Top
Ümit Zileli

Ümit Zileli

ümit zileli@korkusuz.com.tr

28/03/2024

O kafaya kim “zalim ve kafir” anlatmak görevimizdir!

Tarih: 29 Mayıs 2021... Yer: Ayasofya Camii...

Kürsüde konuşan “adam”, Yıldırım Beyazıt Camii eski imamı Mustafa Demirkan’dı... Kürsünün karşısında ise başta AKP’li Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanı olmak üzere iktidarın tüm kalburüstü kişilikleri bu eski imamı dinliyor; imam da önce Bakara Suresi’nin 114’üncü ayetini Arapça okuduktan sonra aynen şunları söylüyordu:

- Bu ve bu gibi mabedler mabed olarak kalması için inşa edilmiştir. Öyle bir zaman geldi ki, bir asır gibi bir zamanın içinde ezan ve namaz yasaklandı ve müze haline çevrildi. Bunlardan daha zalim ve kafir kim olabilir. Yarabbi bir daha bu zihniyetin, bu ümmetin başına gelmesini mukadder buyurma!

Adam, hem yalancı hem cahil hem iftiracıydı; ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e alenen küfür ediyor, “zalim”, “kafir” diyor, devlet erkanından “tık” çıkmıyordu! Kuran ayetini kendi çirkin emellerine alet ediyor, üstüne bir de “Yarabbi, bu zihniyetin ‘bu ümmetin’ başına gelmesini mukadder etme” diyerek düpedüz Kuranı siyasete alet ediyor, başta Cumhurbaşkanı, tüm kadroda yine derin bir sessizlik hakimdi!

Atatürk olmasaydı, Ayasofya’nın bugün kilise olacağını, İstanbul’un Konstantinapolis olarak anılacağını, ülkenin büyük bölümünün daracık bir coğrafyada köle bir cemaat olarak yaşayabileceğini gayet iyi biliyordu, ancak fıtratı buydu; iğdiş edilmiş beyninin düşünebileceği, ağzından dökülebilecek “yok hükmünde” iğrenç sözcükler ise ancak bu kadardı! Türkiye Cumhuriyeti’nin zirvesinde yer alan erkanının yaptığı ise yalnızca susmaktı! Ne demişti atalarımız:

- Sükut ikrardan gelir!

Ruhu şad olsun, ışıklar içinde yatsın sevgili İlhan Selçuk, bu gibi tipler için yazılarında şu benzetmeyi yapardı sık sık:

- Herif-i naşerif!

Efendi senin ataların dedelerin de böyleydi!

Aslına bakarsanız, bu Ayasofya’daki ilk kepazelik de değildi...

Ayasofya’nın açılış gününde mimbere kılıçla çıkan Diyanet İşleri Başkanı sıfatlı muhterem de aşağı yukarı aynı minvalde laflar etmiş, büyük tepkiler almış, bunun üzerine gık mık edip söylediklerini düzeltmeye çalışmıştı!

Şaşırıyor muyduk? Kesinlikle hayır! Çünkü hem bu gibilerin ciğerini biliyorduk hem de bunların dedelerinin, atalarının yüz yıl önce neler yaptıklarını... Önce meydanı boş bulup tüm hıyanetleri sergileyen, sonra da kuyruğunu kıstırıp Yunan’a, İngiliz’e sığınanların hikayelerini hem de belgeleriyle çok iyi öğrenmiş, özümsemiştik!

Gelin bir gözatalım birlikte; Efendi sen de iyi dinle:

- Pek sevdiğiniz, yere göğe koyamadığınız, “Anadolu’da Kurtuluş Savaşı’nı asıl başlatan” kişi yalanını utanmadan tekrarladığınız, Mustafa Kemal’in, “soysuz” olarak nitelendirdiği Padişah Vahdettin mesela; Büyük Zafer’den kısa süre sonra İngilizlere sığınıp Malaya zırhlısıyla kaçmıştı. Payitaht İstanbul’dan!

- İslam teali Cemiyeti’ni kuran, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin başlıca üyelerinden, İngilizlerle, Yunanla sarmaş dolaş olan, Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkındaki idam fermanını kaleme alan, savaş sonrasında düşmanın koynuna, Yunanistan’a kaçıp iki gazete çıkarıp Türkiye Cumhuriyeti’ne ağız dolusu küfürler yağdıran, “beni Türklükten azad et Allahım” diye şiirler yazan Mustafa Sabri’ydi örneğin!

- Adını hastanelere verdikleri, İslam teali Cemiyeti’nin iki numarası, yazdığı Kuvayı Milliye düşmanı bildirileri İngiliz uçakları tarafından Anadolu’da halkın üzerine atılan, Kurtuluş Savaşı sonrasında affedilen ancak halkı Cumhuriyete karşı kışkırtmaya devam ettiği için idam edilen İskilipli Atıf’tı mesela... Bu örnekler uzar gider; bugün meydanlara heykelleri dikilen Şeyh Saitler, Şeyh Rızalar, İstanbul’da, Anadolu’nun pek çok yerinde işgalcilerle kolkola giren yobaz takımı, Sakarya’da savaşı bırakıp tüfek ve cephanesiyle kaçan soysuz takımı, Yunanistan Başbakanı  Gunaris’e başvurup “Bursa’da bir hükümet kuralım. Siz para yardımı yapın, biz yönetimde görünelim ama arka planda siz olun” teklifi yapma şerefsizliğini bile gösteren ve reddedilen gerici işbirlikçiler, Damat Feritler, Artin Kemaller, Refii Cevadlar ahlak düşkünü paşalar, beyzadeler...

- Kumaşınız aynıdır!

Bu asil millet asla kulluğa dönmeyecektir!

Bize gelince...

Biz, köleliğe, boyunduruğa alınmaya karşı dişi ile, tırnağı ile karşı koyan Kuvayı Milliyecilerin, cepheye götürdüğü top mermisi donmasın diye bebeğiyle birlikte donup ölmeyi göze alan Ayşe kadınların, Çavuş Kara Fatmaların, Karayılanların, Hasan Tahsinlerin,  Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda güle oynaya şehit olmaya koşan, Büyük Devrimci’nin peşinde tarihi değiştiren, İstiklal Madalyası dışında hiçbir maaş ve ödeneğe dönüp bakmaya bile tenezzül etmeyen Asil Türk Millet’inin evlatlarıyız...

- Şiarımız ise bellidir: “Vatan ve millet asla satılamaz!”

Şayet bu büyük milleti en sonunda “kündeye getirdiğinizi” sanıyorsanız, “vakit tamamdır” diyerek yeniden yüzyıl öncesine dönüş hayalleri kuruyorsanız, çok ama çok yanılıyorsunuz, bu milleti gerçekten hiç tanımıyorsunuz demektir!

Eğitim Bakanlığı ile yaptığınız gerici projeleriniz, el kadar çocukların beynini yıkama seanslarınız, yoksul, biçare insanları “Allah ile aldatma çabalarınız” vız gelir bize vız.

Evet, “geç millettir”, uysal ve sabırlı, gerektiği yere kadar hoşgörülüdür Türk Milleti... Yine de anlamıyorsanız deneyin bakalım “Ortaçağ iklimine” döndürmeyi...

- Sizi birkaç gün sonra sandığa gömecek olan da o asil Türk Milleti olacaktır!

Bu defa anladın mı efendi?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp