Top
Servet Yıldırım

Servet Yıldırım

servet.yildirim@milliyet.com.tr

12/07/2018

YENİ DÖNEM YENİ ‘BÜYÜME’ MODELİ

Türkiye eğer ekonomide orta gelir tuzağından çıkıp bir üst sınıfa atlayacaksa ihracata dayalı bir büyüme modeli izlemek zorunda. Aksi takdirde, iç talebe dayalı büyüme ile iki ileri bir geri gider geliriz...

Önce birkaç soru-cevapla başlayalım. Oradan güncele, yani yeni hükümetin ekonomide önceliği ne olmalı konusuna bağlarız.

Soru: Almanya, Japonya, Çin, Singapur, Finlandiya ve Kore’nin ortak özellikleri nedir?

Cevap: Bu altı ülkenin altısı da İkinci Dünya Savaşı sonrası, özellikle 1955-1997 yılları arasında aralıksız uzun (arka arkaya en az 20-30 yıl) ve yüksek büyüme dönemi yakaladılar.

Soru: Bu yüksek büyüme performanslarının ortak bir noktası var mıydı?

Cevap: Hepsi de ihracata dayalı bir büyümeyle parlak oranları yakaladılar.

Soru: Büyümede en büyük pay hangi sektöründü?

Cevap: Bu ülkelerin tamamında imalat sanayiinin GSYH içindeki doğrudan payı yüzde 25’i aşıyordu. Elektronik, ulaştırma, tekstil ve mühendislik gibi dallar öne çıktı.

Soru: Bu ekonomilere sınıf atlatan özellikle bir alt sanayi var mıydı?

Cevap: Almanya dışındakilerin neredeyse tamamı elektroniğe yüklendiler. Sıçramayı da elektronik üzerinden yaptılar. Teknolojik derinleşmeyi, bilgi birikimini burada yakalayıp diğer alanlara da uyguladılar.

Soru: Sanayileşmelerinde başka ortak nokta var mıydı?

Cevap: Vardı. Mesela hepsi imalat sanayiinde güçlü dünya markaları yarattılar. Fason ya da taşeron üretimin ötesine geçtiler. Araştırma geliştirmenin payını sürekli artırdılar, patent ürettiler.

Soru: Bu ülkelerdeki sanayileşme devriminde kamu otoritesi nasıl bir rol oynadı?

Cevap: Sanayileşme, kur ve ticaret politikaları ile reel sektör firmalarına uygun ortam yarattılar. Eğitim politikaları ile işgücünün niteliğini artırdılar. Ucuz finansmana erişimi sağladılar. İş gücü maliyetlerini aşağı çekmeye çalıştılar.

Hepsi ABD’ye sattı...

Bunlar Dünya Bankası gibi kuruluşların tespitleri. Yakın tarihteki bu örnekler de gösteriyor ki Türkiye eğer ekonomide orta gelir tuzağından çıkıp bir üst sınıfa atlayacaksa ihracata dayalı bir büyüme modeli izlemek zorunda. Aksi takdirde, iç talebe dayalı bir büyüme ile iki ileri bir geri gider geliriz. Türkiye’nin geçmişte yüksek ihracat performansı yakaladığı dönemler oldu. Mesela 2002-2008 arasında dolar bazında yıllık ortalama yüzde 15 dolayında ihracat artışı yakalanmıştı. 1980’li yıllarda da yüksek artışlar vardı. Fakat bu dönemlerin hiçbiri klasik anlamda “ihracata dayalı büyüme” dönemi değildi.

Tekrar altı ülke örneğine dönersek, bir ortak nokta daha görürüz. Bu ülkelerin neredeyse tamamının, hızlı büyüme ve ihracat patlaması dönemlerinde ürettiklerini sattıkları dev bir pazar vardı, ABD. Hızla genişleyen Amerikan pazarı ve Amerikan halkının doymak bilmeyen tüketim iştahı bunların şansıydı. Bu ekonomiler, deyim yerindeyse ne üretseler ABD’ye satıyorlardı. Oysa şimdi ABD uyandı; herkesin her istediğini satabileceği bir pazar olmaktan çıkmak istiyor.

Bu da bizim şansızlığımız...

Önce finansal istikrar

Kabine açıklandığından bu yana görüştüğüm iş adamlarına sordum, “Yeni hükümetten öncelikle ne bekliyorsunuz?” diye. Gelen yanıtların büyük bölümü TL’de istikrar ve enflasyonda düşüş beklentisini ortaya koyuyor.

Özellikle son bir yılda bir yandan artan kur, diğer yandan yükselen faizlerden darbe yiyen birçok işletmenin canı fena yandı. O nedenle Türk Lirası’ nda ve fiyatlarda istikrar beklentisi oldukça güçlü. Bu iki dengenin sağlanmasıyla, iş dünyasını zorlayan ve yatırımdan caydıran faizlerin aşağı çekilmesinin de yolu açılacaktır.

Kısa vadede beklenti bu. Daha orta vadeye yönelik beklenti ise, dün TÜSİAD’ın da açıkladığı gibi, makroekonomik dengeleri sağlayacak yapısal, mali ve finansal tedbirleri içeren kapsamlı bir programın süratle uygulamaya konulması.

İhracatçıya finansman desteği

İhracat deyince finansman, ihracatın finansmanı deyince de Eximbank’tan söz etmemek olmaz. İhracatın finansmanında yükü omuzlayan en önemli kuruluştur.

Bankacılık sektörünün açtığı toplam ihracat kredilerinin yüzde 45’ini tek başına Eximbank kullandırmış. Hem de döviz kredilerinde Libor+1.47 ve TL’de ise yüzde 6.65 gibi oranlarla.

Kamunun sermaye desteği ve Merkez Bankası’nın sağladığı imkânlar kısıtlanınca Eximbank çareyi dış kaynaklara yönelmekte bulmuş. Dünya Bankası ve MIGA gibi kuruluşların yanı sıra dünyanın önde gelen bankalarından sendikasyon kredisi ve ikili ticari kredi teminine başlamış. Bu yıl da 4.4 milyar dolar kaynak temin etmeyi planlıyor.

KOBİ’lere kredi

Banka yöneticileri dış kaynak temini için şu an yurt dışında roadshow’da. Dışarıdan yaptığı uzun vadeli borçlanmalar sayesinde Eximbank ihracatçılara işletme sermayesi kredilerinde vadeyi 5 yıla uzatabildi.

Eximbank Genel Müdürü Adnan Yıldırım, bankanın son dönemdeki atılımlarını anlattı. Örneğin, Exim, döviz cinsinden kredilerin doğrudan döviz olarak kullandırılmasına imkân tanıdı.

Diğer ülkelerin ihracat kredi kuruluşlarıyla işbirliğine gitti. Doğrudan kredilerin yanı sıra garanti vererek bankacılık sektöründeki fonların ihracata yönelmesi için bankalarla anlaşmalar imzaladı. Bu yılın ilk yarısında KOBİ’lere 1.7 milyar dolar kredi kullandırdı.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp