Top
Soner Yalçın

Soner Yalçın

syalcin@sozcu.com.tr

19/10/2023

Geçmişte yaşamak

Filistin-İsrail sorunu tartışmaları hep “geçmiş” üzerinden yapılıyor:

Kimi tarihi Osmanlı'ya kadar…

Kimi tarihi 1948'te Arap-İsrail Savaşı ardından kurulan İsrail'e kadar…

Kimi tarihi 1967 ve 1973 savaşlarına kadar…

Ya da kimileri daha eski yıllara, milattan öncelere kadar götürüyor geçmişi

Tarihi unutmaktan bahsetmeyeceğim, geçmiş sürekliliğin tahribatını sorgulayacağım.

Geçmişi yalnızca hatırlamak ile geçmişe takılmak arasındaki büyük uçurumdan bahsedeceğim.

Şunu arıyorum:

Sürekli geçmişe bakarak, daima geçmişte yaşayarak bugünün sorunu çözülebilir mi?

Geçmiş, geleceğin kaybedilmesine sebep olmuyor mu?

Bu sorular beni Alman filozof Walter Benjamin'in Alman gizli polisi Gestapo'dan saklanırken yazdığı notlarına götürdü: Tarih Kavramı Üzerine Tezler.

Dokuzuncu tezde, yüzünü geçmişe çeviren bir melekten söz eder. Tarihin meleği olarak görülen bu manevi varlık, trajedi ve yıkıntı imgeleri arasında bir felaket görür ve orada kalıp parçalanmış olanları bir araya getirmek için çabalar durur. Tekrar tekrar parçalanmış olanlara gider. Melek, gözünü geçmişten alamaz ve itibariyle geleceğe sırtını döner…

Walter Benjamin tarih felsefesinde “şimdiki zamanı” tarihin genel seyrinde akıntıya kapılıp giden pasif kullanımdan çıkarıp, yeni bir siyasi ve ahlaki düzenin başlangıcı olarak niteler…

Sadece Filistin-İsrail çatışmaları konusunda değil, Türk siyaset tartışmalarında da geçmiş daima ana konu değil mi?

Peki niye böyle? Bir sebebi olmalı değil mi?

★★★

Savaşlar, katliamlar, kayıplar, istenmeyen köklü değişimler bireyler ve toplumlar üzerinde derin izler bırakıyor.

Bu travmatik bellek sadece yaşanılan dönemi değil, gelecek kuşakları da etkiliyor.

Travmatik kayıplara maruz kalan bireyler, toplumlar eğer yaşadıkları yas ile baş etme yöntemlerini öğrenemez ise, yaşamın amacı geçmişte asılı kalıyor!

Yasını yenemeyen ne şu anda, ne de gelecek zamanda yaşıyor!

Ki bu psikolojinin konusudur:

Hep geçmişe takılmak, sürekli geçmişi hatırlamak ve sürekli geçmişi özlemek, bugün olduğunuz kendinizi, bugün olduğunuz yeri ve bugün olduğunuz zamanı kaçırmanıza ve böylece geleceği sağlıklı temeller üzerine kurmanızı engelleyen olumsuz davranışa dönüşüyor…

Psikoloji, kişiyi “geçmişe bağlılık travmasından” kurtulmanın yollarını gösteriyor.

Peki, ya toplum?

Peki, ya ülke?

Grup kimliği inşa etmek, öfkeyi canlı tutmak, intikam almak için siyasetin de öznesi haline getirilen geçmişi kullanma bağımlılığından nasıl kurtulunacak? “Kurban-saldırgan” ikileminden nasıl çıkılacak?

Gözden kaçan bu gerçek, birçok politik sorunun kaynağı değil mi?

Toplumsal onarım nasıl yapılacak?

“Öteki” ile nasıl barışılacak?

İnsanlar ayırt edilmeksizin nasıl sevilecek?

★★★

Kuşkusuz, ağır tahribatları unutmak zor.

Kuşkusuz, mağdurların insani acılarını unutması zor.

Kuşkusuz, hak ihlallerini unutmaz zor.

Fakat geçmiş geçmişte bırakılmazsa barış nasıl mümkün olacak? Güven ortamı nasıl sağlanacak? Toplumsal bağlar ya da ülkeler arası ilişkiler nasıl kurulacak?

Bu acılı günlerde bu soruları sormak hayli güç. Hangimizin canı yanmıyor ki? Sivil ölümlere katlanmak çok zor…

Ama… Barış olmazsa bu kan akmayı sürdürecek. “Mehdi” ya da “Mesih” gelmeden insanoğlu barışı sağlayamaz mı? Çok mu ütopik düşünüyorum? Hayır.

Ve fakat biliyorum ki, barışmak hiç kolay değil. Radikal örgütler veya devletlerin sürekli geçmiş travmalar üzerinden oluşturduğu siyaset dili ile mücadele bunun ilk adımı olabilir.

Öncelikle şu konuda hemfikir olmalıyız:

Savaşın iyisi, barışın kötüsü olmaz.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları