Top
Zeynep Gürcanlı

Zeynep Gürcanlı

zgurcanli@sozcu.com.tr

04/01/2016

Musul neden önemli?

Bu arada Türkiye, Irak'la, Başika ile yatıp kalkar oldu.
Türkiye, birdenbire Kuzey Irak'taki Başika kampına asker göndermeye karar verdi. Rusya ve İran'ın ittirmesiyle tepki gösteren Bağdat yönetimi, ABD'yi de devreye sokmayı başardı.
Ve Washington'dan gelen telefonların ardından Başika'ya gönderilen ek askeri birlikler gerisin geriye Türkiye'ye döndü.
AKP hükümetinin birdenbire neden, desteklenen o askeri birliği Başika'ya göndermeye karar verdiğini anlamamıştık.
Kadir Has Üniversitesi'nden Doçent Akın Ünver, bu konuya yazdığı bir makaleyle, daha da önemlisi açık kaynaklardan elde ettiği bilgilerle hazırladığı haritalarla yanıt vermiş.
Ünver'in “war on the rocks” sitesinde yayınlanan yazısında, Musul'un Türkiye için önemini, tarihsel durumunun dışında, Kuzey Irak'tan Türkiye'ye “kontrolü en zor” geçiş noktası olmasına bağlıyor.
Yazıda, Türkiye'nin Irak topraklarında 1994'ten bu yana konuşlandırmış olduğu askeri birlikleri konusunda da önemli bilgiler derlenmiş.
Ünver'e göre, Türk askeri 1994'ten bu yana Musul'da. Türk birlikleri, Musul yakınında sadece Başika'da değil kimisi eğitim için, kimisi savunma amaçlı pek çok askeri bölgede konuşlu. 1990'lı yıllarda PKK'yla mücadele için kurulan bu askeri üsler, şimdilerde hem peşmergenin IŞİD'e karşı eğitiminde, hem de IŞİD hakkında bilgi edinmede kullanılıyor.
Yazıda, 1990'lı yıllarda Irak'a yönelik sınır ötesi operasyonlarda, özellikle Mesud Barzani'ye bağlı güçlerle koordinasyon kurmak için Kuzey Irak'ta oluşturulan ileri harekat üslerinin, bugünlerde sınıra yakın alanlarda “muharebe ve keşif”, Irak'ın daha iç bölgelerindekilerin ise “istihbarat, eğitim ve koordinasyon” amaçları için kullanıldığı ifade ediliyor.
Yazıda, bu ileri harekat üsleri de tek tek sayılmış:
Sınır bölgesinde Batufa, Kaniması, Duhok, Şeladize; daha iç bölgelerde ise Başika, Selahaddin ve Raniya.
Yazıya göre; PKK ile mücadele için kurulmuş olan, Kuzey Irak'ta PKK'nın kontrolünde olduğu bilinen Mahmur Kampı'nın kontrolünü de yapan bu ileri harekat karakolları, bugünlerde Suriye'deki Kürt güçlerinin hareketlerinin izlenmesinde de kullanılıyor.
Bu anlamda, Başika'dan Türk askerinin tamamen geri çekilmesi, Musul-Erbil hattının kaybı, dolayısıyla da Türkiye'nin PKK'yı sınır dışında kontrol etme gücünün zayıflaması anlamına geliyor.

CHP'de eşbaşkanlık mı geliyor?

CHP'de il ve ilçe kurultayları karmaşası arasında göz önüne çıkmadı.
Ama parti, tıpkı HDP'de olduğu gibi “eşbaşkanlık” sistemini tartışmaya başladı.
CHP İstanbul İl Başkanlığı, eşbaşkanlık konusunu “tartışma” boyutundan da çıkararak, resmi bir öneri haline bile getirdi. CHP İl Başkanlığı'nın “yeni örgütlenme anlayışı” başlıklı bir dizi çalıştayın ardından hazırlanan rapor, il kurultayında “oy birliği” ile kabul ederek, Genel Merkez'e gönderildi.
Raporda en dikkat çeken
unsur, partinin “tüm yönetim birimleri” için eşbaşkanlık mekanizmasının oluşturulması önerisi.
Ama başka öneriler de var.
Mesela “parti hakemliği” oluşturulması. Atanacak “hakemlerin” de birbirleriyle sorun yaşayan partilileri barıştırması.
Öneriler arasında, partide “memnuniyet ve şikayet” geri bildirim sistemi kurulması da var.
Ve bir ilginç öneri daha: Partililere “puan sistemi” getirilmesi… CHP üyelerinin parti yönetiminde “puanlarına bakılarak” görev alması.
En çok tartışılacak öneriler ise seçimler konusunda… Tüm seçimlerin “çarşaf liste” ile yapılması; kontenjan adaylığının “sadece bir kez” olarak sınırlandırılması.
CHP, 16 Ocak'taki Büyük
Kurultay öncesinde tartışmaya başladı. Gerçi bu kurultayda
tüzükte sadece küçük değişiklikler yapılıp, seçimlerle yetinilmesi planlanıyor. Asıl tüzük tartışması hazirana kalacak gibi görünüyor.

ODTÜ'yü eleştiren üniversite, “Aile Üniversitesi”…

Ankara fısıltılarında geçen hafta “ODTÜ'ye operasyon mu geliyor?” diye yazmıştım ki…
Geldi.
Gezi olayları sırasında çevrilen “Kabataş filmini”, bu kez ODTÜ'de izledik.
Önce ODTÜ'de yaşanan ve feci şekilde provokasyon kokan bir “namaz kılma” tartışması sosyal medyada patladı. Aktroller,
ODTÜ'yü itibarsızlaştırmak için müthiş bir kampanyaya başladı.
Ardından sıra AKP'li bakanlara geldi: İki Bakan Binali Yıldırım ve Lütfi Elvan art arda açıklamalar yaparak ODTÜ'yü, Türkiye'nin karşılaştığı son siber saldırıda “etkisiz kalmakla” suçladılar.
Son olarak da devreye bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan girdi.
Ama beni üzen, ODTÜ'yü itibarsızlaştırma/eleştirme yarışına üniversitelerin girmesi oldu.
İlk ve en sert kınama Bingöl Üniversitesi'nden geldi.
Bingöl Üniversitesi ile ODTÜ söz konusu olduğunda, bu ilk kınama da değil.
Aynı üniversitenin Rektörü Gıyasettin Baydaş, 2013 yılında da, bu kez bir başka nedenle ODTÜ'yü kınayanlar kervanında yerini almıştı.
Biraz daha araştırınca, çok daha ilginç bir unsur ortaya çıktı.
ODTÜ'yü kınayan Bingöl Üniversitesi, meğer bir “aile üniversitesi” olmuş.
Üniversitenin Rektörü Gıyasettin Baydaş. Rektör Danışmanı aynı zamanda rektörün kardeşi, Profesör Burhanettin Baydaş.
Ama bitmedi… Daha Baydaş soyadlı çok akademisyen var aynı üniversitede. Yardımcı Doç. Dr. Abdülvahap Baydaş, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesin'de öğretim görevlisi.
Bizzat rektörün oğlu Mahmut Baydaş da üniversiteye bağlı meslek yüksek okulunda akademisyen kadrosunda.
Eskiden soyadları “Baydaş” olan, ancak evlilik nedeniyle değişen iki akademisyen daha var Bingöl Üniversitesi'nde, Zeynep Baydaş Tuzcu ve Fatma Baydaş Caf da Fen-Edebiyat Fakültesi'nin akademik kadrosunda yer alıyor.
Ne güzel üniversite; “Ailemizin üniversitesi” gibi…

Türkiye'ye sorulan AİHM sorularının yanıtı ne?

Türkiye'nin Güneydoğu'sunda 10 binden fazla güvenlik gücüyle çok büyük bir terörle mücadele operasyonu yürütülüyor.
İl ve ilçelerde, onlarca mahallede günler değil haftalar süren sokağa çıkma yasakları yaşanıyor.
Bu durum, devletlerin gözetmekle yükümlü olduğu en hassas denge, güvenlik/özgürlük dengesi açısından sadece Türkiye'de değil, tüm dünyada tartışılıyor.
Peki hukuk ne diyor?
Bu konudaki ilk önemli karar Anayasa Mahkemesi'nden geldi. Uzun süren sokağa çıkma yasakları konusunda yapılan kişisel başvuruları değerlendiren Anayasa Mahkemesi, bu yasakların durdurulmasına gerek olmadığına hükmetti.
Konu şimdi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde.
AİHM, konuyu acil gündemine aldı. Sadece gündemine almakla kalmadı, Türkiye'ye yanıtlaması istemiyle sokağa çıkma yasakları konusunda üç de soru gönderdi:
* Sokağa çıkma yasaklarının olduğu yerde vatandaşa yeterli sağlık hizmeti sunuluyor mu?
* Sokağa çıkma yasağının olduğu yerlerdeki evinden ayrılmak isteyen vatandaşlar sağlıklı şekilde tahliye ediliyor mu?-
* Sokağa çıkma yasaklarının yasal dayanağı nedir?

Son iki soru konusunda pek çok iddia var. Hükümet yetkilileri zaman zaman yaptıkları açıklamalarda sağlık hizmetlerinin “yeterli şekilde sağlandığını”, vatandaşların istedikleri zaman evlerinden ayrılabildiklerini söylüyorlar. Ancak işin diğer tarafında, beyaz bayrak ve bavullarla operasyon bölgesinden çıkmaya çalışan vatandaş görüntüleri ile diyalize gidemeyen böbrek hastalarından ambulansların giremediği mahallelere kadar pek çok haber de mevcut. Sağlık hizmeti bir yana, sokağa çıkma yasaklarının olduğu yerlerde insanlar ölülerini sokaklardan alamıyor, gömemiyorlar bile.
Bu iki soruda AİHM, vatandaşların tanıklıkları ve devlet yetkililerinin savunmalarını değerlendirecek.
Ancak üçüncü soru daha farklı. Çünkü AİHM, Türkiye'nin bu ilk soruya vereceği yanıtı, çok daha objektif kriterlerle, mevcut yasa ve uluslararası anlaşmalar ışığında değerlendirecek.
Bu konuda, bir dönem AİHM'de yargıçlık da yapan, CHP eski Milletvekili Rıza Türmen'in sözlerine kulak vermek gerekiyor.
Türmen'e göre; Güneydoğu'daki sokağa çıkma yasakları “yasal değil”.
Sokağa çıkma yasağının “ancak olağanüstü hal ya da sıkıyönetim ilanıyla” mümkün olabileceğine dikkat çeken Rıza Türmen, Bakanlar Kurulu kararı gerektiren olağanüstü hal ya da sıkıyönetim yerine “vali kararıyla” uygulandığına vurgu yapıyor.
Türmen'e göre; valiliklerin verdiği sokağa çıkma yasakları, “kişi özgürlüğünü sınırlama” kapsamına giriyor. Ve işin kötüsü, AİHM bu konuda daha önce ülkeleri suçlu bulan kararlar da almış. Türmen bu konuyu şöyle açıklıyor:
“Valiliklerin talimatıyla uygulanan sokağa çıkma yasakları kişi özgürlüğünün sınırlandırılması kapsamına girer. Tıpkı tutuklama gibi. Guzzardi/İtalya davasında başvurucu, mafya etkinliklerine karıştığı için, yargı kararı ile bir adada 2.5 kilometre karelik bir alanda ikamet zorunda bırakılmıştı. AİHM, bu zorunlu ikametin Sözleşme'nin kişi özgürlüğüne ilişkin maddesini ihlal ettiği sonucuna vardı. Özgürlükten yoksun bırakmanın hukuka uygun olabilmesi için, her şeyden önce bunun iç hukukta yasal dayanağının bulunması gerekir. Oysa Güneydoğu'daki sokağa çıkma yasaklarının hiçbir yasal dayanağı bulunmamakta.”
Güneydoğu'da günler süren, kadın-erken, yaşlı-genç, çocuk, onbinlerce kişinin etkilendiği yasaklardan bahsediyoruz.
Eğer AİHM de, eski yargıcının baktığı gibi bakarsa, insani tablo çok vahim.
Üstelik sadece insani tablo değil mali tablo da vahim.
Onbinlerce kişi; onbirlerce dava, tazminat üzerine tazminat…

ANKARA FISILTISI

Bugünlerde herkes, köşesinden gazeteci- bürokrat hatta siyasetçi demeden, iktidar karşıtı herkese ayar veren Cem Küçük'ün durumunu konuşuyor.
Ankara'daki fısıltılara göre; Küçük, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Suudi Arabistan seyahatinde, listede olmasına rağmen
son anda verilen bir kararla uçağa alınmamış.
Küçük yerine aynı gazeteden bir başka yazar davet edilmiş.
Ancak o yazar da havaalanına kadar gidip, uçağa
binemeden geri dönmüş. Neden mi?
Pasaportu yanında yokmuş…

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp