Top
22/12/2023

“Babamdan örnek vereyim” dedi ve anlattı...

“Feridun Ağabey bu yazıyı geçen gün köşenizde çıkan piyasa fiyatlarından dertli okuyucumuz Ünal Beye ithafen yazıyorum. Bizim inancımızda da kültürümüzde de normal şartlarda 'alışveriş yapacağınız zaman hemen ve direkt bir yerden değil pazarını araştırarak yapınız yoksa aldanırsınız’ buyurulmaktadır. Babam Mehmet Bey bu konuda çok duyarlıdır. Araştırmadan ne bir iş yapar ne bir mal satın alır… Misal geçen döner sandalye almak için Ankara/Sitelere gittiğinde direkt sandalyeciler pazarına varmış. Bir sokakta 5 veya 6 sandalyeci 5-6 bin lira fiyat vermiş. Bir de fiyatına 2.500 lira diyen esnaftan pazarlık sonucu 2 bin liraya almış. İşte alışveriş... Şahsımızdan da bir örnek vermek isteriz. Üniversite yıllarımız ve yurtta bilgisayarda yaptığımız çizimlerden okulda tashih alıyoruz. Bilgisayar çizimlerini ozalitçiden kâğıda döktürüyoruz… başta CD’ye aktardığım çizimleri ozalit bilgisayarına yükleterek yaptığım bu çalışmada değişime gidip cd yerine daha rahat kullanım usb satın almak istedim… Okuyucumuzun dediği gibi ve arkadaşlarımızın havalı laflarına aldanıp biz de marka bir firmaya gittik. O zaman için söylüyorum o marka firma o küçücük parça için 80 lira diyordu. Yine aynı yerde İstanbul Beşiktaş’ta bir halk pazarından aynı ürünü 20 liraya satın almıştım… İşte alışveriş...” diyen değerli okuyucumuz mimar Ömer Faruk Yıldız Beyefendi bu anlattıklarınızda yerden göğe kadar haklısınız ancak Ünal Beyin alışverişinde yazar kasa pili bittiğinden söz ediliyor. Yazar kasanın beklememesi gerekiyor... Yani araştırıp da en ucuz yerden almaya zamanı ve tercihi kalmıyor. Öte taraftan eğer okuyucumuz araştırmayan ne gelirse alan bir kimse olsaydı daha sonra da fiyatını araştırıp öğrenmek ihtiyacı duymazdı. Demek ki imkânı olsa o da araştırarak alırdı. Dolayısıyla burada esas sorgulanması gereken alışveriş yapanın hesabını kitabını iyi yapıp yapmamasından çok, satan kimsenin veya kurumun ne amaçla olursa olsun bu derece fahiş fiyat uygulamasıdır. Saygılarımızla. F.A.

 

 

Japonlar niye 240 gün okula gidiyor?

 

Her yıl 1 Ocak tarihinin neden tatil edildiğini anlayan var mı? Yeni bir yıla girince(?) neden işe gitmiyoruz? Bu kadar akıl dışı, bu kadar saçma, bu kadar dünyadan kopuk bir uygulama neden yıllardır devam ediyor anlayabilmiş değilim.

1 Mayıs günü sadece işçiler için tatil olabilir. Memurlar o gün neden tatil yapıyor? Okullar neden kapatılıyor? İşçiler haklarını aramak, taleplerini iletmek için gösteri yapabilir, yürüyebilir, toplantı yapabilir. Ama o gün niçin herkes tatil yapıyor?

Ulaşım imkânlarının çok arttığı çağımızda dinî bayram tatillerini resmî anlamda 9 güne kadar çıkarmanın mantığı nedir? Bu kadar abartmanın ne anlamı var? İhracat fazlamız yok. Çok petrol yok. Çok doğalgaz yok. Madenlerimiz de çok para getirmiyor. O hâlde dinî bayramları uzatıp 9 gün yapmak bize zarar veriyor. 

İslam dini çalışmayı emreder. Ayrıca toplumun bir bölümü İslam dinine mensup değil. Üretimi bu kadar kesintiye uğratmak akıl işi değildir.

Japonlar aptal, saf, inek, sersem olduğu için mi yılda 240 gün okula gidiyor? Bizde ise sözde 180 gün okula gidiliyor. Bu aslında büyük bir yalan demeyelim de yanlıştır. Çünkü senenin başında genellikle ilk hafta ders olmaz. 1. dönemin son 2 haftasında genellikle ders olmaz. Okul açıktır, öğrenciler gider ama ders olmaz. 2. dönemin başında 1 haftaya yakın ders olmaz. Haziran ayında neredeyse son 3 hafta asla ders olmaz. 5 cm kar yağdığında da hemen okullar tatil edilir. Sonuç olarak çocuklarımız yılda sadece 140 gün kadar net okula gider. 30 gün de devamsızlık yapmak hakkı vardır. Bunu da düştüğümüzde yılda 110 – 120 gün okula giden bir çocuk karşımıza çıkar. Bu kadar az süreli olarak eğitim alan bir kişiden verimlilik, patent, başarı, azim beklemek mümkün müdür?

MEB bünyesinde 1.150.000 civarında öğretmen çalışıyor. Bunların 4’te 1’i sadece 2 gün (15 saat) okula giderek ayda 28-33 bin lira maaş alıyor. On yıllardır bu hukuksuzluğa, tembelliğe dur diyen yok. Bir öğretmen dersi olsun ya da olmasın haftanın 4 günü yani 40 saat okulda olmalı, tüm çalışmalarını kurumunda yapmalıdır. Kimi sendikalar bu laçkalığa, tembelliğe asla dur demez. Zira onların üyeleri bunu istemez. Herhangi bir sendikasının son 30 yılda bu konuda tek öneri dile getirdiğini duymadım.

Özel sektörün büyük dilimi haftada 40-45 saat, yüksek verimlilikte çalışmaktadır. Onlara asla sözüm yoktur. Ancak kamu kurumlarında görev alan memur ve işçilerin verimli olarak çalışma süreleri genelde inanın günde 4 saati geçmez. 

32 yıl MEB bünyesinde eğitimci ve idareci olarak çalıştım. Beni en çok yoran hususların başında gelen nokta derse geç giren, girse bile konu anlatmayan, yan gelip yatan öğretmenlerin çokluğu olmuştur. 

Özellikle mesleki-teknik öğretim okullarında atölye derslerine giren öğretmenlerin çoğu bölümdeki odalarında saatlerce laklak eder. Öğrenciler de atölyelerde hoca bekler.

Teknik öğretmenler haftada 20 saat maaş karşılığı ders anlatır. 29 saate kadar de ek ders ücreti alır. Ellerine ayda 40 bin lira kadar para geçer. Ama çoğunluk verimli olarak ders işlemez. Sınıflardaki öğrenciler 8-12 kişilik gruplara bölünür. Derse 1-2 öğretmen girer. 1-2 öğretmen de çoğunlukla etrafta görünür o kadar. Bu konuları dile getirdiğim ifşa ettiğim için binlerce öğretmen bana nefret mesajları iletir. 

Sonuç olarak ülkemiz üretimden kopuktur. Her alanda laçkalık, ilkellik vardır. Resmî tatillerin yarı yarıya azaltılması şarttır. Hem çok tatil yapıyoruz hem de iş yerinde verimsiz mesai yapıyoruz. İleri Batı ülkeleri çalışma sürelerini ve günlerini kısaltıyor. Çünkü onlarda nüfus artış hızı durdu. Ekonomileri güçlü. Cari açıkları yok. Ne zaman ki bizim de refah seviyemiz artar, kişi başı ulusal gelir 40 bin dolar civarına gelir, o zaman tatilleri artırabiliriz.

     Ali Özdemir

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp