunun saldırılarda ayrım gözetmediğini, sivil yerleşimlere de balistik füze attığını, bu saldırıların bir bölümünün “savaş suçu” olarak nitelendirilebileceğini söylüyor.

Af Örgütü, ayrıca belgelenmiş tespitler ışığında ülkenin doğusundaki Vuhledar kentinde Toçka tipi bir balistik füzenin bir hastanenin hemen yanına düştüğünü, saldırının ikisi erkek ikisi kadın dört kişinin ölümüne yol açtığını, altı sağlık çalışanının da yaralandığını duyurdu.

Kuruluş, önceki gün yaptığı son açıklamada ise Rusya’nın yine ülkenin doğusundaki Okhtyrka kentinde yerel halkın sığındığı bir çocuk yuvasını bombalayarak biri çocuk üç kişinin ölümüne neden olduğunu duyurdu. Rus ordusunun bu saldırıda misket bombası kullandığını açıklayan Callamard’a göre, bu fiil de “savaş suçu” oluşturuyor.

Yetişkin erkekler Rus ordusuna karşı ülkelerini savunmak üzere geride kalırken, onbinlerce kadın ve çocuğun kafileler halinde Ukrayna’ya komşu Polonya, Slovakya, Macaristan, Romanya ve Moldova’ya göç ettikleri görüntüleri izliyoruz televizyonların başında günlerdir.

Ülkeyi terk etmeyen kadın ve çocukların Rusların bombardımanından kendilerini koruyabilmek için sığındıkları metro istasyonlarında yaşamaya başlamaları, herhalde uzun yıllar bu savaştan en çok hatırlanan görüntüler olacak.

*

Soğuk Savaş”ın sona ermesinin ardından 1990’lı yılların başlarında Balkanlar’da Bosna ve Kosova’da yaşanan savaşlardan, katliamlardan sonra Avrupa kıtasında yeni bir savaşa bütün vahşetiyle bu kez Ukrayna’da tanıklık ediyoruz.

Üstelik eski zamanlardaki savaşlarda karşılaşıldığı gibi bir enformasyon eksikliği de söz konusu değil. TV ekranlarından, özellikle sosyal medyadan sahadaki gelişmeleri artık anlık olarak izleyebiliyoruz.

Buna karşılık Türkiye’de sürmekte olan tartışmalara baktığımızda, bazı kanaat önderlerinin, siyasetçilerin, emekli askerlerin bu hadiselerin nasıl adlandırılması ve bu çerçevede nasıl bir tutum alınması gerektiği konusunda hararetli bir tartışmanın içinde olduklarını görüyoruz.

Hatta, bu tartışmalarda olan bitenlerden dolayı işgalci Rusya’dan çok ABD’yi ve NATO’yu sorumlu tutan değerlendirmelere de rastlayabiliyoruz.

Zaten işgalin başlamasından önce bu çevrelerdeki tepkiler, genellikle sınırda 150 bin asker yığmış olan Rusya’dan çok, bu ülkenin Ukrayna’yı işgal etmek üzere olduğu yolunda ısrarlı uyarılar yapan ABD’ye yönelmekteydi.

Bütün bu tartışmalara ve ardından sahada yaşanan işgal gerçekliğine bakınca, insanın aklına evi soyulduktan sonra bu hırsızlıkta kendi kusurlarının rol oynadığı yolundaki eleştiriler karşısında Nasrettin Hoca’nın “Hırsızın hiç mi kabahati yok?” dediği ünlü fıkrası geliyor.

*

Kuşkusuz bir savaş patlak verdiğinde, bu krize yol açan faktörlerin, süreçlerin ve kilit aktörlerin sorumluluklarının tahlil edilip değerlendirilmesi işin doğası gereğidir. En azından bu gibi felaketlerin tekrarını önlemek bakımından özellikle bu değerlendirmelerin yapılması gerekir.

İşlerin bu noktaya tırmanmasında Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ABD ve NATO’nun Rusya karşısında izledikleri genişleme politikasının rolü de tabii ki tartışılmalıdır. Zaten bu politikaya en kuvvetli eleştirilerin başından beri ABD’nin eski dışişleri bakanlarından Henry Kissinger’dan da geldiğini unutmayalım.

Ancak ne olursa olsun, bu NATO stratejilerinin Birleşmiş Milletler üyesi bir ülkenin bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün bariz bir işgal eylemiyle tecavüze uğraması karşısında mazeret olarak kullanılması kabul edilemez. Anlaşmazlıkların, güvenlik kaygılarının konuşulacağı yer diplomasi masasıdır. Bunun aracı balistik füzelerin ölümcül dili değildir.

Uluslararası alanda geçerli bütün evrensel kurallar ışığında, dünyanın gözleri önünde meydana gelen bu saldırganlığın bir işgal olduğu, bunun hiçbir hukuki, meşru ve ahlaki gerekçesinin bulunmadığı izahtan varestedir.

Üstelik Ukrayna’daki krizin bugüne dek gelmesinde ülkenin özellikle doğusundaki Donbas bölgesiyle ilgili bazı anlaşmazlıklar söz konusu iken, savaşın hemen öncesinde Rusya Lideri Vladimir Putin yaptığı bir açıklamayla Ukrayna’nın ülke olarak varlığını reddetmiş, bu toprakların Rusya’ya ait olduğunu iddia etmiştir. İşgal, bu haliyle Putin’in gizleme gereği duymadığı yayılmacı emellerinin dışavurumudur.

*

Türk kamuoyundaki tartışmaların vardığı noktanın düşündürücü bir yönü, Türkiye’de Batı aleyhtarlığının, Batı karşıtı ruh halinin hangi dereceye tırmanmış olduğunu göstermesidir.

Bu ruh halinin kaynaklarına indiğimizde, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin tutumları da dahil bunda rol oynayan pek çok faktörün uzun bir dökümünü yapabiliriz. Ancak ABD’nin günahları, Batı’nın kusurları Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin mazur görülmesi, zımnen onaylanması için bir mazeret olabilir mi? Böyle diye Putin’in saldırganlığını sineye mi çekeceğiz?

Gözlendiği kadarıyla Batı’ya karşı yükselen ruh iklimi, bazı çevrelerde Rusya’nın üçüncü bir ülkeyi hedef alan açık bir işgalinin, saldırganlığının görmezlikten gelinebileceği bir eşiğe kadar yükselebilmiştir.

*

Meselenin asıl vahim tarafı, sergilenen tutumun zaman zaman bugün toprakları işgal edilmekte olan, Rus füzeleri altında can veren mağdur durumdaki Ukrayna halkının iradesine, özgür tercihlerine açık bir saygısızlığa kadar varabilmesidir.

Bugün ülkesini işgalcilere karşı korkusuzca savunan Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski, bu göreve 2019 yılında iki turlu bir seçimden sonra gelmiştir. 31 Mart 2019 tarihinde yapılan ilk tur seçimde en çok oyu alan Zelenski ve bir önceki cumhurbaşkanı Petro Poreşenko ikinci tura kalmıştır.

İkinci tur 21 Nisan 2019 tarihinde yapılmış ve 44 milyon nüfuslu ülkede oy kullanabilecek yaklaşık 34.5 milyon seçmenin yüzde 62’si sandık başına gitmiştir. Zelenski oyların yüzde 73.23’üne tekabül eden 13 milyon 541 bin oy alarak birinci gelmiştir. Rakibi ve selefi Poreşenko da 4 milyon 522 bin oy almıştır. Bu da oyların yüzde 24.45’ine denk geliyor.

Ukrayna’daki cumhurbaşkanlığı seçimi Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcilerinin yakın gözetimi altında yapılmıştır. AGİT’in açıkladığı resmi raporda her yeni demokraside karşılaşılan türde bazı sorunlarla ilgili eleştiriler olmakla birlikte, genel hatlarıyla seçimin rekabetçi bir ortamda gerçekleştiği yolunda bir tespit yer alıyor. Bir başka anlatımla, meşruiyeti sorgulanan bir seçim olmamıştır.

Gölgeleyen hiçbir bir şey olmamış mıdır bu seçimi? AGİT raporuna göre, evet olmuştur. Rusya’nın işgal ve ilhak ettiği Kırım ile Rusya’nın desteklediği ayrılıkçıların kontrolündeki Donetsk ve Luhansk bölgelerinde seçim yapılamamıştır. Hesaplamalara göre bu nedenle oy kullanabilecek seçmenlerin yüzde 12’si seçim dışında kalmıştır.

Yani, 2019’daki bu meşru seçimi gölgeleyen bir aktör varsa, o da Rusya’nın bizzat kendisidir.

*

Şimdi meselenin en can alıcı noktasına gelelim. Evet, Zelenski ile Poreşenko 2019’daki seçim kampanyasında karşı karşıya gelmiş olmalarına rağmen, bugün ikisi de işgalci Rusya’ya karşı vatanlarını savunuyor. Ukrayna’da cumhurbaşkanlığı seçiminin iki rakibinin bugün önemli bir ortak paydaları Rus ordusuna karşı giydikleri kurşun geçirmez yeleklerdir.

Ukrayna’da bugün Rusya’nın işgaline karşı sergilenen direnişin anlamını, meşruiyetini bundan daha çarpıcı bir şekilde anlatan bir görüntü olabilir mi?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp