Top
16/02/2023

Korkuyu beklerken…

İnsan telefonla ararken dahi tedirgin oluyor; acaba zayiata uğradı mı, uğradılar mı?

Deprem felaketinin etkili olduğu illerde dostlarımız, yoldaşlarımız, akrabalarımız, arkadaşlarımız var.

Hepimizin var.

Aradığımızda ya telefon açılmazsa?

-Alo

-Nasılsın?

-İyi desek yalan olur; eş dost, akraba kim varsa yarım kaldı. Dün kız kardeşimi, eşini ve çocuğunu enkazdan çıkardılar, defnettik.

-Başın sağolsun.

Bir başka telefon; az da olsa içimize su serpiliyor: İyiyiz çok şükür, tam zamanında kendimizi dışarı atabildik...

Tren raylarının, zeytin tarlalarının hatta dağların bile yerinden oynadığı bölgede adeta küçük kıyameti yaşadık.

Gece gündüz demeden, kurtarma ekipleri bir cana daha ulaşabilmek için, yeri geldiğinde, tırnaklarıyla enkazı eşelerken, tam o an, başka enkazlarda sesini duyuramayan kaç 10 bin kişi daha sayılı nefesinde...

Bunları düşündükçe, korkuyu bekledikçe yeni depremler titreşiyor içimizde.

Sonra, deprem mevzuatına uygun evler yapmayan, kıyısından köşesinden çalan, arkadan dolananlar geliyor aklımıza ve diyoruz ki bundan sonra, seni, beni, bizi depreme karşı korunaksız kılacak tek bir çivi çakan, katil adayıdır.

Zaman geçtikten sonra yine gevşeyecekse betonun, demirin, müteahhidin, mimarın, denetçinin kalitesi, yine hesap soracak tabiat kanunları ve yine millet olarak kaseti başa saracağız.

Tabi, depremle giden canlarla birlikte sokaklarında dolaştığımız şehirler, oturup gülüştüğümüz çarşı pazar da bugün mahzun.

Anadolu'nun ilk camisi... Yüzyıllar boyunca kubbesinde toplanan duaları kucaklayıp kucaklayıp Allahu Ekber sedalarıyla beş vakit arşa ulaştıran Habib-i Neccar'dan geriye yıkık dökük bir duvar kaldı.

Evler, iş yerleri, yollar harap, gönüller harap...

Ve bir deprem uzmanının kahreden sözü (ki büyük ihtimal doğrudur): Sadece Kahramanmaraş'ta verdiğimiz zayiatla tüm Türkiye'yi yeniden inşa edebilirdik.

Eyvah!

Neden şehirleşmeyi bir türlü başaramadık, neden mercimek tarlasına 'rezidans' yaptık!

Neden hep sonradan aklımız başımıza geldi!

Bu necip millet nerede bir mazlum görse, sağına soluna, ardına bakmadan imdada koşuyor; hamdolsun ki bu böyle.

Almanya'da yardım malzemelerini ateşe veren, deprem bölgesinde tırların önüne kesen eşkıya kansızına inat, Anadolu'nun insanlığı her şeyin üstünde çok şükür.

Ve fakat, testi kırıldıktan sonra her şey çok daha zor.

Düşmana ne gerek; kendi emeklerimize, milli servetimize yazık ediyoruz.

Kağıt üzerinde mevzuata uygun fakat depremde kağıt gibi yırtılan mezarlıklar...

Evet, hiçbir şey 6 Şubat'tan önceki gibi olmamalı.

Gerçi aynı şeyi 17 Ağustos 1999'da Marmara Depremi'nde de söylememiş miydik?

Şehirler ayağa kalkana, hayat normalleşene kadar sorumluluğumuz bitmeyecek.

'Göçük altına giriyorsunuz, canınızdan korkmuyor musunuz' diye soran muhabire, 'Bizim canımız yok, şu an canımız Türkiye' diyen madencimize, cebindeki son kuruşunu yol parası yapıp deprem bölgesine koşan köylümüze, A'dan Z'ye kahramanca çalışan arama kurtarma ekiplerimize karşı sorumluluğumuz bitmeyecek.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp