Top
01/09/2023

Muhalefet için tek alternatif başarılı adayların tekrar seçilmesini sağlamak

6'lı Masa'yı oluşturan partilerin “Kendi adayımızı çıkaracağız” demelerinin bir anlamı olmadığını belirten Ali Çarkoğlu “Yüzde 10, yüzde 8 oyu olan bir partiye, kim niye oy versin İstanbul'da? Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi belediye başkanlığında da ittifak devam etmelidir” dedi.

Prof. Dr. Ali Çarkoğlu, Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesidir. Daha önce Boğaziçi Üniversitesi (1994-2002) ve Sabancı Üniversitesi'nde (2002-2010) öğretim üyesi olarak çalışmıştır. Doktora derecesini State University of New York-Binghamton'dan alan Çarkoğlu 2013 yılında Bilim Akademisi'ne seçilmiştir. Davranışsal siyaset bilimi, oy verme davranışı, kamuoyu ve parti politikaları, dindarlık, siyasal İslam ve siyasi davranış ilişkisi ve daha birçok konuda değişik araştırma ekipleriyle TÜBİTAK, Boğaziçi, Koç, Sabancı, Işık üniversiteleri araştırma fonları tarafından desteklenen araştırmalar yürütmüştür. Çok sayıda makale ve kitabın yazarıdır.

Türkiye siyaseti hiçbir zaman durulmadı, tüm partiler tarafından el birliğiyle dürüst, açık, şeffaf bir hale getirileceğine giderek daha da karıştırıldı ve sonunda öyle bir noktaya geldik ki sanıyorum ortamı bilerek karıştıranlar dışında hiç kimse neler olup bittiğini anlayamıyor. Daha yerel seçime aylar varken iktidar partileri devamlı gerçek dışı olaylar icat ederek muhalefeti karalıyor, muhalefet partileri de geri kalmıyor, onlar da çeşitli iddialarla birbirini karalıyor, bu da yetmiyor hemen hepsi “yerel seçimde kendi adayımızı çıkaracağız” iddiasında. Peki, böyle devam ederse zaten Meclis'i çalıştırılmayan, göstermelik bir demokrasiyle kalakalmış olan ülke nereye gider, nelerle karşılaşabiliriz? Merak ettiğimiz konuları Türkiye'nin önde gelen, en deneyimli siyaset bilimcilerinden biriyle, ülke çapında yaptığı araştırmalarla tanınan Prof. Dr. Sayın Ali Çarkoğlu ile konuştum.

MUHALEFET, KAZANILABİLECEK BİR SEÇİMİ KAYBETTİ AMA NEDENİNİ TAM TEŞHİS EDEMİYORLAR!

■ Sayın Çarkoğlu, genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra toplumda kafa karışıklığı yaratan birçok siyasi gelişme yaşandı. Siz engin siyaset bilimi deneyiminizle partilerin seçim sonrası davranışlarını nasıl görüyorsunuz?

Seçimi kazanmış olan iktidar ittifakı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çok kritik bir seçimi kazanmış olduklarına şüphe yok. Kazanan tarafa dair bugün bir şey söylemek için ya çok erken ya da söylenecekler kampanya devam ederken söylenmeliydi. Ancak muhalefetin önce kendine sağlam bir eleştiriyi yapması lazım. Benim kanaatim, kazanılabilecek olan bir seçimi kaybettiler, bunun da farkındalar aslında, fakat neden kaybettiklerini tam teşhis edemiyorlar. Kaybetmelerinin birinci nedeni; halkın beklentilerini karşılayacak bir söylemle onlara hitap edememiş olmaları. Bunun girişiminde bulundular, 6'lı Masa biliyorsunuz yüzlerce taahhütten oluşan kalın bir kitap bastırdı, fakat onu takip etmediler. Kampanyanın son 2 ayı içerisinde hemen hemen hiç duymadık biz bunu. Bence kampanyanın yönetiminde baştan sona son derece büyük bir tutarsızlık vardı. Örneğin; İstanbul'da CHP'nin yaptığı, ekonomi programlarını açıkladıkları toplantı bir heyecan yaratmıştı. Oraya gelen son derece önemli iktisatçıların açıkladığı çok önemli prensipler vardı, kampanyaya o prensipler üzerinde devam edilebilirdi ama siyasetçilerin bu profesörlerin anlattığını sokaktaki insanın anlayacağı şekilde çevirmeleri lazım, bunu çeviremediler, çevirememenin ötesinde böyle bir gayret içine dahi girmediler, çünkü gündem tamamen saptı. Bu gündem sapmasındaki ana sorumlu deprem tabii ki, Türkiye'nin gündemi birdenbire tamamen değişti ama depreme gelirken de hazırlıklı olmalarını beklerdik. Şu anda deprem Türkiye'nin en önemli sorunu olarak dillendirilirken o zaman iktidarın da, muhalefetin de bu konuda en ufak bir hazırlığı yoktu. Dolayısıyla, bunda iktidarı suçlamak çok kolay ama aynı zamanda muhalefeti de suçlayabilirsiniz, muhalefet daha mı hazırlıklıydı depreme? Dolayısıyla, gündemde önemli olan konularda aslında hakikaten hazırlıksız olduklarını düşünüyorum muhalefetin.

Seçim sonrasında da Ekrem Bey'in çıkışında da biliyorsunuz web sitesiyle halktan öneriler alınması söz konusu oldu, bunun halktan gelecek önerilerle yapılabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum ben. Sizin kendi gündeminizde ne yapacağınızın çok net kafanızda olması lazım. Halk size bunu söyleyecek diye beklemek çok gerçekçi değil. Muhalefette, siyaset yaparken aslında en önemli kilit konuların neler olduğuna dair bir kararlılık ve doğru teşhis açıkçası yok. İktidar tarafına baktığınız zaman bu konuda hiçbir tereddütleri dahi yok, gündemleri son derece net,  benimsemiyor olabiliriz; yani muhalefet tarafından bakıldığında elbette o gündemi benimsemek zorunda değil Türkiye ama iktidarın kafasının bulanık olduğunu söylemek mümkün değil. İktidar seçime giderken ekonomideki zorlukları gayet net görmüş olduğu için aslında bunu beka sorunu etrafında şekillendirmeye gayret etti, deprem de buna yardımcı oldu. “Yüzyılın felaketi” söylemiyle aslında karşı karşıya olunan şeyin gerçek bir zorluk, gerçek bir beka sorununa dönüştüğünü söyleme imkanı buldu. Bunun yanı sıra yine hatırlarsak güvenlik sanayiinde elde edilen başarıların bütün sorunlar bir tarafa bırakılarak anlatılmaya girişilmesi de aslında bu kampanya için muhalefet açısından bir şanssızlıktı, çünkü buna karşı söyleyebilecekleri hiçbir şeyleri yok ve hiçbir şey de söylemediler.

“SEÇİMİ KAYBETTİK” DEMEKLE ÇOK BÜYÜK BİR ŞEY SÖYLEMİŞ OLMUYORSUNUZ!

Bunların hepsini bir tarafa koyarsak, bu seçim kaybedildi, bitti, şimdi “bundan sonra ne yapmak lazım” diye konuşmaları gerekirken aslında görüyoruz ki ne ana muhalefet partisi, ne diğer partiler elle tutulur bir adım atabilmiş değiller.  “Seçimi kaybettik” demekle çok büyük bir şey söylemiş olmuyorsunuz, zaten kimse sizin kazandığınızı söylemeyecek. Evet, seçimi kaybettiler ama neden kaybettiler ve kazanmaları için nasıl bir yeni bir yol planıyla yola devam etmeleri lazım, bunu herkesin kafasında özetleyen kısa ifade ‘değişim'di biliyorsunuz. Değişim tartşması da ana fikir olarak liderlik değişiminde odaklandı. Oysa liderlik değişimi değil söz konusu edilmesi gereken şey, lider değişimi bunun bir parçası olabilir, olmalıdır, sorumluluk taşıyan liderlerin elbette bu sorumluluğu yerine getirmeleri beklenir ama ana konumuz “liderlik değişimi” değil, ana konumuz partinin yeni gündeminin hangi konular etrafında şekilleneceği ve bütün organizasyonun yeterli olup olmadığının parti tarafından yeniden değerlendirilmesi. Anladığım kadarıyla parti bunu konuşmak dahi istemiyor. İyi Parti içerisinde istifalar oldu, CHP içerisinde istifa olmadı bildiğim kadarıyla.

CHP'DE PARTİ ÖRGÜTÜ SEÇİM SONUCUNDAN ÇOK MEMNUNİYETSİZ GİBİ GÖRÜNMÜYOR!

■ Seçim başarısızlığından sorumlu tutulan bazı isimler görevlerinden alındı ama.

Onlar yönetim kararı, yoksa kimse partiden istifa etmedi. DEVA'dan da olmadı, Gelecek Partisi'nden de olmadı, dolayısıyla partiyi oluşturan örgüt aslında durumdan çok da şikayetçi değilmiş gibi gözüküyor. Memnuniyetsiz olsalardı en azından “Biz bu partiyi bırakıyoruz, başka bir yerde siyaset yapacağız” diyebilirlerdi. Tek istedikleri şey lideri değiştirip yine eski kadroyla devam etmekmiş gibi gözüküyor. Bu da bir mantık tutarsızlığını yansıtıyor diye düşünüyorum ben. Bunun tek sorumlusu lider ve etrafındaki 5-6 kişi olamaz. Bütün bir partinin programı, bütün bir partinin organizasyonu ve bütün bir partinin siyaseti şekillendiren ana düşünce silsilesinin sorgulanması lazım. İmamoğlu bunu yapmaya çalışıyor belki ama açıkçası bu bir dinamizm içerisinde olmuyor. İstanbul'da oluyor ama Ankara'ya yansımıyormuş gibi bir intiba bırakıyor. Oysa bunun Anadolu'nun her tarafından Ankara'ya bir talep olarak gitmesi ve yavaş yavaş bir sonraki seçime doğru gerçekleştirilmesi lazım.

Yapılması gereken değişimi gerçekleştirmeye hazırlanmaları gerekirken, bir seçimden diğerine gidildiği için hep kısa dönemli politikalarla geçiştiriliyor. Şimdi yerel seçim geliyor yine zaman kalmayacak.

6'LI MASA KURULURKEN GÖRDÜĞÜMÜZ TABLO HİÇ DEĞİŞMEDİ, NEDEN TUTUM DEĞİŞTİRİYORLAR?

■ Muhalefet partilerinin “Biz kendi adayımızı çıkaracağız” demelerinin nasıl bir etkisi olacak sizce?

Şimdi ne değişti? 6'lı Masa kurulurken karşı karşıya olduğumuz resimle bugün karşı karşıya olduğumuz resim neden farklı ki, hiçbir farkı yok bence. 6'lı Masa'nın mantığı neydi; “Biz tek başımıza bunu kazanamayız, birleşip kazanalım”, şimdi seçimi bir defa kaybettikten sonra “Biz şimdi artık tek başımıza kazanabiliriz, 6'lı ittifaka gerek yok, kendi adayımızı çıkaralım” demenin nasıl bir anlamı olabilir? Bence hiçbir anlamı yok, üstelik bu seçim “bir oy fazla alanın belediye başkanı seçileceği” bir seçim olacak. Yani, yüzde 10, yüzde 8 oyu olan bir partiye kim niye oy versin İstanbul'da?

BU SEÇİMDE İTTİFAK İŞLEMEDİ, ÇÜNKÜ MASA İTTİFAKIN GEREKLERİNİ YETERİNCE YERİNE GETİRMEDİ! 

■ İktidar kanallarına baktığınızda “Hatay'ı da alabiliriz, Adana'yı da alabiliriz” söylemleri duyuluyor.

Alabilmeleri için ne lazım, 10 tane partinin çıkıp her birinin üçer beşer oy alıp birinin de yüzde 20 oy alarak belediye başkanını seçtirmesi lazım. Yani ittifakın esas mantığı cumhurbaşkanlığında olduğu gibi belediye başkanlığında da ittifak ile devam etmektir. Çünkü şu an itibarıyla tek başına herhangi bir partinin büyükşehirleri alması mümkün görünmüyor. Bir iki ufak ilçede bazı partilerin adayları kuvvetli ise onlarla belki kazanabilirler ama büyükşehirleri 6'lı Masa ittifakını oluşturan partilerin herhangi birinin silip süpürüp götürmesi kolay değil. Bunu söylerken muhafazakar konuşuyorum, bence imkansız. Geçen sefer de imkansızdı ama örtülü de olsa kampanyasını bir ittifak içerisinde yürüttüğü için Ekrem Bey başarılı oldu, tek partinin adayı olarak çıksaydı seçimi kazanabilir miydi İstanbul'da? Zaten böyle olduğu için her şey İstanbul'la başladı, İstanbul'da bunun işlediği net bir şekilde ortaya çıktığı için 6'lı Masa'nın da işleyebileceği düşüncesi ortaya çıktı.

MASA İTTİFAKIN GEREKLERİNİ YETERİNCE YERİNE GETİRMEDİ!

Bu seçimde ittifak işlemedi. Bu başarısızlığın nedenini ideolojik olarak birbirine hiç benzemeyen altı partinin birlikteliğinde bulanlar olabilir. Oysa tam tersine bu ittifakın ideolojik yelpazenin her yanından oyuncuların birlikteliğiyle kurulmuş olması önemli bir avantajdı. Hatırlayın, en başından itibaren gerek Saadet Partisi'ni gerek İYİ Parti'yi her düzeyde ittifaktan koparma gayretleri gördük. Bu birlikteliğin rahatsız edici olduğu çok aşikardı. AK Parti'den uzaklaşan seçmeni cezbedebilecek olduğu düşünülen Deva ve Gelecek Partilerinin beklenen teveccühü seçmenden görmemesinin de yanlış hesap olduğu iddiası var elbette. Aynı şey SP ve İYİ Parti için de söylenebilir elbette. Ancak Millet İttifakı'nın mantığı bu tür bir oy yüzdelerinin toplanması değildi. İktidar ittifakının temsil ettiği milliyetçi muhafazakar duruşun aynı kökenden gelen gelmeyen farklı partiler ittifakı olarak red edilip onun yerine yeni bir alternatif duruş ile iktidara talip olmaktı. Bu yeni duruş dışlayıcı değil kucaklayıcı, yeni bir milliyetçi ve muhafazakar içeriğe sahip olduğu gibi toplumsal gelişme ve adil bölüşüm, kadın ve çevre konularıyla sosyal demokrat hassasiyetleri de içinde barındıracaktı. Ben o kalın taahhütler kitabının içeriğini bunun temeli olarak görüyorum. Ekonomik alandaki yeni duruşu da İstanbul'daki ekonomistlerin katıldığı toplantıyla az da olsa görebilmiştik. Ama bu içeriğin geliştirilip halkla paylaşılması sekteye uğradı. Bunun da ana sebebi yeterince sağlam bir şekilde Masa'nın “ittifakın gereklerini” yerine getirmemeleridir benim kanaatim. Masanın önce bozulup sonra bir iki gün içinde yeniden yola devam etmeye çalışmasından bahsediyorum. Getirselerdi yine işleyebilirdi, getirmedikleri için işlemedi. İttifak mantığında aday öne çıkarılamaz. Hele bir de söz konusu adaya içerden seçilemez eleştirisi getirilirse o zaman hiç bir şansınız kalmaz. Elbette, bu seçilemez aday argümanını yapanlar “bak gördün mü? Haklı çıktık” diye düşünebilirler. Cumhur İttifakı'nın Yeniden Refah ve HÜDA PAR'ı da içine alarak genişlemesi bu seçilemez aday iddialarıyla birlikte oluştu. Yani iktidar önlemlerini almaya devam etti. Seçim de sonuç olarak ikinci tura kaldı. Bu arada Muharrem İnce ve Sinan Oğan'ın adaylıkları ve ardından İnce'nin çekilmesi hep bu seçilemez aday tartışmaları ile birlikte değerlendirilmelidir. İttifakı ayakta tutma kararlılığı göstermeden parti kadrolarının kampanyada canla başla çalışabileceklerini düşünmek zordur.

Gerek mecliste, gerek cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kaybedilmesinin temel nedeni bu tartışmanın siyaset sokağına dökülmüş olmasıdır. Bu bir pazarlık konusu olarak çok daha akılcı bir şekilde kapalı kapılar ardında yapılabilirdi. Ancak Millet ittifakının lider kadroları hem sanıyorum parti tabanlarının baskılarını yeterince yönetemediler, hem de büyük oyun stratejilerine daha geniş bir açıdan bakamadılar. Bu ittifak içi pazarlığa her katılan da elbette kazanamayacaktır kısa dönemde. Ancak o kısa dönem kaybı göze alıp ilerlenmiş olsaydı seçim kazanılabilir, ülkenin gündemi ve siyasetin de dönüşümü değişebilirdi. Peki, şimdi yeniden seçim yapılacak, muhalefetin seçmen desteği seçim öncesiyle üç aşağı beş yukarı aynı, hiç kimsenin oyunda bir artış yok, tek bir aday çıkarmak yerine 5 adayla gidilecek, böyle bir seçimi kazanmak mümkün olur mu, olmayacak tabii ki.

MUHALEFET İÇİN TEK ALTERNATİF BAŞARILI ADAYLARIN TEKRAR SEÇİLMESİNİ SAĞLAMAKTIR!

■ Ankara'da Mansur Yavaş, İzmir'de Tunç Soyer güçlü durumda ama ya ana muhalefetin kendisinin içinde bir grup (Ankara için) veya 6'lı Masa'daki büyük ortağı onların karşısına aday çıkarma ihtimalinden söz ediyor. Başarılı muhalefet belediye başkanlarının yerine veya karşısına aday çıkarılması konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bence bunun da hiçbir mantığı yok, bu seçimi kazanmak için değil, kaybetmek için yapılan bir strateji olabilir, yani böyle bir stratejiyle kazanmanın mümkün olduğunu düşünmüyorum ben. Açıkçası elimizde muhalefetin izleyebileceği çok fazla alternatif yok, bir tane alternatif; başarıyı vurgulayıp başarılı adayları yalnız bırakmadan bunların seçilmesini sağlamak lazım. Aksi takdirde bu büyükşehirlerin birkaçının kaybedilmesi söz konusu olabilir.

■ Muhalefet partileri içinde HDP'nin yanlarına yaklaşmasını bile istemeyenler var, HDP'nin buradaki rolü ne olacak?

Tabii şu anda HDP'nin en başta düşündüğü şey bu kayyum düzenlemesinin sona ermesi. Bu Türkiye demokrasisi için de çok önemli. Şu an için seçmen tercihlerinin yönetime yansıması yönünde bir engel. Gerekçesi ne olursa olsun bunun mutlaka değişmesi lazım, resmi bir pazarlık var mı yok mu onu bilmemiz mümkün değil ama herhalde şu an için söz konusu olan şey bu düzenlemenin yumuşatılması ya da kaldırılması. Karşılığında büyük şehirlerde kapalı muhalefet adayına verilen desteğin kendi adaylarını çıkararak bölünmesi, basit bir strateji budur.

■ Kayyum düzenlemesini muhalefetin kaldırması şu anda imkansız olduğuna göre bunu AKP yaparsa HDP yön değiştirir mi sizce?

Onlar bunu düşünüyorlardır büyük ihtimalle, “Ne yapalım” diye. Herhalde çok net olarak şu; düzenleme kalkar ama yarın yeniden gelir, bunun hukuki bir garantisi olmadığı sürece böyle bir pazarlıkta iktidarla el sıkışmanın HDP'ye getirisi ne olabilir? HDP'liler ya da Kürt siyaseti için en önemli gündem kendi seçtirdikleri belediye başkanlarının yerine kayyumların iş başında olması. Bundan kurtularak seçmenleri karşısında bir şey söyleyebilecekleri bir ortam yaratılabilir diye düşünüyorlar. Siyasetçi tabii ki seçmenine bir şey götürmek durumunda, hiç bir şey götürmeden bu siyaseti kabullenip “Biz köşemizde oturalım” demek siyasetçiler için kabul edilebilir bir seçenek değil. O açıdan onlar da bunu elbette düşüneceklerdir.

DİN VE TERÖR SÖYLEMLERİ HER ZAMAN YAPILACAK, MUHALEFETİN GÖREVİ BU ZOR OYUNU BOZMAKTIR!

■ Geçen seçimlerde oldu, muhalefet partileri HDP ile aynı tarafta ise iktidar ve medyası hemen “Bakın HDP ile PKK ile anlaştılar, bunlar Türk milliyetçiliğiyle kavgalı” veya “terörist” diye başlıyorlar. Bir yandan “CHP dindar değil” söylemleri, bunların karşısında muhalefet nasıl duracak?

Şimdi, siyasetçilerin yapmaları gereken şey bu zor oyunu bozmak zaten, bu iddialar elbette her zaman yapılacak ama siz yine konuşmanız gereken ana konuları konuşarak ve bu konularda da ikna edici çözümleri halka anlatarak bunu isteyip istemedikleri ve istedikleri takdirde de seçim sonucuyla bunu alabileceklerini onlara göstermeniz lazım. Eğer Türkiye'de başkanlık rejiminin değişmesinin gerekli olduğunu, ekonomik gelişmenin, sosyal ilerlemenin, çevre sorunları ve eğitimin, kadına yönelik şiddetin ve her tür şiddetin önlenmesinin bu yönetim biçimiyle sürdürülebilir olmadığını ikna edici biçimde anlatırsanız karşınızdakilerin söylemlerini etkisiz kılabilirsiniz. Ama siz bunların hiçbirinden söz etmeksizin size saldırılan konularda da sadece kalp işareti yaparak cevap vermeyi seçerseniz o zaman ikna edici olmazsınız, kalp işareti elbette güzel ama yeterli değil.

İnsanlara neleri kaybettiklerini anlatmanız lazım, bu önümüzdeki 5 sene bir kayıptır, 5 kayıp sene olarak bunu bugünden başlayarak anlatıyor olmaları lazımdı. Aksi takdirde gerçekten insanların hayatını etkileyen konuları değil, kimin teröristlerle işbirliği yaptığını, HDP'nin aslında nasıl bir oyun tezgahı olduğu vs. suçlamalar, sahte videolarla kampanyanın değişmesine müsaade etmiş olursunuz. Buna müsaade etmemek için gündemin konularının muhalefet tarafından belirleniyor olması ve burada da ikna edici bir argüman yapabiliyor olmaları lazım. Aksi takdirde elbette iktidarın yerinde kim olsa bu argümanı yapacak. Ama bu tür argümanlar her zaman seçimde galip gelmiyor, yine de her türlü dezavantajına rağmen muhalefet birçok yerde seçimleri kazanabiliyor. Siyasetin bunun becerisini göstermesi lazım. Bence 6'lı Masa'nın bozulması bu becerinin gösterilememesidir. Göstermiş olsalardı, 6'lı Masa her şeye rağmen devam etmiş olsaydı, kavga etmeden kendi gündemleriyle seçime girmiş olsalardı, aradaki 2.5 milyon oy kalır mıydı? Muhalefetin kendisine bunu sorması lazım.

Konumuz İYİ Parti eleştirisi değil ama İYİ Parti'nin karşı karşıya olduğu dilemma şöyle; partilerini Türkiye'deki ideolojinin merkezine mi yerleştirecekler yoksa MHP'den kopmuş olan bu partinin MHP'yi bir anlamda taklit eden bir çizgiyle MHP ile rekabet yapmasını mı istiyorlar? Bu soruya cevaben aslında gelecek vaadedenin MHP ile rekabet etmek değil halen boş olan Türkiye'nin merkezine yönelik bir siyaset kurgulamak olduğunu düşünüyorum ben. Masa'dan kalkmakla İYİ Parti bir anlamda merkez siyasetini de reddetmiş oluyordu. Yani olay sadece Kemal Beyin seçilebilirliği ya da seçilemezliği değil, kalktığınız zaman zaten söylediğiniz tanım gereği doğru hale geliyor. Kalmamış olsaydınız kazanılma ihtimali vardı, kalktığınız zaman kazanma ihtimalinin olmadığını zaten herkes biliyordu. “Kazanmayacağı belli olan bir adayı desteklemem”, hayır, siz desteklemediğiniz zaman elbette kazanması imkansız hale geliyor. O açıdan, desteklemiş olsaydı ve merkez siyasetini ısrarla devam ettirmiş olsaydı o zaman Türkiye'de iktidar değişebilirdi, farklı bir siyaset kurgulanabilirdi. Merkezde kalmayı seçip de kaybettiğinizde bile bugünkü konumdan daha iyi durumda olacağınız söylenebilir. O zaman bulunacak seçmen desteğinin bugün sahip olunandan daha düşük olma olasılığı bence zayıf. Bugün itibarıyla da karşı karşıya olduğumuz şey de yine böyle bir karar.

GÜNDEMİ KARŞI TARAF BELİRLEDİĞİ ZAMAN CEVABINIZ NE OLURSA OLSUN SİZ KAYBEDEN TARAFTA OLUYORSUNUZ!

■ İYİ Parti'nin amacı daha çok “milliyetçilik tabanına dönebilmek” gibi görünüyor. Muhalefet partilerinin aslında halka milliyetçilik, laiklik, dinin siyasette kullanılması gibi kavramların tam açıklamasını, terörle ilişkilendirilmenin nasıl yanlış olduğunu anlatması gerekmiyor mu? Laiklik bile anlatılamadı.

Laiklik konusunda konuşmak istemiyorlar açıkçası. Basma kalıp laiklik methiyeleri yerine halkın daha iyi bir hukuk düzeni, dünya ile rekabet edebilir bir eğitim sistemi, kadınların toplumsal konumlarının gelişmesi, ekonomide rasyonel politikaların sürdürülebilmesi gibi pek çok konuda laiklik prensiplerinin muhafazası ve zamanın şartlarına uygun şekilde yorumlanmasına bağlı olduğunu düşünmek korkutucu olmamalı. Muhalefetin konuşmayı kabul ettiği tek şey AK Parti'nin belirlediği gündem hakkında, o gündeme dair çok da ikna edici olmayan görüşler dile getirmek. Halbuki gündemi karşı taraf belirlediği zaman verdiğiniz cevap ne olursa olsun siz kaybeden tarafta oluyorsunuz. Siyasetçinin düşünce anlamında esas kıvrak olması gereken şey bu oyuna gelmemektir ama bu oyuna geliyorlar, çünkü bu tehdidi çok anlamlı bir tehdit olarak görüyorlar. Oysa Türkiye'de “milliyetçi taban” dediğiniz tabanın Türkiye'de seçmenin yüzde kaçına karşılık geldiğini ben tahmin etmek istemiyorum ama merkezde o tabanın en az iki katı kadar seçmen olduğunu tahmin etmek güç değil. Merkezi reddettiğiniz zaman kendinizi zaten gayet uzun zamandır o alanda siyaset yapan MHP ile rekabet içinde, daha ufak bir seçmen kitlesini paylaşmak durumunda bırakmış, ufak marjinal bir siyasetin parçası haline getirmiş oluyorsunuz. Bunu yapmanın ne gereği var? Esas önemli olan şey; seçmeni kendinizle beraber merkezde konsolide edip merkezi daha akılcı, daha farklı gündemle tartışmaya yönelten yeni bir siyaseti oluşturmaktır. Yani yeni olmak önemli. Eskinin devamı ya da taklidi gibi algınlanmak en kabul edilemez durumdur siyasette. Milliyetçi olunabilir elbette, ama yeni bir tanımla milliyetçi siyaset yapmak ancak kazandırabilir. AK Parti de yeni nesil muhafazakarlık iddiasıyla Milli Görüş geleneğinden bir kopuş ve genişleme yaratabildi zamanında.

BÜLENT ECEVİT'İN “ORTA SOL” DEĞİŞİMİ CHP'YE 73 VE 77 SEÇİMLERİNDE BAŞARI KAZANDIRDI!

■ İki büyük muhalefet partisinin, özellikle ana muhalefetin her gün birçok kanalda ve sosyal medyada kendileri için ortaya atılan iddialara yeterince cevap verdiğini düşünüyor musunuz?

Ben de bunu görmüyorum açıkçası (gülüyor), seçim sonrasında bu tartışmaları izlememeye de çalışıyorum, çünkü bu tamamen bir patinaj. Yani mesafe kat edilebilecek tartışmalar değil. Partinin ne yapması gerektiğini ben açık açık görüyorum, yapması gereken şey; düşünsel olarak partiyi bir değişim yoluna sokmak. Lider kadrosundan bahsetmiyorum, birinci konu düşünsel bir değişimdir, ikinci konu da bütün organizasyonun değişmesidir.

■ Düşünsel değişime neleri katıyorsunuz?

Örnek olarak şunu vereyim; CHP'nin tarihindeki belki yegane anlamlı değişim 60'ların sonu ve 70'li yılların başında yaşandı. Bülent Ecevit ve arkadaşlarının yarattığı bu “ortanın solu” değişimi CHP'yi değiştirdi, 73 ve 77 seçimlerinde de başarılı kıldı. Ama bu kalıcı olmadı, birçokları bunun aslında bir sol değişim olmadığını da iddia ettiler daha sonra, belki haklılardı da. Ama bu değişimin ne kadar uzun süre içinde yapıldığını hatırda tutarsak Kemal Beyin parti içindeki iktidarı ele geçirmesinden bu yana geçen vakitten çok daha kısaydı o. Yani 5-6 sene gibi bir değişim içerisinde ortanın solu CHP de lider kadroyu değiştirdi, Kemal Bey genel başkan olduğundan bu yana çok uzun bir zaman geçti ama düşünsel bir değişim yapılmadı. Hatta bence girişimde dahi bulunulmadı.

CHP'NİN DAHA SOL PARTİ OLMAYA ÇALIŞMASI YANLIŞ OLUR, MEMLEKETTE SOLCU YOK, MERKEZ VE MERKEZ SAĞ VAR!

■ CHP'de de şimdi “Daha sol bir parti olmalıyız, gerçek kimliğimize dönmeliyiz” tartışmaları yapanlar var. Böyle bir değişim yaparlarsa sağ partilerle anlaşarak seçime girmeleri daha zor olmayacak mı?

Bence yanlış bir şey bu, niye, çünkü bugün memlekette solcu yok zaten, memlekette var olan merkez ve merkezin sağında yer alan bir seçmen var. Bu seçmene kendi gündeminizi anlatıp bu gündemi benimsemelerini sağlayarak bütün ideolojik spektrumda aslında kendilerini solcu görmeseler dahi CHP'li görmelerini sağlayabilirsiniz. Seçmen diyecek ki; solcu değiller, ben de solcu değilim ama onların yaptıklarını destekliyorum. Mesela ne istiyorum; çevreye saygılı bir endüstri politikası istiyorum, kadına şiddet bitsin istiyorum, ekonomide birinci öncelik gençler ve çevre olmalı, Ak Parti söylemiyor şu an itibarıyla ama siz halka bunun önemli olduğunu hatırlatırsanız ve onları ikna ederseniz ve bu politikayla karınlarının doyacağını da gösterirseniz o zaman solcu olmasalar da CHP'ye oy verebilirler.

■ CHP ve İyi Parti geçen seçimlerde ekonominin kötü olduğunu, enflasyonu, kendilerinin bunu düzelteceğini yeterince anlattılar ama bu yeterince etkili olmadı, neden?

Bunun sebebi; söylediklerinde ikna edici olamadılar. Bir gün geliyorlar, dünyanın en önemli iktisatçılarıyla bir toplantı yapıyorlar, 2 gün sonra o toplantıyı unutuyorlar. Hiçbir şekilde tutarlı bir anlatıma girişmiyorlar. Kampanyalarında benim en büyük eleştirim böylesine önemli bir konunun unutulmasıdır. Dolayısıyla, nasıl ikna edici olabilirler?

MUHALEFET BAŞARILI OLABİLİRDİ AMA İKTİDARIN SALVOLARI KARŞISINDA HER GÜN FARKLI ARGÜMANLAR YAPTI!

■ “Böylesine önemli bir konu” derken yaptıkları ekonomi programını açıklamalarından söz ediyorsunuz?

Elbette, hem ekonomi programı hem de 6'lı Masa'nın hazırladığı o uzun vaatler listesi, kampanyanın bunun üstüne devam etmesi gerekiyordu ama ettiremediler. İktidarın salvoları karşısında her gün farklı argümanlar yaptılar, oysa kendi yollarında devam edebilselerdi belki halk onların gerçekten samimi ve ikna edici olduklarını düşünebilirdi.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp