Top
18/02/2023

Bir beka meselesi

Muhtemel İstanbul depreminde en çok etkilenecek yerler arasında gösterilen sahil ilçelerinden birinde ikamet ediyorum.

Ev seçerken ölçüm basitti aslında:

Bütçeme mütenasip, deprem mevzuatına (standartlara) uygun, çalıştığım yere ve toplu ulaşıma yakın olacaktı.

Ev seçerken (dün olduğu gibi, bugün de) sade vatandaşın ortalama davranış metodu budur; yarın da böyle olması muhtemeldir.

Efendim, arazinin zemin yapısı, kullanılan demirin burgusu, çimentonun standardı, temelin sağlamlığı gibi teknik konular benim test edebileceğim uzmanlık alanı değildi.

Zira deprem yönetmenliğine uygun yapılar yapılması resmi makamların, belediyelerin ve ilgili kurulların işiydi.

Bir başka ifadeyle vatandaşa bu konfor alanını, güven standardını sağlamak mevzuatın, devlet organlarının göreviydi.

Bir deprem ülkesinde aksi düşünülebilir mi hiç!

Maalesef düşünmenin ötesinde, bir gerçekle karşı karşıyayız.

Şunu biliyoruz ki İstanbul'da konutların yarıdan fazlası kaçak.

Kaçak olmayanlar belediyeler tarafından ne kadar kontrol ediliyor, müteahhitler mevzuata ne derece uygun davranıyor, hakiki bir denetleme var mı, bundan emin değiliz.

Değiliz çünkü 'depreme dayanıklı, cennetten bir köşe' diye satılan yepyeni binaların Kahramanmaraş merkezli depremde, temelinden sökülüp dümdüz yattığına şahit olduk.

Kahramanmaraş'ta öyle de İstanbul'da farklı mı olacak?

Düşündükçe sıkıntı, boğuntu geliyor, hafakanlar basıyor!

Kurallarımız var ama çok azına uyuyoruz.

Yaya kaldırımına parkeden sürücü vandallığından tutun, dört katlı bir bina üstüne dört kaçak kat daha konduran rant iştahına kadar bu böyle.

Gecekondulaşmanın başladığı 1950'lerden bu yana gelen ihmaller zinciriyle sadece kendimize değil, gelecek kuşaklara da ihanet ediyoruz.

Beyaz TV'de deprem uzmanı Prof. Dr. Naci Görür'ü dinledim; meseleyi özetledi.

Şöyle ki...

Ülkemizin yer bilimi özellikleri deprem bölgesi olduğumuzu gösteriyor; bu böyle.

Bu mekanizma 13 milyon yıl önce çalışmaya başladı, daha milyonlarca sene devam edecek.

Biz de millet olarak bu topraklarda ebediyen yaşayacağımıza göre, depremleri de durduramayacağımıza göre yapılması gereken şey belli: İnsanımızı yaşatmak istiyorsak zelzelede kolaylıkla yıkılmayacak kentler inşa etmek...

Zorunda mıyız; zorundayız!

Bu da bir beka meselesi değil midir?

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.

Öyleyse, bu ülkeyi ve neslimizi geleceğe taşıyacak deprem dirençli yerlerde yaşamalıyız.

Deprem direncinin bileşenleri ise yönetim, halk, altyapı, yapı stoku, çevre/ekosistem ve ekonomidir.

Bu altı bileşenin iyi organize edilmesiyle depremlere dayanıklı kentler inşa edilebilir.

O halde binalarımızı (şehirlerimizi) yarın bırakıp gidecekmiş gibi inşadan vazgeçip, ebediyen yaşayacak şekilde ihya etmeliyiz.

Aksi ihanet olur.

NOT: Türkiye Yazarlar Birliği (TYB), yüzyılın en büyük depreminin yaraları sarılmaya devam ederken deprem bölgesinden gelen akademisyen ve bilim adamlarının da katılımı ile "Dünden bugüne Türkiye'de deprem ve şehirlerimizin yeniden kurulması" konulu panel düzenliyor. Panel bugün TYB Genel Merkezi'nde (Mehmet Akif Divanı Sümer 1. Cad. 11/5 Kızılay / Ankara) saat 14:00'te başlayacak. (0312 232 05 71 – 72)

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp