Top
Melike Karakartal

Melike Karakartal

mkarakartal@hurriyet.com.tr

04/03/2017

Sosyal medyada şiddetin yükselişi

“Bilgisayar, benliğin görselleştirilmesinde kullanılan birinci metafor olarak kitabın yerine geçtiğinde, neler olduğunu anlamalıyız” der.
“Modern insanın bir günü”nü düşündüğümüzde, benliğin yaşam yerinin son 15 yılda yavaş yavaş mekan değiştirerek sosyal medya mecralarına yerleştiğini görüyoruz.
Benlik, “başkalarından onay göreceği” bir ortamda hayatını sürdürüyor artık.
Varlığını, yaşamının gerçekliğini ve anlamını kendi içinden değil, diğerleri başparmağını yukarı kaldırarak onay verdiğinde kavrayabiliyor.
Veya aksi olduğunda hızla çöküyor, “görünmez” hissediyor...
Başkalarının görebileceği biçimde ifade edilmeyen bir hayat, “yaşanmamış” sayılmaz elbette.
Fakat yaşadığımız anı belgelemediğimizde, kendimizi ifade etmediğimizde, başkalarının sözlerinden, görüntülerinden ve kendilerini ifade ettikleri mecralardan kısa süre dahi uzak kaldığımızda ortaya çıkan derin boşluk hissi, bugün gerçeğin başka türlü yaşandığını anlatıyor.
“Yaşamı oluşturan, banda kaydedilemeyen, ölçülemeyen ya da belgelenemeyen; teknolojik kullanıma teslim olmayı reddeden bir şeydir. Asla yok edilemeyecek olan gözle görülemeyen şeylerdir” diyor Sanders.
Gerçek bilginin, gerçekte olanın değerinin “hislerin” üzerine çıktığı bir dönemde yaşarken...
Üstelik artık yazılanların gerçek bilgiye dayanarak mı, yoksa hissiyata dayanarak mı yazıldığının ayrımının zor yapıldığı bir dönemde...
“Yaşamı oluşturan şey”e daha çok kafa yormak gerekiyor.

Ya kahraman ya kum torbası

Gerçek bilgiye dayanmayan hislerin insanların gündemini oluşturduğu bir dünyada insan beyni, tatmini ancak en uçlara gittiğinde yaşayabiliyor.
Eleştiri kültürünün ortadan kalkması işte tam da bu yüzden.
Sözel şiddet ve linç kültürü artarken, gerçeklerin değerinin ayaklar altına alınması ve bunun son derece normalleşmesi bu yüzden...
Yüze çarpılan bir görsel, hislere dayanılarak söylenmiş fakat gerçekle ilgisi olmayan bir yorum o yüzden bu kadar dikkat çekiyor.
Her seferinde tatmin olmak için karşılıklı olarak çıtayı yükseltiyor insan ruhu. Hikayenin sonunda ya göklere çıkarılacak bir kahraman ya da linç edilecek bir kum torbası arıyoruz yeni çağın düzeninde.
Twitter’da her gün bir başka “linç” ile karşılaşmak mümkün. Herkes kendi “Ben böyle düşünüyorsam, öyledir”lerini sıralayarak karşısındakini ikna etme çabasında, en vahşi haliyle.
“Bilmiyorum” demeyi güçsüzlük sayan, “bilmediğini dahi bilmeyen”lerin özgüveniyle şekillenen tuhaf bir dünyanın içinde, tüm gerçekliklerin üstünde barınıyor “haklı çıkma sanatı”.
Egolara vurulan darbeler, insanda en çok buna vakit ayırma dürtüsü uyandırıyor.
İşte sosyal medya kullanıcılarının çoğu orada gerçek meselelere kafa yormayı bırakıyor, sırf kendilerini anlatmak uğruna dijital dünyanın insanın hayatını çalan kısmına teslim oluyorlar.
Belki de şunu hatırlamak lazım: Arthur Schopenhauer’ın “Eristik Diyalektik”indeki hilelerden biridir “kızdırma”.
“Kızdırılan kişi, doğru yargıda bulunamaz ve avantajını fark edip kullanamaz. Onu açıkça haksızlıklar yaparak ve rahatsız ederek, haddini bilmez bir tavırla kızdırabilirsiniz...”
Bunun “haklı çıkma sanatı”nda bir hile olduğunu bildiğinizde, kızmazsınız. Bir de işe bu açıdan bakın...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp