Top
Dr. C. Ahmet Akışık

Dr. C. Ahmet Akışık

c.ahmetakisik@gmail.com

23/09/2022

Diyanet’in “Vehhabî Kur’an Hattı”na Geçişinde, Yasal Dayanağı Var mı?

 
 
Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet tarihinde bugüne kadar Mushaflarda uygulanan hat/imlâ, Aliyyül Karî isimli hattır. Bu “hat uygulaması”nın belgelere göre 700-800 senelik bir geçmişi vardır. Şu anda halkımız, bu hatta göre yazılan Mushaflardan Allah’ın kelâmını okumaktadırlar. Ecdadımızın yüzyıllar boyunca Mushaflara nakşettikleri bu hat, son derece açık, seçik, sade ve okunaklıdır.
Diğer tarafta dünyada Suûdî/Vehhabî merkezli kullanılan hat da Resm-i Osmanî ismini verdikleri imlâdır. Ancak bu hattın/imlânın Hazret-i Osman devrinde İmam Mushaf’a göre çoğaltılan Mushaflarla bir ilgisi yoktur. Resm-i Osmanî’ye Fehd hattı da denilmektedir. Fehd Mushaf hattının 100-150 senelik bir geçmişi vardır.  
Türkiye’de “Vehhabî hat tarzına geçiş”, ilk defa 2008 yılında İSAM’da Başkan Ali Bardakoğlu önderliğinde yapılan bir toplantı ile gündeme gelmiştir. Toplantıya konu ile ilgili kişi, birim ve bazı kuruluşlar çağrılmıştır.
  
Öne Sürülen Gerekçeler
 
T. Altıkulaç Diyanet’ten ayrıldıktan sonra şaşılacak bir durum Kur’an Tarihi konusuna ilgi duyarak Mesâhif-i Kadîme kitabını hazırlamaya koyulmuştur. Hâlbuki bu konu, son asrın azılı ve İslam Düşmanı Misyoner Müsteşriklerin titizlikle yürüttükleri bir konudur. Hedefleri, Kur’an’da âyetler arasında tutarsızlıklar olduğunu, Kur’an’ın tahrif edildiğini, hatta ilâhî kelâm olmadığını çeşitli ülke ve şehirlerde bulunan kadîm/eski Mushaflar üzerinde çalışmalar yaparak ortaya çıkarmaktır.
Tayyar Altıkulaç, üstadı M. Hamidullah’ı izleyerek Kur’an Tarihi ve Kadîm Mushaflar konusunda küresel Oryantalizm projesine katılanlardan biri olmuştur.
“Mesâhif-i Kadîme’de ne yapılmıştır?” diye sorulacak olursa, buna şöyle cevap verebiliriz:
Mesâhif-i Kadîme’de 14 adet Mushaf, Şam-Basra-Kûfe-Mekke-Medine Mushaflarıyla karşılaştırılmıştır.
14 adet mushaf şunlardır: 1) Taşkent, 2) Topkapı, 3) TİEM/ İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi, 4) Kahire, 5) St. Petersburg, 6) Topkapı/Medine, 7) Hint Ofisi, 8) Hazret-i Ali’ye nispet edilen San’a, 9) Londra, 10) Paris, 11) MEFİ/Kahire İslam Sanatları Müzesi, 12) Tübingen, 13) Berlin, 14) Matbu Fehd, Mushaflarıdır.
Hazret-i Osman Mushaflarıyla ona nispet edilen 14 adet Mushaf arasındaki farklara dair âyet-i kerimelerden kelimeler gösterilmiştir.
Peki, Hazret-i Osman’ın İmam Mushaf’a göre 5-6 adet çoğalttığı ve bazı yerleşim merkezlerine gönderdiği Mushafların, çizelgelerde karşılaştırılması yapılan Şam-Basra-Kûfe-Mekke-Medine’deki Mushafların aynısı mıdır?
Altıkulaç buna: “Hayır, kesinlik yok, ona nispet ediliyor” diyor.
Bu durumda zan/tahmin, ilim ifade eder mi? Elbette, hayır.
O zaman 14 Mushafın, 5 adet Mushaf ile karşılaştırılıp “bazı Mushaflarda bazı kelimeler farklı yazılmıştır, bu bir tutarsızlıktır” demenin amacı ne olabilir? Bir Müslüman, nasıl böyle bir ifadede bulunabilir? Bir âyette teştehî, diğerinde de teştehîhidir. Altıkulaç, buna “tutarsızlık diyor. Bu hattı da aşan bir itirazdır. Bu, Kur’an’ı eleştiriye tâbi tutan Oryantalistlere bir bakıma “ben de varım” demek olur.
İşin en dikkat çekici yönü ise, 540 sayfalık çalışmada, Türkiye’deki Mushaflar ile Fehd/Vehhabî merkezli Mushafların karşılaştırılmasının yapılmamasıdır. Bu çok önemlidir!
Eğer böyle bir karşılaştırma yapılsaydı, bütün dünyada -Türk, Arap, Mısırlı, Tunuslu, Pakistanlı, Somalili, Endonezyalı ve diğer Müslüman toplumlardaki- Müslümanların ellerindeki Mushafların aynı olduğu, hiç değişmediği, tahrife uğramadığı gösterilmiş olacaktı.
Esasında Selçuklu ve Osmanlının 700-800 sene hiç değişikliğe uğratmadan İslam’ın temeli olan Kur’an-ı Kerim’i nasıl korudukları, belgeli olarak dünyaya ilân edilmiş olacaktı.
Fakat Altıkulaç, böyle bir karşılaştırma yapmamıştır.
İster Müslüman, ister Müslüman olmayan, şunu iyi bilmelidir ki, bugün dünya Müslümanlarının ellerinde olan Mushaf-ı Şerif/Kur’an-ı Kerim, Selçuklu ve Osmanlının mirasıdır. Vehhabîler, Mushaftaki hattı/imlâyı bozarak âyetlerin okunmasını zorlaştırmışlardır. Fakat sûre, âyet ve kelimelerde bir fazlalık ve eksiklik yoktur.
Böylece Türkiye’de, Somali’de, Mısır’da, Arabistan’da ve diğer ülkelerde bulunan Mushaflarda âyetler arasında herhangi bir tutarsızlık bulunmamaktadır. Hat/imlâ bakımından farklılığın %99.9’u elif’in yazılıp yazılmaması, diğeri de kırâat bakımındandır. Türkiye’deki Mushaflarda elif yazılmıştır. Vehhabî Merkezli Mushaflarda ise elif kaldırılmıştır. Bu işlemin manaya hiçbir etkisi yoktur.
Bu bilgiyi verdikten sonra T. Altıkulaç’ın hocası Hamidullah’ın Kur’an Tarihi alanında yaptığı çalışmalara ve iddialarına geçebiliriz. Görülecektir ki, Kur’an’a yönelik eleştiriler, aynısıyla onun tarafından da yapılmaktadır.
 
Hamidullah’ın Eleştirileri
 
M. Hamidullah (ö.2002), Avrupa’da Müsteşriklerin elinde büyüyen, yetişen, İslam üzerinde çalışmalar yapan ve İslam’ı, Batılı fikriyata göre yorumlayan bir bilgindir. İslam ülkelerine İslam âlimi olarak tanıtılmıştır. Türkiye’de yerleşik Ehl-i Sünnet akidesini, Batı’nın İslam algısı çerçevesinde değiştirmekle görevlendirilmiştir.
1951’de İstanbul’da düzenlenen 12. Milletlerarası Müsteşrikler Kongresi’ne katılmıştır. 1952 yılından itibaren 23 yıl boyunca belli aralıklarla İstanbul, Ankara ve Erzurum Üniversitelerinde ders ve konferanslar vermiştir.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde Hayreddin Karaman, Bekir Topaloğlu, Suat Yıldırım, Yusuf Ziya Kavakçı ve Salih Tuğ gibi Modernistlerin yetişmesini sağlamıştır (DİA, M. Hamidullah mad.) Tayyar Altıkulaç ve Saim Yeprem de böyle bir ortamda -Batı’nın şekillendirdiği İslam’a göre- yetişmişlerdir.
Hamidullah, Müslümanların mübarek ve mukaddes kitabı, Kur’an-ı Kerim hakkında şöyle diyor:
Kur'an, tarih boyunca Arap dilinde yazıya geçirilmiş ilk kitaptır. Bu sebeple onda dakik bir yazım birliğinin olmaması bizi şaşırtmıyor. Bunun sebebi özellikle onun yirmi üç yıl gibi uzun bir zaman diliminde vahyedilmiş olması ve Hazret-i Peygamber'in özel kâtiplerinin durumlara göre farklı kişilerden meydana gelmesidir. Kur'an'ın bugün dünyanın dört bir yanında bulunan elyazması nüshalarında bazı farklılıklar bulunmaktadır (M. Hamidullah, K. Kerim Tarihi, s.17)
Hamidullah, görüldüğü gibi tam bir Müsteşrik ağzıyla konuşuyor: Kur’an’da yazım birliği yokmuş. Vahiy kâtipleri farklı kişilerden meydana geldiği için bazı kelimeleri farklı yazmışlar diyor. Sanki vahiy kâtiplerinin yanındaymış gibi iddiada bulunuyor. Hamidullah, aslında Müsteşriklerin iddialarını dile getiriyor.
Hamidullah, vahiy kâtiplerini “eskiden Kaymakamlıklar önünde insanlara dilekçe yazan arzuhalciler” gibi düşünüyor. “Vahiy nedir? Eshab-ı Kiram kimlerdir? Vahiy kâtibi, kimin emriyle ve nasıl vazife yapar? Vahiy döneminde Cibril-i Emin’in emir, nehiy ve ta’limleri nelerdir?” gibi konularda İslam âlimlerinin tespit ve beyanlarından habersiz veya bunlara inanmayan bir kişi, elbette böyle düşünür ve yazar. Buna şaşırmamak gerekir.
Fakat bir Müslüman, bu sorulara Tefsir, Hadis, Akâid, Fıkıh ve Siyer müctehid âlimlerinin verdikleri cevaplara göre bilgi sahibi olur ve inanır. Akıllı bir Müslüman, dinini, Kur’an’a, Peygamber’e ve İslam’a inanmayan bir Müsteşrik’ten/Oryantalist’ten değil, Dört Mezhep İmamı ve bunlara bağlı âlimlerden öğrenir.
 Hamidullah, K. Kerim Tarihi kitabında şu örnekleri veriyor:
Zâriyât, 47. âyetindeki bi-eydin kelimesi; Fehd Mushafı’nda biri okunmayan iki ye ile, Sâd, 17. âyette ise tek ye ile,
Kehf, 23. Âyetinde li-şeyin kelimesi, okunmayan elif ile; Nahl, 40. âyetinde elifsiz,
Tevbe, 47. âyetinde vele-evda’û kelimesi, okunmayan elif ile; Fehd Mushafı’nda elifsiz,
A’râf, 145. âyetinde se-ürîküm kelimesi, vavsız; Fehd Mushafı’nda okunmayan vavlı,
Yazılmıştır. Bunun gibi daha bazı örnekler veriyor (M. Hamidullah, K. Kerim Tarihi, s.17-18).
Hamidullah, bu konuda niçin çalışma yapmıştır? Maksadı nedir, dine hizmet gayesiyle mi, yoksa Kur’an üzerinde bazı şüpheler uyandırmak ve yeni yetişen Müsteşrik adaylarına malzeme sağlamak için mi, böyle bir çalışmaya girişmiştir?  
Elbette bunlar, bir Müslümanın ilk aklına gelen sorulardır. Ancak, Hamidullah’ın, -Mekkeli kâfirlerin bile doğru anladıkları, fakat inanmadıkları- miraca ruhî diyen; âyet ile sâbit Mescid-i Aksa’nın göklerde olduğunu söyleyen; Uzak Doğu’da bazı rahip din önderlerinin peygamber olduğunu iddia eden; Peygamberimizin âyetle sâbit ümmîliğini kabul etmeyen ve yine Peygamberimizin gençliğinde putlara kurban kestiğini söyleyen birinin amaç ve hedefi çok açıktır. O da İslam’ı değiştirmektir.
 Tayyar Altıkulaç da hat/imlâ eşliğinde Kur’an’a yönelttiği eleştiriler konusunda hocası Hamidullah’tan geri kalmamıştır. Hatta bir adım daha ileri giderek, Vehhabî hattının/imlâsının resmen Türkiye’de de kabul edilmesinin şart ve elzem olduğunu iddia etmiştir.
 
Diyanet’in “Vehhabî Hattı” Tercihi
 
Tayyar Altıkulaç, 2008’de İSAM’da yapılan -A. Bardakoğlu’nun ifadeleriyle- mahrem toplantıda “Fehd/Vehhabî hat tarzına geçiş”i teklif etmiş ve bunun gerekçelerini yayınladığı “Mesâhif-i Kadîme” kitabında da uzun uzun açıklamıştır.
T. Altıkulaç, toplantıda (CD/1,3) ve Mesâhif-i Kadîme kitabında “âyetler arasında hat/imlâ bakımından bazı tutarsızlıklar vardır” diyor (T. Altıkulaç, Mesâhif-i Kadîme, s.105). 
Altıkulaç, kendine göre tutarsız olarak gördüğü şu örnekleri veriyor:
1. Kâle kem lebistüm (Mü’minûn,112) kelimeleri, Mü’minûn,114’de Kâle in lebistüm şeklinde yazılmıştır (Mesâhif, s.110)
2. Teştehî (Fussılet,31) kelimesi, Zuhruf,71’de Teştehîhi şeklinde yazılmıştır (Mesâhif, s.110).
3. Kâle’bne ümme (A’râf,150) kelimesi, Tâhâ, 94‘de kâle yebneümme şeklinde bitişik yazılmıştır (Mesâhif, s.105-106).
4. Se’av (Sebe’, 5) elifsiz yazılmış. Fakat se’av (Hac,51)’de elifli yazılmıştır.
Bu örneklerdeki âyet-i kerime kelimeleri, Fehd/Vehhabî Mushafında da aynı şekilde yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle verilen örneklerde Osmalıdan beri Türkiye’deki Müslümanların kullandıkları Mushaf ile Fehd Mushaf’ı kelime yapısı bakımından aynıdır.
Bu tespit, çok önemlidir.
Ancak iki Mushafta -Türkiye’de ve Arabistan’da- hat/imlâ farklılığı, yüzde 99.9 elifin yazılıp yazılmaması açısındandır. Meselâ bizdeki Mushaflarda kitâb kelimesinde te’nin önünde elif yazılıdır. Fehd Mushaflarında bu elif yoktur.
Zaten bütün dünya ülkelerinde hat/imlâ bakımından Mushaflarda iki farklı yazılım vardır. Bunların biri şu anda Türkiye’de kullanılan hat/imlâ, diğeri de Fehd Mushaflarındaki imlâdır.
Fehd imlâsının dünyada yaygın olmasının sebebi, Suûdilerin Vehhabîliği Osmanlıya ve Ehl-i Sünnet’e karşı kullanmalarındandır.
Tayyar Altıkulaç, ilgili toplantıda ve söz konusu kitabında Vehhabîlik konusuna hiç değinmemiştir.
Tayyar Altıkulaç, Diyanet İşleri Başkanlığı’nda iken de Milletimizin Ehl-i Sünnet Akâid ve Fıkhı’na karşı çıkan, hatta düşman olan Reşid Rıza’nın o meş’um kitabının DİB yayınları arasına girmesini sağlamıştır.
 
Tayyar Altıkulaç’ın Sicili
 
Tayyar Altıkulaç, DİB Başkan Yardımcısı iken Saim Yeprem’le birlikte Mısır’da üstadları mason ve dinde reformculardan olan M. Reşid Rıza’nın “Muhâveratu’l-muslih ve’l-muqallid” kitabını, “İslâm’da Birlik ve Fıkıh Mezhepleri” ismiyle ve Hayrettin Karaman’ın sadeleştirmesiyle 1974’te basımını gerçekleştirmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasında yer alan bu kitap, “İslam’da Birliği” mi, sağlıyordu? Yoksa Müslümanları ayrıştırıyor muydu? Kitapta başta Dört Mezhep İmamı olmak üzere Sünnî bütün âlimler, müctehidler ve mezhepler tenkit ediliyor, bir Müslümanın bir mezhebe bağlılığı dalâlet/sapkınlık ve bâtıl bir taklid olarak gösteriliyordu.
Reşid Rıza, aynı zamanda azılı bir Osmanlı ve Türk düşmanıdır.
Şimdi Tayyar Altıkulaç, bu dış destekli -Mısır- ifsadatına bir yenisini daha eklemek suretiyle ecdadımızın 700-800 sene kullandığı ve şu anda ülkemizde yürürlükte olan Aliyyül Karî Mushaf hattını/imlâsını kaldırmak ve Suûdilerin/Vehhabîlerin sözde Resm-i Osmanî dedikleri hatta  geçilmesini istiyor. Gerekçe olarak da “İslam’da Birlik” iddiasını ileri sürüyor.
Ancak Tayyar Altıkulaç, her birliğin, faydalı ve hayırlı olduğunu mu düşünüyor? Ya o birlik, küfürdalâlet ve fısk ise, yine katılma talebinde bulunacak mı?
Bugün Misyonerler, Müsteşrikler, teröristler, Şia, Havâric, FETÖ, Vehhabîler, hepsi insanları kendilerine da’vet ediyorlar. Bize gelin “Birlik olalım” diyorlar. Fakat her birliğin karşısında mutlaka bir düşman vardır. Böylece:
Teröristlere katılan, milletine ve vatanına ihanet etmiş, onu düşman bilmiş olur.
Misyonerlere, Müsteşriklere ve FETÖ’ye katılan, dinine ihanet etmiş, onu düşman bilmiş olur.
Şia’ya, Haricîlere ve Vehhabîlere katılan, Ehl-i Sünnet’e ihanet etmiş, onu düşman bilmiş olur.
Salih Müslüman, yüce “Allah’ın hizbi”ndendir, O’nun dininin taraftarıdır (Bk. Hizbüllah: Mücadele, 22). Düşmanı ise, dinine karşı olan her şeydir (Bk. Hizbüşşeytan: Mücadele, 19)
Onun için Müslümanın dostunu ve düşmanını iyi seçmesi gerekiyor. Bunun ölçüsünü de dinimiz veriyor: Allah için sevme ve Allah için buğz etme (Ebû Davûd, Sünnet 3). Bunu iyi anlayan ve iyi uygulayan bir Mü’min, tebrike şâyandır.
 
Diyanet’te Yasal olmayan Yetki ve Görev
 
DİB Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanlığı’nın resmî sitesinde şu ifade yer alıyor:
Kur'an-ı Kerimlerin “Resm-i Osmani" veya “Aliyy'ül Kari” hatlarına uygun olmasını, aynı şekilde Bilgisayar ortamında hazırlanan Kur’an-ı Kerimlerin bu doğrultuda basılmasını ve yayınlanmasını sağlamak, sesli ortamda hazırlanan her türlü cd, bant, sesli, görüntülü Kur’an-ı Kerimlerin tetkiki ile basım ve yayımına izin verilmesi hususunda yetkili ve sorumludur.
Kurul Başkanı Osman Şahin, bu yetkiyi nereden alıyor? Bir devlet memuru ve yöneticisi, kanunun vermediği bir yetkiyi kullanabilir mi?
Resm-i Osmanî, bugün Fehd/Vehhabî Mushaf hattı için kullanılan bir kavramdır. Hazret-i Osman devrinde yazılan İmam Mushaf hattı/imlâsıyla alâkası yoktur. Bunu, kendilerine/kendi hatlarına mâl ederek sahiplenmişlerdir.
Sonra Resm-i Osmanî terimi, DİB Teşkilat kanununda geçiyor mu? Hayır. Tüzük ve Yönetmeliklerde var mı, yok. 23.08.2019 tarihli Genelgede var mı, orada da yok.
Bu durumda ecdadımız Osmanlı ve Selçuklunun 700-800 sene kullandığı ve şu anda ülkemizde halkımızın elindeki bütün Mushafların imlâsına karşıVehhabîlerin uyguladığı, ilmî temeli olmayan, tamamen ideolojik olan ve son derece karmaşık bir Mushaf hattı/imlâsıyla yazılan Mushafları, Kurul Başkanı Osman Şahin, hangi yetkiye dayanarak, nasıl onaylayabilir ve basımına izin verebilir?
Üstelik, DİB resmî sitesinde Vehhabî Resm-i Osmanî kavramı, ecdadımızın asırlarca uyguladığı ve şu anda Türkiye’de uygulanan Aliyyül Karî hat teriminden önce yazılmıştır. Bunu gören bir kişi “devlet kurumu Diyanet’te bir Vehhabî temsilci var” zehabına kapılacaktır.
Sonuç olarak ilgili Kurul’un sözde Resm-i Osmanî hattıyla/imlâsıyla yazılan Mushafların, Meallerdeki âyet-i kerimelerin ve Kur’an Kurslarına gönderilen Elifbaların basımına izin vermesi ve mühürlemesi, Mevzuatımıza göre suçtur. Başkanlığın bu konuda acil tedbir alması gerekmektedir.
Bir de işin manevî/dinî yönü vardır ki, o da 700-800 senelik bir uygulama ile icmanın hâsıl olmasıdır. İcmaya aykırı bir hareket, bâtıldır (Reddül-Muhtar/İbn Âbidîn (ö.1252/1836), Mukaddime) ve haramdır (Suyûtî, İtkân, Kur’an’ın Yazı Şekli/6116). 
Selçuklu ve Osmanlının hüküm sürdüğü devirlerde Mushaf’ın yazılımı/imlâsıyla ilgili Sultan, Hakan ve Halife’nin iradesine/fermanına aykırı bir hattın/imlânın olması düşünülebilir mi? Onun için bütün İslam dünyasında -Anadolu’da, Balkanlar’da, Orta Doğu’da, Uzak Doğu’da ve Okyanus Ülkeleri’nde- şu anda Türkiye’de Müslümanların elinde bulunan Mushaflardaki hat/imlâ, yayılmıştır. Bu hatta, kaynaklarda Aliyyül Karî hattı/imlâsı deniliyor. Bu hattı, 700-800 sene Türk hâkimiyeti altında yaşayan Müslümanlar kullanmışlar, ulemadan da bir itiraz gelmemiştir. Şek ve şüphe yok ki, Hakiki Resm-i Osmanî hattı/imlâsı da budur!  
Fakat İngilizlerin destek ve direktifi ile 100-150 sene Sünnî Osmanlı ile savaşan Suûdiler, Arabistan’a hâkim olduktan sonra Ehl-i Sünnet’e karşı Vehhabîliği ilân etmişler ve ilk önce Kur’an hattını/imlâsını değiştirmişlerdir. Dolayısıyla bu hat, Osmanlının kullandığı hattı ortadan kaldırmak için İngiliz Müsteşrik ve ajanları tarafından Vehhabîlere uygulattıkları bir hattır.
Şimdi, kütüphanelerde belgelerle sabit olan 700-800 senelik ecdadımızın kullandığı Mushaf hattı mı, yoksa arka planda İngiliz casus ve ajanlarının olduğu 100-150 senelik bir Vehhabî hat mı doğrudur?
Bu konuda tarihî bir belge, hangi tarafın haklı olduğunu açıkça göstermektedir:
Bu Kur'an, Müslümanların elinde olduğu müddetçe, biz onlara hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız, bu Kur'an'ı onların elinden almalıyız -onu itibarsız hâle getirmeliyiz- (İngiliz Sömürgeler Bakanı Giladisuton’un Avam Kamerasında 1896 tarihinde yaptığı bir konuşma.)
Ecdadının mirasına sahip çıkmayandan daha hâin kim olabilir?
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp