Top
Melike Karakartal

Melike Karakartal

mkarakartal@hurriyet.com.tr

22/03/2017

Evlilik programlarını halk mı istiyor?

Zuhal Topal diyor ki, “Ben yıllar boyunca engelliler için program yaptım, izlenmedi. En çok izlenen evlilik programları.”
Onun sözlerinden yola çıktığımızda, ekrandaki eğilimin belirleyicilerinin izleyiciler olduğu düşünülebilir fakat o iş öyle yürümüyor. İnsanların duygularını kışkırtarak program izletmenin adı “halk bunu istiyor” değil.
Her ne kadar internet çağında yaşıyor ve sosyal medyanın toplum üzerindeki etkilerini konuşuyor olsak da televizyon hâlâ toplum üzerindeki en büyük güç.
Hâlâ en etkili propaganda aracı, hâlâ kültüre şekil veren en önemli öğelerden.
Eğer bir yerde sınır çizmezseniz, televizyon gün gelir en büyük yozlaşma aracına dönüşüverir, ki bu Türkiye’de evlilik programları ile o sınıra ulaştı.
Reality show’ların TV’leri hakimiyeti altına almadığı yıllarda, gündüz kuşaklarında bugünkünden çok daha nitelikli programlar vardı. İnsanların mutsuzluklarından, hayal kırıklıklarından, çatışmalarından, kıskançlıklarından, reyting çıkaran bir sistem yoktu. Ancak pembe dizilerin hayali dünyasında olurdu bu işler.
Bugün farklı dinamikler var... Programlarda itina ile seçilen karakterlerin gerçek duygularından çıkarılan yarı gerçek/yarı kurgu dünya sunuluyor izleyicilere.
Aynı pembe diziler zamanında olduğu gibi drama/mutluluk, adalet/adaletsizlik arasında git-gel olacak şekilde karakter seçimi ve ortam manipülasyonu söz konusu oluyor. İzleyici, insanlık tarihi kadar eski olan bu çatışmalar üzerinden, basit konulara/konuşmalara bağlanıyor ve reytingleri yükseltiyor.
Sorun şurada: Yarışmalar sadece reytinge odaklandığında, ortada bir “nitelik eşiği” olmadığında, yozlaşma başlıyor. Türk televizyonlarında olan da bu. Aslına bakarsanız, dünyada olan da bu.

Algımız böyle şekilleniyor

10 gün önce New York Times’ta yayınlanan bir makalede, yazar Jennifer Weiner, Donald Trump’a oy vermediğini ancak 15 yıldır süren The Bachelor’ı izlediği için dolaylı olarak bugün bulundukları yerde kendisinin de sorumluluğu olabileceğini anlatıyordu.
The Bachelor, bizdeki evlilik programlarının eşdeğeri sayılabilecek bir Amerikan reality show. Elbette bolca gözyaşı, kıskançlık, drama, alay, aşağılama; programda belirli bir süre muhakkak kalması sağlanan “olaylı” karakterler var.
Trump’ın bu programla doğrudan bir ilgisi yok ama makalenin yazarı, Trump’ın başkan seçilme hikayesine ve toplum önündeki söylemlerine atıfta bulunarak diyor ki, “The Bachelor, bize erkeklerin kadınlara nasıl davrandığını gösterdi.
Yarışmada kalmak için en iyi, en nazik, en akıllı insan olmanız gerekmediğini de gösterdi.
Sadece ‘en ilginç’ olmanız, yapımcıların sizi bu programda tutması için yeterli.
Bu program, bizi uyutarak yanlış bir güvence hissine savurdu, seçimlere de bir televizyon şovu gibi davranabilirdik.
Sonuçta televizyondaki her şey eğlenceydi ve ekranda görünen herkes bizi eğlendirmek için vardı...
Trump, dikkatini ‘Çırak’ programından başkanlık seçimlerine kaydırdığında, o, bir şovdan başka bir şova geçtiğinin farkındaydı.
Artık izleyicinin neyle ilgili yorum yaptığının bir önemi yoktu, ister bir politikacı veya bir pop yıldızı, bir siyasi kongre veya bir evlilik programı bölümü...”
Özetle, televizyonlarda hakimiyetini ilan eden programların toplumun algısını şekillendirme gücünü anlatıyordu Weiner.
Şimdi bizim televizyon programlarına bakın, bir de sokağa: Normalleşen hoyratlığı...
Spor takımı tutar gibi kamplaşma yaşanan politika sahnesini...
Güzel sanatların günlük hayatından uzaklaşmasını...
Televizyonun toplumu dönüştürme gücünü dikkate almadan, sadece reyting ve ekonomik kaygılarla program yaparsanız, sokakta bunun etkilerini, yansımalarını görürsünüz.
Bundan sonra esaslı bir dönüşüm görür müyüz ekranlarda bilmem ama bu toplum bu kadar aşağı çekilmeyi hak etmiyor. Yapımcı ve kanalların en azından bunu kulaklarına küpe etmelerini dileyelim...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp