Top
22/12/2023

Seçimlerin gölgesinde 2024...

Geçen yıl aralık ayında gerçekleştirdiğim bir sunumda, 2023 yılı için şu risklerden bahsetmiştim:

1. Enflasyon-Resesyon Gelişmeleri ve Dünya Ticaretine Yansımaları

2. Tedarik Zorlukları ve Tedarik Zincirlerindeki Mecburi Yapılanmalar

3. Sıcak Çatışma veya Savaş

4. İslam Dünyası ve Batı Arasındaki Gerginliğin Artması

5. Sürekli Artan Nüfus, Bozulan Çevre Şartları, Afetler

6. Sürekli Artan Borç ve Kuvvetli Paraların İkame Edilmesi Çabaları

Özellikle 4 numaralı maddede belirtilen meselenin ciddiyetini, göç ve nüfus gelişmeleri ile Batı Dünyası içindeki tartışmalar ve yükselen aşırı milliyetçilik bağlamında açıklamıştım. Üzerinden bir yıl geçti ve yukarıda belirttiğim riskler tazeliğini koruyor. Hatta bazıları daha da derinleşti diyebilirim.

Yaklaşmakta olan 2024 senesinde; ülkede seçim olacağı için yukarıdaki maddeleri daha da zorlu hâle getirecek politik yaklaşımların ve söylemlerin sergileneceği anlar yaşayacağız desem yanlış olmaz. Geçenlerde uzmanlar ve hatırı sayılır tecrübeye sahip yöneticilerle beraber yaptığımız bir toplantıda tuttuğum notları derli toplu bir şekilde sizlerle paylaşmak istedim.

Herkes normalde ekonomistlere reçete sorar ama toplantıda ben dâhil birkaç ekonomist “mesele iktisadi olmaktan çok siyasi” diyerek kısa bir toparlama yapmayı tercih ettik. Açıkçası 70 civarında ülkede yaşanacak seçimler, küresel ekonominin nereye gideceği hakkında bize en doğru yolu gösterecek. Tabii öncelikle bizi en çok ilgilendiren ABD ve AB seçimleri ve bölgedeki konjonktürü ele almak gerekiyor.

Seçimler her zaman heyecandır ve Türkiye’de 31 Mart’ta gerçekleşecek yerel seçimleri bu açıdan önemsiyoruz. Ancak, yerel seçimlerden kimin galip çıkacağına dair şimdiden kesin bir yargıda bulunmak zor. Ayrıca yerel seçimlerden hemen sonra genel seçimlerin “erken” yapılması konusunda bir baskının oluşacağını tahmin ediyorum. Kim büyük şehirleri alırsa bu durumu avantaja çevirmek isteyecektir.

Dünya siyaseti için elbette bizi en çok ilgilendiren ABD seçimleri olacak. Şu ana kadar Biden mecburen Demokratların tek adayı olarak gözüküyor ama seçildiği durumda sağlık sebepleriyle bırakmak zorunda kalırsa, hiç kimse şu anki Başkan Yardımcısı Harris’in görevi devralmasını istemiyor. Bu sebeple partide bir Başkan Yardımcısı arayışı var.

Diğer taraftan Trump’ın çeşitli eyaletlerde önde gittiğini ve geçen seçimlerde kendisine oy vermemiş siyahların %20’si ve diğer göçmenlerin %12’sinden oy alabileceği görülüyor. Anlaşılan Trump’a açılan dava onu kamuoyu nezdinde “mağdur” durumuna sokmuş ve bundan ciddi oy devşiriyor. Ancak Colorado Yüksek Mahkemesinin Trump’ın ön seçime giremeyeceğine dair kararı denklemi değiştirebilir. Tüm eyaletlerde benzer şekilde karar çıkarsa, “isyan başlatma” suçundan dolayı Başkan Aday Adaylığı suya düşebilir.

Bu arada ABD ile ilgili analizlerde “iç savaş riski” gibi ütopik ihtimallerden bahsedildiğini de söyleyeyim. Aslına bakılırsa ABD dâhil tüm Batı ülkelerinde toplum ikiye bölünmüş durumda diyebilirim. Bir tarafta aşırı milliyetçiler diğer tarafta ise liberaller ile solcular birlik hâlinde hareket ediyor. Ancak The Economist’in pandemiden önceki bir sayısında Batı ülkelerinde “sağ ve sol söylem” diye bir yaklaşımın kalmadığı, aşağı yukarı her seçmenin hoşuna gidecek milliyetçi söylemlerde bulunduğu anlatılmıştı.

Meseleye geri dönersek, ABD Dış Politikasının baş aşağı gidişi Biden ile hızlanırken, 2019 yılından beri Türkiye ile başkanlar düzeyinde herhangi bir resmî ziyaretin karşılıklı olarak yapılmadığını unutmamak gerek. Biden, Erdoğan’a “İsveç NATO’ya girsin öyle görüşelim” mesajını veriyor. Erdoğan da “artık bu konu Meclis’te görüşülecek, ben elimden geleni yaptım” diyor. Macaristan Parlamentosu ise Türkiye’den gelecek kararı beklediği için, oylamayı ertelemiş durumda.

NATO’nun 75. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle Washington’da düzenleyeceği zirvenin yukarıda anlattıklarım açısından önem kazandığı ortada. Bundan 75 yıl önce 1949 yılının 4 Nisan’ında Washington’da imzalanan NATO antlaşmasından beri belki de en zor zamanlardan geçiyoruz denebilir. Biden Türkiye’ye “buraya İsveç’in üyeliği ile gelin” derken, Türkiye tarafı F-16 alımının bu şarta bağlanmasına tepki gösteriyor. Ayrıca, İsveç’in NATO’ya üyeliği bile uçak alımını kesinleştirmeyeceği düşünülüyor. Çünkü, ABD’de 50 milyon doları aşan askerî konular Temsilciler Meclisi tarafından karara bağlanıyor. Tam seçim arifesinde Yunan, Ermeni ve Yahudi Lobilerine rağmen Türkiye lehine bir karar çıkmasını beklemek hayalperestlik olur.

Tabii gözümüzden kaçmıyor, Türk basınında İsveç ile ilgili haberler çok azaldı. İsveç’in aleyhine haber yapan pek yok. Büyük ihtimalle Meclis’teki oylama öncesinde kamuoyu oluşturuluyor. Özetle Türk Hükûmeti İsveç’in NATO’ya üyeliğini zorlaştırmıyor. Eğer bu aralar İsveç’ten İslam Dünyasını rahatsız edecek başka haberler gelmezse, Meclis’ten onay çıkar diye düşünüyoruz.

F-35 projesinden çıkarılan ve F-16 uçaklarını alamayan Türkiye geçenlerde Eurofighter alımı için harekete geçti ama bu sefer de Almanya engel oldu. Açıkçası Türkiye F-35’ten önce Eurofighter’a yeşil ışık yakmış ancak sonra ABD tarafına dönmüştü. Yine de bu uçakları alabilir ama NATO’nun JSF programına eklemlenmeyen uçakların “ortak misyon” uygulaması imkânsız hâle gelir. Dolayısıyla Türkiye arayışlarına devam ederken, kendi savunma sanayiini geliştirmeye devam edecek...

 

AB Parlamento Seçimleri...

 

Hazır Almanya ve AB’den bahsederken, 2024 yılında gerçekleşecek AB Parlamento Seçimleri ile ilgili notları paylaşayım:

Avrupa’da yükselen bir faşizm var. Avusturya Başbakanı’nın söylemleri ortada, İtalya ve Almanya’da benzer eğilimlerin yükseldiği zaten görülüyor. AB Parlamento seçimlerinde aşırı sağcı adayların daha şanslı olduğu görülüyor ancak ortada bir sorun var. Bu eğilimleri temsil edenler zaten en başından beri AB Projesine karşı olduklarını ifade ediyorlardı. Dolayısıyla AB Projesinin sonunu getirmek isteyenlerin AB Parlamentosunu doldurdukları ilginç bir süreç yaşayacağız. Sanıyorum bu kaçınılmaz gelişmenin paniği ile AB Komisyonu Ukrayna ve Moldova ile müzakereleri başlatma kararı aldı, Gürcistan’ı da bekleme listesine koydu. Bu hamle aslında AB’yi kurtarmaz ama Rusları tahrik edebilir.

Sürekli beklemede olan Türkiye ile ilgili son açıklanan ilerleme raporu, daha öncekilere göre biraz daha yumuşak yazılmıştı diyebilirim. Mesela, AB-Türkiye ortaklık konseyi toplantılarının tekrar başlaması, Gümrük Birliğinin modernizasyonu, vize kolaylığı gibi konular eklenmiş. Ancak AB tarafı Türkiye ile ortak dış politika uygulamanın imkânsızlığını sürekli tekrar ediyor. En başta AB ile en önemli anlaşmazlık Kıbrıs ile başlıyor, İsrail ve Hamas meselelerine kadar uzanıyor. Özetle, AB ile Türkiye’nin ortak dış politika uygulama imkânı olmadığı gibi hukuki süreçlerde anlaşmazlık olduğu açıkça görülüyor.

Türkiye’yi ele alırsak: Ciddi bir kaynak ihtiyacı olan Türkiye’nin söz konusu kaynağa erişimini en başta ABD ve diğer ülkelerdeki Yahudi lobileri olduğu kesinlik kazanmış durumda. Ancak, yerel seçimler tamamlanana kadar hatta Gazze Meselesi dünyanın gündeminden kalkana kadar Erdoğan’ın Netanyahu’ya karşı söylemlerini yumuşatmayacağını beklemek gerekiyor. Ancak söylemlerin İsrail’i hedef almadığı, doğrudan doğruya Netanyahu’yu hedef aldığı görülüyor. Bu açıdan Türkiye ve İsrail Halkları arasında bir sorun olmadığının altı çiziliyor. Bu diplomasi çizgisi Türkiye’deki Musevileri de hedef tahtasına oturmaktan kurtaran bir yaklaşım diyebilirim. Bu sayede süreci Türkiye’de herhangi bir taşkınlık olmadan geçiriyoruz...

Kafkaslara doğru baktığımızda orada alışılmışın dışında işler oluyor desem yanlış olmaz. Azerbaycan, Çin’in kuşak yok projesine destek verecek bir demiryolu hattını Ermenistan’ı baypas ederek İran ile birleştirmek için kolları sıvadı. Bu konuda “müsaade etmeyiz” diyen ABD’ye, devlet başkanı Aliyev’in “gel de engelle bakalım” dediği biliniyor. Ayrıca “isterse Ermenistan da katılabilir” diye yeşil ışık yakan Azerbaycan’ın, Türkiye ile ilişkileri giderek kuvvetleniyor. Ancak Ermenistan’ın Kafkasya’da sakinleşmemesi için Fransa’nın kışkırttığı ve ABD’nin buna çanak tuttuğu da biliniyor. Belki de bu sebeple Türk-Azeri-Özbek askerlerinden oluşacak bir “Ortak Kolordu” kurulması fikri benimsendi. Hatta bu girişime bölgedeki diğer ülkelerin katılması bekleniyor.

Her ne kadar Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev “dış politikamız Türkiye ile %100 uyumlu” dese de İsrail ile yaptıkları stratejik iş birlikleri ve Gazze sürecindeki destekleri pek uyumlu olmadı. Ancak iki ülkenin dostluğu bu ayrıntıların görmezden gelinmesine yol açıyor.

Sonuç olarak, yaklaşmakta olan seçimlerin gölgesinde hem enflasyon hem de büyüme endişelerinin aynı anda ele alınacağı bir 2024 yaşayacağız. Açıkçası bunların üzerine iklim felaketleri ve doğal afetler eklenirse, uluslararası kurumlar makroekonomik öngörülerini revize etmek zorunda kalacaklar. Bazı ülkelerde enflasyon raydan çıkarken büyüme beklenenden daha hızlı yavaşlayabilir.

2023 yılı içinde varlıklarını likide etmiş olanların yatırım yapmak için sabırsızlandığını görüyorum, ancak bahsettiğim çerçeve ve değişkenlerin ışığında doğru zaman ve doğru enstrüman için oldukça sabırlı olmaları gerektiğini söylemeliyim...

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp