Top
Ümit Zileli

Ümit Zileli

ümit zileli@korkusuz.com.tr

14/12/2021

Gemiyi önce fareler terk eder!..

AKP en az dört parça!

Nedenini, niçinini, o farelerin kimler olduğunu, koku alma duyularının nasıl da gelişmiş olduğunu birazdan sırasıyla anlatacağım!

Öncelikle Saray’ın ve iktidar partisi grubunun panikten öteye geçen, korkuya evrilen durumunu paylaşmam lazım… Birkaç gün önce kulislerden kaynaklanan bir söylemi dikkatinize sunayım:

-Partiden kopmak isteyen milletvekilleri dosyalarla dizginlenebiliyor!

Aynı söylemler, üst düzey bürokratlar için de kullanılıyordu! Bürokratların harıl harıl belge kopyaladıkları, bazılarının ise muhalefete içeride olup bitenlerle ilgili bilgi verdiği de fısıldanıyordu!

Mesela, başta saray olmak üzere iktidar kanadının sosyal medyadan nefreti de yansıdı medyaya; AKP’li Cumhurbaşkanı önceki gün epey ağır bir konuşma yaptı, “sosyal medya demokrasiye tehdittir” dedi, “dijital faşizm” dedi, “yalan furyası” suçlamasında bulundu.

Ertesi sabah şafak vakti sokak röportajları yapıp YouTube’da yayımlayan üç “You tuber” gözaltına alındı, epey bir sorgudan sonra mahkemeye sevkedilen bu 3 kişi ev hapsi verilerek gönderildi…

Dijital faşizmin üç elemanı saf dışı edilmişti!

Bu arada, AKP Genel Başkanı’nın talimatıyla “bir terör biçimi” olan dezenformasyonla ilgili olarak çalışma yapıldığı da AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal tarafından açıklanmıştı!

“Son dönemde her tarafları oynuyor!”

Gelelim gemiyi terk etmeye yönelen farelere!

Biliyorsunuz, fareler çok zeki hayvanlardır; felaketin geldiğini, geminin su aldığını ilk farkeden onlardır ve ilk olarak onlar terk eder mekanı!

Hükümete yakın Yeni Şafak gazetesi yazarı Hasan Öztürk’ün işte bu tür “parti içi fareler” ile ilgili kaleme aldığı ağır mı ağır yazı günlerdir o cenahta tartışılıyor. Bakın neler dedi Öztürk bu muhterem zevatla ilgili olarak:

Lüks arabalara bindiniz..! Her köşeye bir gökdelen diktiniz! Zenginleşip palazlandınız…

Banka hesaplarına dolarları, euroları, doldurdunuz..! Dünyalıkta sınır tanımadınız… Emniyet şeritlerini kendinize tahsis edilmiş sandınız! Süfli duygulara kapıldınız! Bütün bunları bir adamın arkasına sığınıp yaptınız! O Uzun Adam’ın uzun yürüyüşünü durdurmak isteyenlere bir çift söz söyleyemediniz! Söyleyemezsiniz!

Çok öfkeli, bu tür zevatı sıvayan bir yazıydı yani! Tartışma çığı gibi büyüdü tabii… Aydınlık gazetesi yazarı İsmet Özçelik de “AK Parti’de ‘içeriden’ ağır eleştiri” başlıklı bir yazı kaleme aldı. O yazının da bir bölümünü paylaşayım:

Geçmişte Erdoğan’a çok yakındı. Ama son dönemlerde biraz uzağında… Zaman zaman görüşürüz. Telefonla değil, yüz yüze görüşmeyi sever. Öztürk’ün yazısını sordum.

Benzer şeyler söyledi:

Bizde dört kesim var. Biri partiye ölümüne bağlı olanlar. Partinin ana gövdesi bunlardan oluşuyor. Genelde düşük ve orta gelirliler. İktidar nimetinden en az yararlananlar. Belki çocuğunu işe sokmuştur. Ya da tayinini yaptırmıştır. Şu anda sıkıntılılar. Her şeye rağmen Reis’e hayrandırlar. Yıllardır durdukları yerde duruyorlar.

-Diğer kesimler aslında sayıca çok küçük. Ama etkililer. Son dönemde her tarafları oynuyor. Bir grup yeni dönemin hazırlığında. Yapılanları muhalefet ağzıyla eleştiriyorlar Ak Parti iktidarı sonrası hesabı yapıyorlar.

İkinci grup; ‘İyi para kazandık. Ama artık bu işin sonuna geldik. Son vuruşları da yapalım’ havasında. Yasa yönetmelik dinlemiyorlar. Onlar para kazanırken, parti büyük yara alıyor.

-Üçüncü grup; ‘Çok kazandık. Dünyalığımızı yaptık. Çocuklarımızın, torunlarımızın geleceği garantide. Yaşımız da ilerledi. ‘Artık kenara çekilelim, paramızı yiyelim’ düşüncesinde. Kazandıklarını yurt dışına çıkaranlar var. Bu üç gruptan da hayır yok.

“Bugün Ak Parti diye bir olgu var mı emin değilim!”

Çizilen tablo, iktidar partisi açısından vahim ötesi dense yeridir yani!

AKP’ye değil, Saray’a yakınlığıyla bilinen Habertürk yazarı Nagehan Alçı’nın son yazısı ise yukarda okuduklarınızın üzerine tüy dikti! Şu eleştiri başlı başına yeter:

Bugünkü Türkiye’de AK Parti diye bir olgu hayli zayıflamış durumda hatta abartarak söyleyeyim, böyle bir olgunun hâlâ olup olmadığından bile emin değilim ama Recep Tayyip Erdoğan diye başlı başına bir olgu ve kurum var!

Alçı bu görüşünü de şuna dayandırıyor:

Akılda kalsın diye sloganik biçimde diyorum ki bugün hükümet yok, rejim var. İktidar yok, rejim var. Bir devlet rejimi. Erdoğan bu rejimin başkanı ama rejim sadece Tayyip Bey demek değil…

AKP’lilerin çoğunluğunun bu “yeni rejimi” kavrayamadıklarını ileri süren Alçı, bu rejimin esasını da şu sözcüklerle anlatıyor:

Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı zamanda devletin içindeki tüm ideolojik ve bürokratik dengeleri, güvenlik-istihbarat-savunma üçgeninde bir satranç oyuncusu gibi yönetmeye çalışan bir siyasetçi. İşte bu üçgenin hassasiyetleriyle Erdoğan’ın hassasiyetlerinin kesiştiği ve örtüştüğü yer bugünkü Türk siyasal rejimini tanımlıyor. Yargı da bu kesişim kümesinin bir parçası. Bugünkü yargıyı bu bağlamda anlamak gerekir.

Bu rejimin yalnızca TBMM’yi, muhalefeti tamamen devre dışı bırakmaya değil, iktidar partisini de işlevsiz hale getirdiği, tam bir “sıkı tek adam yönetimi” olduğu, yargının yalnızca bir “parça” niteliğine dönüştüğü ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi!

Ehh, bu durumda bana söyleyecek söz kalmadı; bizim söyleyeceklerimizi onlar zaten “itiraf” etmiş!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp