Top
27/04/2024

Andala, bir varmış bir yokmuş

'Orda bir köy var uzakta. Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür...'

Ahmet Kutsi Tecer'in 1927 yılında yazdığı şiirde (türlü sebeplerle gurbete gidenlerin) memleket özlemi tüter buram buram...

1932 senesinde çocuk şarkısı olarak da bestelenen şiir, bugün bile, pek çok gurbetzedenin duygularının tercümanı.

Güzel Türkçemizin bir atasözü var: 'İnsan doğduğu yerde değil doyduğu yerde...'

Bir zamanların moda tabiriyle 'taşı toprağı altın İstanbul', tası tarağı toplayıp Anadolu'dan akın akın gelenlere kucak açtı on yıllar boyunca.

Çoklarımız, doğduğumuz köyü, kasabayı, ili, ilçeyi geride bırakarak geldik bu güzel şehre.

Ama işte yine de bilirdik ki orda bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdü.

Öyle hepten terk edemezdik köyümüzü. En azından yaz aylarında hasret gidermek, geride bıraktıklarımıza kavuşmak, anılara sarılmak iyi gelirdi hepimize. Sığınılacak bir limandı köyümüz.

Bugün büyükşehirlerde kök salmış, iş güç, torun torba sahibi olmuş sayısız aile benzer bir karenin içinde bulur kendini. Birkaç kuşak geride köy vardır, kasaba vardır; hayal meyal anılar, siyah beyaz fotoğraflar vardır.

Kimileri şanslı; doğup büyüdükleri baba ocağı hala tüter, bayramda, seyranda sıla-i rahim yapar.

Lakin kimi ocaklar vardır ki artık yerinde yeller eser. Yılların yıpranmışlığına teslim olan evler, uğrayanı olmadığı için örümcek bağlayan damlar, kimsesizlikten sıvası dökülen, viran olan haneler... Bir de 'İstimlak' sözcüğüyle tanıştıktan sonra hunhar bir kepçe darbesiyle yerle yeksan olanlar...

İşte arkadaşım Ali Demirtaş'ın çocukluğunun geçtiği Niğde'deki baba ocağı da baraj yapımı dolayısıyla yıkılan evlerden biri.

Niğde'nin Çiftlik ilçesinin Asmasız köyünün Andala yerleşkesindeki ev, bahçesiyle, tarlalarıyla, meyve-sebze alanlarıyla, ahırlarıyla, hayvanlarıyla zaman içerisinde bir 'aile cenneti'ne dönüşmüş. Ne var ki evin babası çalışmak için İstanbul'a gidince Demirtaşlar için hayat ikiye bölünmüş. Yılda birkaç kez Andala'ya gelen baba, zamanla tüm ailesini İstanbul'a taşımış. Andala'daki ev artık arada sırada gidilen bir 'kır evine' dönüşmüş. Hani Ahmet Kutsi Tecer'in şiirindeki gibi: Orda bir köy var uzakta...

2019 yılında devlet tarafından Andala'ya baraj yapım kararı alındığında ise Ali, kolları sıvamış, kamerasını ve ailesini de yanına alarak, yakında sular altında kalacak olan evlerinin belgeselini çekmek üzere yola revam olmuş.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü'nden destek alan 'Andala-Son Ziyaret' adlı proje, böylece, bir aile ölçeğinde insan-mekân-hafıza ilişkisini sorgulayan bir belgesele dönüşmüş.

Gazeteci arkadaşım Ali, böylelikle ilk kısa filmi Duyu'nun ardından ilk belgesel filmini de çekmiş bir yönetmen olarak karşımıza çıkıyor.

Andala, dediğim gibi, bir aile hikâyesinden hareketle insanın doğup büyüdüğü topraklarla ilişkisini sorgulayan, hatıralarla örülü bir belgesel... Kamera karşısına geçen anne, baba ve kardeşler (her biri kendi zaviyesinden kimi zaman duygulu kimi zaman gerçekçi yaklaşımlarla) baraj suları altında kalan 'yuva'larının buruk hatırasını ailenin gelecek kuşaklarına emanet ediyor.

Ali'nin yaptığı, doğup büyüdüğü topraklara ve aile ağacına anlamlı bir vefa gösterisi...

Maziden atiye bir yadigâr...

Andala bugüne kadar pek çok festival yolculuğuna çıktı, kimilerinden ödülle döndü. Aradan geçen iki yılın ardından önceki gün AKM Yeşilçam Sineması'nda aile bireyleriyle birlikte izlediğimiz belgesel, sadece Demirtaşların değil, Türkiye"de pek çok ailenin 'bir varmış bir yokmuş'a dönüşen buruk hikâyesiydi.

Bu yüzdendi, belgeseli izlerken ki duygu ortaklığımız...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları