Top
29/02/2024

28 Şubat'ın ardından 27 yıl geçince

B.

Yirmi yedi sene sonra hâlâ 28 Şubat döneminin saçma sapan başörtüsü-türban ayrımı kızını çiğneyenler varsa eğer, hiçbir şekilde, yaşanan zulümlerin, yapılan zorbalıkların pişmanlığını yaşadıklarını iddia edemeyiz. Gururla ve hasretle iç çekerek " ah nerede o şevketli günler" diye iade ettiklerine eminiz. Bizi emin kılan, nadim olanın ortaya koyması gereken hiçbir davranışın emaresini görmüyor oluşumuzdur.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde görmüş olduğumuz o toplumsal uzlaşı, toplumun her kesimini kucaklama, Bir daha sosyo-kültürle ayrımların gündeme getirilmemesi gibi vaatler bir boşboğaz çıkıp da karnındaki gazı açığa çıkarana kadar inandırıcı gibi görünmüş olabilir kimilerine. Lakin biz ve bizim gibiler bunların akrep olduğunu ve huylarının sokmak olduğunu biliyorduk, söyledik, adımız AKP'nin değirmene su taşıyan adama çıktı. İşte Nasuh Mahruki, zihin dünyamızı sanki hiç iğdiş etmemişlercesine, belki de zihin dünyamızı iğdiş etmişliklerine güvenerek yeniden siyasal sembol ve türban bahsini açtı. "Koyduğunuz yerde otlamaya devam ediyoruz" der gibi bir şey. Mütercimliği ele alalım: "Bir nebzecik geliştirmedik kendimizi, biz hâlâ o eski biziz, zihin dünyamız genişlemediği gibi içimizdeki kin de hiç eksilmedi, aksine katlanarak arttı..." şeklinde tercüme edebiliriz.

Her neyse, bu bahis neyin ne olduğunu herkesin çok da bildiği bir demde fuzuli yere uzayıp gitmesin. Biz bizden konuşalım. Aradan geçen 27 sene bizi sınıfsal, kültürel, toplumsal olarak nereden nereye taşıdı? Sordukça cevabı ağzımı bitter bir tat ile kekremsileştiren bu sorunun her birinizde benzer cevapları olduğuna eminim. Benim açımdan, sınıfsal bir yığıntıya dönüşmek ve mevcut kültürel sermayesini de zirüzeber ederek kültürel bir keşmekeşe duçar olmak gibi bir noktaya varmış olmamız en hicran verici olandır. Entropi yasasının kurbanı, kolaycı ve emek sarf etmeden aslında olması gerektiğinden çok daha büyük bir şey olmayı amaçlayan insanlar yığınının kaosu içindeyiz. Bir tarafıyla da zafer kazanmış edamız yok mu hele? Bin yıl sürecek denilen 28 Şubat ufunetni dağıttı hani ve hürriyet geldi ya memlekete. Aslında hak etmediğimiz bir şımarıklığın konforuyla gevşiyoruz. Vurgunlar yedirten o büyük basıncın üstümüzden zira çıktığımız yükseklikteki atmosfer basıncı iç basıncımızı dengeleyemiyor. Üç yerde yaşadığımız zaaf bir türlü telafi edilemedi: Ticari ahlakın ve para kazanmanın cari kurallarının uğradığı erozyon, sözü senet olan amcaları görmüş bizlere bir şey söylemeli. Para ile ilişkimiz çok daha kötü bir noktada artık. İkincisi, mazbut insan karakterinin yerini şekilsel muhafazakarlığa terk etmesiyle oluşan boşluğun telafi edilememesi sıkıntısıdır. Başörtüsü namusa, takke-tespih dürüstlüğe remiz değilse artık bizim mahallemizde dahi, Pirus zaferi dahi elde edememişiz demektir. Üçüncüsü ise, siyasal iktidarın açtığı alanı, hakikaten bize yaraşır bir kültürel tahkimata vesile kılamayışımızın, kültür emperyalizmine açık hale getiriyor olması zaafımızdır. Bir kuşak sonraya devredecek eli yüzü düzgün kültürel çalışmalar yapmayı başaramayışımız, kültürü metalaştırmaya olan hevesimiz sebebiyledir. Para ile ilişkimizdeki zaaf, akabinde zikrettiğimiz her iki alana da sirayet etmekte. Uzayıp gidecek bir bahis bu. Zafer naralarının bizleri sağırlaştırdığı bir ortamda dönüp baktığımda aldığım cevap bu oluyor. Bu tabloda en masum kurumun siyaset olduğunu ise üzülerek söylemeliyim. Üzülerek, zira "kabahati keşke siyasilere yıkabilseydim de, siyasetin doğasını mesul tutabilseydim" dedirtiyor. Cevap daha acıdır. "Maalesef insan malzememiz buymuş da bu hamurdan bu ekmek çıkmış" diyorum, üzülüyorum. Allah encamımızı hayretsin...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp