Top
25/08/2023

Rusya, balık bile avlayamayacağı kıta sahanlığımızda gemi avladı

Rusya’nın Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal ettiğini belirten Ümit Yalım “ABD’den bu saldırıya şiddetli kınama mesajları geliyor ama maalesef Türkiye'den ses yok, bu kabul edilemez” dedi.

 

 

ÜMIT Yalım, Kuleli Askeri Lisesi, Kara Harp Okulu İnşaat Mühendisliği, Kara Harp Akademisi ve Silahlı Kuvvetler Akademisi'nden mezun olduktan sonra birçok askeri birlikte görev yapmış, 2000 yılında Bosna Hersek'te NATO Karargahı'nda Karargah Subayı, 2001- 2003 arasında Ürdün Amman'da Askeri Ataşe olarak, 2003-2005 yılları arasında Lisan Okulu Komutanı olarak görev yapmıştır. Daha sonra Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'nda görev alan Yalım 2009-2010 yılları arasında da Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreterliği görevinde bulunmuştur. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora çalışması yapan Ümit Yalım'ın yazı, makale ve söyleşileri medyada yayınlanmaktadır.

Eski MSB Genel Sekreteri Yalım, Şükrü Okan gemisine yapılan baskını böyle değerlendirdi:

Türkiye arakası kesilmeyen seçimlerle ve çekişmelerle, artık büyük bir kısmı yanıp tükenmiş orman yangınlarıyla, ülkemizi işgal etmiş milyonlarca Ortadoğulu ve Orta Asyalı yabancıyla, ekonomik krizin bitmeyen bunalımıyla meşgulken dış politikada aleyhimizde neler oluyor, kara ve denizde ülkenin sınırları nasıl ortadan kaldırılıyor gibi sorularla ilgilenecek hal kalmadı. “Vatan, millet, milliyetçilik” diye ortalığı inleten iktidar partisinin nelere sustuğunu, neler kaybettiğimizi açıkça anlatan birkaç isim ve gazete de olmasa hiç duymayacağız bile. Bu isimlerin önde gelenlerinden biri tek kişilik ordu gibi çalışan Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Sayın Ümit Yalım'la hepimizin çok iyi bilmesi, unutmamamız gereken konuları konuştum. Sayın Yalım bu röportajda Gazeteci Barış Pehlivan'a hangi nedenle ceza verilemeyeceğini de önemli bir örnekle açıkladı.

Sayın Yalım, son günlerde Milli İstihbarat konusunda daha önce de 4 kez hapsedilen Gazeteci Barış Pehlivan'ın “Bir MİT mensubunun cenazesiyle ilgili yazısından dolayı cezaevine gönderilmesini” de içine alan açıklamalarınız oldu. Neler anlattığınızı bize de açıklar mısınız?

Söz konusu MİT mensubunun cenazesiyle ilgili daha önce haberler yapıldı, yani kamuoyuna açılmış bir konu. Kamuoyuna yansıyan bir konuda “MİT Kanunu'nu ihlal etti” diye bir kimseye dava açamazsınız. Oslo örneği var, Oslo'daki görüşmeye katılan MİT mensubu bir bayan vardı, adı-soyadı her tarafta yayınlandı, haber yapanlar, makale yazanlar hakkında hiçbir işlem yapılmadı veya dava açılmadı. Açılmasına da gerek yok, çünkü kamuya mal olmuş olan bir haber. Barış Pehlivan kendisi de açıkladı, “Bundan 3 yıl önce Libya'da şehit olan MİT mensubunun cenazesine dair haberi yayınladığım bahanesiyle tutuklanıyorum. Daha önce açıklanmasına rağmen; nasıl şehit olduğu, ailesinin bilgileri, cenazesinin olduğu yerin adı video görüntüleri gibi bilgileri paylaşmadım” dedi. Buna rağmen dava açtılar ve hapis cezası verdiler.

Sadece ismini yazmış, soyadını bile harf olarak vermiş. Oslo'daki görüşmelerde da görüşmeye katılan MİT mensuplarının isimleri ortaya çıktı, haber yapıldı, dolayısıyla nasıl ki oradaki MİT mensuplarıyla ilgili haber yapılmasına dava açılmadıysa burada da açılmaması ve Barış Pehlivan'a ceza verilmemesi gerekirdi.

SORUMLULAR ARASINDA HULUSİ AKAR VE YAŞAR GÜLER DE VAR!

Bazı MİT mensuplarının atanmasıyla ilgili Resmi Gazete'de çıkan bir bilgiden de söz etmişsiniz. Resmi Gazete'de daha önce bu atamalar hiç çıkmadı mı?

Hayır çıkmadı. Ve bunu sadece ben fark ettim ve haber yapılmasını sağladım, hiç kimse fark etmedi. Ceza hukuku suçu var burada ve bakın Barış Pehlivan hakkında hiç kimse ağzını açmıyor.

Pek öyle değil, ben de birçok gazeteci arkadaşımız da gazetelerde, televizyonda, YouTube programlarında bu konuyu tartıştık.

Bu iyi bir gelişme ama özellikle ceza hukukçularının bu konuya sahip çıkması gerekiyor, çünkü suç filan yok, monte ettiler. Ayrıca 25 Ağustos 2021'de Resmi Gazete'de yayımlanan general, amiral atamalarında MİT Kanunu'nun 13'üncü maddesi açık şekilde ihlal edildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'na atanan subayların isimleri yayımlandı. Bu maddeye göre Milli İstihbarat Teşkilatı'na yapılan atamalar Resmi Gazete'de yayınlanmaz ve gizli tutulur, bu kadar açık kanun hükmü olmasına rağmen bunlar yayınladı. Aralarında Hulusi Akar var, Selçuk Bayraktaroğlu var, Yaşar Güler var ve bu evrakı imzalayan bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Biliyorsunuz ben Genelkurmay Başkanlığı'nda çalıştım. General, amiral ataması hazırlanırken Genelkurmay personel başkanı, Genelkurmay 2'nci Başkanı, ilgili kuvvet komutanı, arkasından Genelkurmay Başkanı, sonrasında Savunma Bakanı ve Cumhurbaşkanı imzalar.

MİT'e atananlar için de böyledir diyorsunuz.

Tabii, tabii, ama bunlar listede yayınlanmaz, gizli tutulur.

Kara Kuvvetlerine filan yapılan atamalar yayınlanıyor.

Yayınlanıyor ama Kara Kuvvetleri atamaları arasında Milli İstihbarat Teşkilatı'na yapılan atamalar var. İnterneti açın görün, alenen yazmışlar ve basın üzerinden uyarmamıza rağmen hala orada duruyor, isimler internette Resmi Gazete'den çıkartılmadı. Dolayısıyla bunların hepsi sorunlu. Mesela bu konuda benim söylediklerime kimse cevap veremiyor, itiraz edemiyor.

Söz konusu general, amiral atama listesini hazırlayanlar ile listede imzası ve parafı olanlar hakkında MİT Kanunu'na muhalefetten Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bugüne kadar soruşturma açılmadı. Maalesef bu imzalar arasında Tayyip Erdoğan da vardır.

Barış Pehlivan

Diyorsunuz ki; bu resmen yapılırken MİT mensubunun cenazesini haber yaptığı için Barış Pehlivan neden cezalandırılıyor, hapis cezası veriliyor.

Elbette, çünkü bu ayrıca kamuya mal olmuş, şehit olduğuyla ilgili bir haber. Şimdi kanunu devlet ihlal ederken kalkıp gazeteciye “Efendim kanunu ihlal etti” diye hapis veremezler, açık örnekler var. Oslo'da yapılan görüşmeler 2008 ve 2011 yılları arasında yapıldı ve o görüşme sırasında Hakan Fidan Erdoğan'ın elemanıydı, Başbakanlık Danışmanı olarak vardı. Bir de orada MİT Müsteşar Yardımcısı bir hanım vardı ve isimleri çarşaf çarşaf yayınlandı, haber yapıldı, onlara soruşturma bile açılmazken, üst düzey kamu görevlileri açık bir şekilde MİT Kanunu'nu ihlal ederken gazeteci sadece ilk ismini yazmış diye hapis cezası verilmesi bir hukuk garabetidir, kabul edilemez.

Kısa süre önce sahibi ve mürettebatı Türk olan bir gemiye, Türk karasularında Ruslar tarafından bir baskın düzenlendi, hatta Rusya Savunma Bakanlığı baskın görüntülerini paylaştı. Bu konuda Türkiye'nin doğru tepkiyi vermediğini, egemenlik haklarının ihlal edildiğini belirttiniz. Açıklar mısınız?

Tabii, Şükrü Okan gemisi 13 Ağustos tarihinde İstanbul Boğazı'ndan geçtikten sonra İstanbul kıyılarına paralel olarak Batı istikametinde seyir halindeyken ve mesafesi 30 mil iken Rus gemisi tarafından önce uyarı ateşi açılıyor, sonrasında gemiye helikopterle baskın düzenlenip gemide denetim yapılıyor. Bu yapılan işlem hukuka aykırıdır, Türk personele açık bir şekilde savaş suçlusu muamelesi yapılmış, personel güvertede toplanmış ve yere diz çöktürülerek ellerinin arkadan bağlanması talep edilmiştir. Rusya Federasyonu'nun böyle bir hakkı yoktur. Söz konusu gemide personelin sahibi ve personeli Türk olmasına rağmen bayrağı Palau ada ülkesine bağlıdır. Türkiye'de ki vergi oranı yüksek olduğu için bizim armatörler yabancı ülkelerden bayrak ve bandıra almakta, Palau da Büyük Okyanus'ta bir ada devleti, dolayısıyla Palau bandralı bu gemi Türkiye Cumhuriyeti'nin kıta sahanlığında bir saldırıya maruz kalmıştır.

RUSYA AÇIK ŞEKİLDE TC'NİN KENDİ KITA SAHANLIĞINDA HÜKÜMRANLIK HAKLARINI İHLAL ETMİŞTİR!

Bu durumda “Ama gemide Türk bayrağı yoktu, bilemedik” diyemezler mi?

Sayın Mengi, Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi kıta sahanlığında hükümranlık hakları var.

Yani başka bandıralı bir gemiye de saldıramazlar.

Kesinlikle öyle, gemi ve personel Türk olsun veya olmasın saldıramazlar. Özal, hükümeti döneminde 1986 yılında Karadeniz'de 200 millik bir münhasır ekonomik bölge yani aynı zamanda kıta sahanlığı ilan etti, o zaman Sovyetler Birliği vardı, onunla ve diğer ülkelerin hepsiyle mutabık kalındı. Şimdi Türkiye Cumhuriyeti'nin Karadeniz'deki 12 millik karasularında egemenlik hakkı var, bu karasularının ötesinde bulunan 200 mile kadar olan bölgede yani kıta sahanlığında hükümranlık hakları var. Bu kıta sahanlığında Rusya Federasyonu ya da başka bir ülkenin gemisi gelip herhangi bir gemiye uyarı atışı yapamaz, gemiyi durduramaz, arayamaz. Çünkü 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi'nin 58 ve 78'inci maddelerine göre “bir ülkenin kıta sahanlığında başka devletlerin gemileri, savaş gemisi sadece ve sadece seyir hakkına sahiptir, bunun dışında hiçbir hakka sahip değildir”.

HİÇBİR DEVLET TÜRKİYE'NİN KARASULARINDA BALIK BİLE AVLAYAMAZ!

Burada tabii Rusya ile ilişkiler var, Cumhurbaşkanı'nın “Aman Putin'le sorun çıkmasın” telaşı var, ekonomik bağımlılık var. Bu kararlar Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan çıktığına göre sizce “çok haklı da olsak” Türkiye'nin tepki vermesi beklenir mi?

Biliyorsunuz İletişim Başkanlığı bu konuda bir yazı yayınladı, işte “Bu gemi Türk karasularında değildir, geminin mürettebatı ve sahibi Türk'tür ama Palau bandıralıdır, başka ülkeye aittir” şeklinde bir açıklama yaptı, bu son derece talihsiz bir açıklamadır. Çünkü; İletişim Başkanlığı Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi kıta sahanlığındaki hükümranlık haklarını yok saymaktadır, böyle bir şey kabul edilemez. Burada Rusya Federasyonu açık bir şekilde BM Deniz Hukuku Sözleşmesi'ni ve Türkiye'nin hükümranlık haklarını ihlal etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nin izni olmadan hiçbir devlet burada boru hattı döşeyemez, balık bile avlayamaz.

Yani “Balık bile avlayamaz” ama gemi avlıyor.

Evet, aynen dediğiniz gibi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı orada açık bir şekilde Türk karasularındaki hükümranlık haklarımızı korumaktan sorumlu. Ayrıca biliyorsunuz, NAVTEX sorumluluğu diye bir şey var, orada herhangi bir şekilde gemiler bir hareket yapacak olursa 5 gün önceden bildirecek ve Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi burada bir açıklama yapacak. Diyelim ki Karadeniz'de askeri tatbikat yapılıyor, bu tatbikattan önce Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi denizcilere “Şu, şu bölgelerde, şu coğrafi koordinatlarda tatbikat yapılacaktır, gemilerin uzak durması, etrafından geçmesi” diye duyuru yapar. Burada açık şekilde Deniz Kuvvetleri'nin sorumluluğu var. Ayrıca, İçişleri'ne bağlı Sahil Güvenlik Komutanlığı'nın da münhasır ekonomik bölgede Türkiye'nin hükümranlık haklarını koruma görevi var ve bu görev söz konusu kıta sahanlığını da komple kapsıyor.

RUSLARIN “DUR” DEMESİNE RAĞMEN ŞÜKRÜ OKAN GEMİSİNİN KAPTANI DURMUYOR, DOĞRU OLANI YAPIYOR!

İtiraz edilmediğine göre demek ki Sahil Güvenlik dahil hiç kimsenin haberi olmadan Rus gemileri veya başka ülkelerin gemileri bizim alanlarımıza girebilirler, bunu mu anlıyoruz? Rusya da “nasılsa itiraz etmiyorlar, biz bunların karasularında dolaşalım” demez mi?

Kıta sahanlığında düzgün bir şekilde -izin almadan- seyir yapma hakkı var ama atış yapma veya gemiye çıkma hakkı yok. Asla ve asla bizim kendi bölgemizde -sadece bir Türk gemisi değil- herhangi bir ticari gemiye veya savaş gemisine kalkıp uyarı atışı yapamaz, gemiyi durduramaz, bu gemide arama yapamaz. Zaten o Şükrü Okan adlı geminin kaptanı olayı bildiği için Rus gemisinin “Durun” demesine rağmen durmuyor, doğru olanı yapıyor.

“SAVAŞ SUÇLULARI GİBİ ELLERİNİN ARKADAN BAĞLANMASI İSTENİYOR”

İyi ki Ruslar vurmamışlar gemiyi, bir de vurabilirlerdi.

Evet, evet. Ama durdurma hakkı olmadığını bildiği için yoluna devam etmiş. Sen misin durmayan, hemen helikopterle müdahale ediliyor, gemiye asker çıkartılıyor, oradaki mürettebat sanki savaş suçluları gibi yere diz çöktürülüyor, ellerinin arkadan bağlanması isteniyor. BM Deniz Hukuku'na ve aynı zamanda Montrö'ye açık bir şekilde ihlalde bulunarak orada denetim yapıyor, bunu yapamaz, hiçbir yetkisi yok.

Bu olay yaşandı, artık doğru tepki konusunda zaten çok geç kalınmış ama bundan sonrası için “Bu tür olayları yapamayacaklarını” Rusya'ya ve bu şekilde başka ülkelere de bildirmek gerekirdi değil mi?

Sadece bu tip olaylara mahal vermeyelim diye çok cılız bir açıklama yaptılar. Normalde Dışişleri Bakanlığı'nın süratle Rusya'ya nota vermesi, şiddetle kınaması lazımdı. Bakın, ben yabancı basını takip ediyorum, çok enteresan Amerika Birleşik Devletleri'nden Rusya'nın gemiye saldırması konusunda şiddetli kınama mesajları geliyor ama maalesef Türkiye'den ses yok, bu kabul edilemez.

Bir olay daha var, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi 1982'de imzalandı, daha sonra sözleşme hakkında Brezilya, Uruguay, Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve Malezya bildirimde bulundular, dediler ki; “Bizim ülkemizin kıta sahanlığında başka bir ülkenin askeri gemisi gelip atış yapamaz, tatbikat yapamaz”. Bakın, Malezya gibi küçük bir ülke bile kendi kıta sahanlığına yabancı ülke gemisini sokmuyor, atış yapmasına müsaade etmiyor ama Türkiye Cumhuriyeti'nin kıta sahanlığına Rusya gemisi geliyor, mahalle kabadayısı gibi gemiyi teftişe kalkıyor, otomatik silahlarla uyarı atışı açıyor, gemi durmayınca -durmama hakkı var- helikopterle gemiye Rus askerlerini  çıkartıyor.

TÜRKİYE'NİN BATISINDAKİ TOPRAKLARIMIZ ATİNA'DAN YÖNETİLİYOR!

Yunanistan da Ege'deki adalarımıza el koydu, ona da hala ses çıkarmamaya devam ediyoruz değil mi? Büyükada, Kınalı filan oralara da uzansalar susacak mıyız?

Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliği altında olup 2004'ten bugüne kadar işgal edilen 20 ada ve 2 kayalık var. Bakın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Türk vatandaşı, Adalar Belediye Başkanı Erdem Gül de Türk vatandaşı ama İzmir, Aydın ve Muğla'da durum böyle değil, oralarda büyükşehir belediye başkanları Türk vatandaşı, adalarının belediye başkanları Yunan vatandaşı. Yani, bir felaketle karşı karşıyayız. Türkiye'de 2 cumhurbaşkanı var; Türkiye Cumhuriyeti 2 cumhurbaşkanı tarafından yönetiliyor, Erdoğan ve Madam Katerina… Türkiye'nin batısındaki topraklarımız Ankara'dan değil, Atina'dan yönetiliyor.

LİMNİ, MİDİLLİ, SİSAM, SAKIZ, BU ADALARI YUNAN ADASI ZANNEDENLER YANILIYOR!

Bunları konuştuğunuzda birileri çıkıyor “O adaların mülkiyeti bizde ama kullanma hakkı Yunanistan'a verilmiş” diyor.

Diyemezler. Kullanma hakkı verilen adalar Kuzey Ege'deki Taşoz, Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikeryaya, İpsara ve Bozbaba adaları. Çoğu kimse bilmiyor ve mesela Limni'ye Yunan adası diyor. Hayır, değil, Limni, Midilli ve Sakız adası Türkiye Cumhuriyeti'ne ait, Sisam adası Türkiye Cumhuriyeti'ne ait. Sadece kullanma hakkı vermişiz, bu adaların mülkiyeti ve egemenliği Türkiye Cumhuriyeti'nde kalmıştır.

Bu adaların kullanma hakkı bize ait olduğuna göre biz belediye başkanı koyabiliriz diyemezler mi? Kullanma hakkı verilmiş, oraları Yunan adasına çevirmişler, mülkiyetinin bizde olması ne fark ediyor ki?

Kullanma hakkı olan ada 9 ada, bunlar onun haricinde. Kullanma hakkı verdiğimiz 9 ada ve 12 ada haricinde 20 ada ve 2 kayalık. Bunlara kullanma hakkı vermedik. Ayrıca Türkiye'nin onları geri alma hakkı var, çünkü kullanma hakkını kaybettiler, adaları silahlandırdılar. Kuzey bölgesindeki adalarda, örneğin Midilli'de şu anda bir mekanize tümen var. Dolayısıyla, Türkiye'nin kuzeyindeki Limni, Midilli , Sakız, Sisam dahil Türkiye'nin bu adaları da geri isteme hakkı var. 12 adalarla ilgili de 1947 Paris Anlaşması uluslararası hukuka göre meşru bir anlaşma olmadığı için Türkiye'nin bu adaları da geri alma hakkı var. Ama tabii, bu hükümetin bunu yapması mümkün değil.

TÜRKİYE 12 ADAYI DİPLOMATİK YOLLARLA GERİ İSTEYEBİLİR 

Ne yapacağız peki?

Paris Anlaşması toplam 8 devletin 5'i tarafından imzalandı, oy birliği veya oy çokluğu yok. Böyle olduğu için bu anlaşma meşru bir anlaşma değildir. Dolayısıyla Türkiye'nin 12 adayı geri isteme hakkı var, bu kadar açık.

ARADAN 19 YIL GEÇTİ AKP HÜKÜMETLERİ YUNANİSTAN'A TEK BİR NOTA VERMEDİ!

İsteme hakkı var ama Yunanistan “vermiyoruz” diyor, ABD arka çıkıyor, adaların hepsi silahlandırıldı, ne yapılabilir?

Şimdi, bunların hepsi diplomatik yollardan çözülebilecek olan sorunlardır ama şu andaki siyasi iktidar bırakın bunları çözmeyi üstüne 20 ada daha işgal edilmiş. Bu adalar işgal edilmesine rağmen Erdoğan ve AKP hükümetleri bugüne kadar -aradan 19 yıl geçti- Yunanistan'a tek bir nota vermedi, ayrıca TSK'ya da işgalin önlenmesi için direktif vermedi. 2009 VE 2013 yıllarında Genelkurmay Başkanlığı (2009'da Başkan İlker Başbuğ, 2013'te Necdet Özel) bu adaların boşaltılması için hükümetten direktif talep etti ama Erdoğan ve AKP hükümetleri bu direktifi kabul etmedi. 2009'da Dışişleri Bakanı Ali Babacan, 2013'te Ahmet Davutoğlu idi, şu anda muhalefetteler, çıkıp söylesinler neden kabul etmemişler? Tamam, Erdoğan 3 Ekim 2023'te Samsun'da yaptığı konuşmada “adaların işgal edildiğini” kabul etti. Burada Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu'nun çıkıp bu konuya açıklık getirmeliler, neden Genelkurmay Başkanlığı'nın teklifini kabul etmediler.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp