Geçen hafta yağmurlu bir havanın altında, yorgun argın eve doğru bisikletle ilerlerken U Street üzerindeki bir yeme-içme yerinde asılı bir posteri gördüm. Saniyenin binde biri denilebilecek kısa bir anda, hatta belki de tam bir saniyeliğine “Aa galiba D.C.'ye konsere geliyor, kesin kaçırmayayım” diye aklımdan geçti.
Bahsettiğim kişi Prince'ti ve tabii ki anında artık yaşamadığını fark ettim.
Ardından bir arkadaşım “Prince'i yaşlanmış olarak düşünemiyorum” dedi. Bir-iki sene önce 19 yaşında genç bir müzisyenken çektirdiği fotoğraflar ortaya çıkmıştı. Yaşamının son yıllarından hemen hemen hiç farkı yoktu.
Ölümsüzlüğün dünya üzerindeki simgesiydi Prince. Ve belki de tam da bu yüzden posterini görünce onun hâlâ yaşadığını düşündüm.
Birinin ölümsüz olması için devrimci olması ön koşul.
Prince star'ların imajıyla ilgili klişe ve kalıpları topuklu ayakkabıları, rimelleri ve mor rengine bağımlılığıyla sarstı. İlk kez Prince'i gören herkes kuşkusuz onun cinsel kimliğini merak etmiştir. Sıradan birine benzemiyordu sonuçta. Kadın kıyafetleri giyiyor ama asla kadınsı durmuyordu. Yüzüne makyaj yapıyor, saçlarıyla oynuyor ama bunlara ilaveten göğüs kıllarını sergiliyor ya da mutlaka bıyık bırakıyordu. İncecik vücuduyla çırılçıplak albüm kapaklarına tüyler içinde poz vermekten çekinmiyor, ama kendi hayatında durmaksızın birbirinden ünlü kadınlarla görüntüleniyordu. Kim Basinger'dan Naomi Campbell'a, Sheena Easton'dan Vanity'e kadar dönemin en güzel, en seksi kadınlarıyla birbiri ardına aşk yaşıyordu.
Önceki gün bir uçak yolculuğunda Toure'nin Prince hakkında yazdığı “I Would Die 4 U” kitabını okudum. Prince'in kadınlarla ilişkisine de değiniyor: Cinsel bir ilişkidense kadınları yıkamayı, izlemeyi, el üstünde tutmayı seviyormuş. Bir kız arkadaşı kendisine en iyi davranan erkeğin Prince olduğunu, onun tarafından saatlerce yıkanmayı unutamadığını söylüyor.
Aslında yaptığı kimlikle oynamak, kafa karıştırmaktı. “Purple Rain” filmi erkek cinselliğine sayısız gönderme içeriyordu, ama kostümleriyle tam olarak ikna etmiyor, illaki kafamızda bilinçli olarak bir soru işareti bırakıyordu. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını göstermek, görünene ikna olmamız için.
Prince'in ölümünü takip eden günlerde Tarkan'ın evlilik haberi geldi. “Kıl Oldum Abi”den sonra kendini yenileyerek hiç kimsenin elinden alamadığı popstarlık tahtına oturan Tarkan'ın yolculuğunda da cinsellik ve cinsel kimlik önemli bir yer tutuyor. Erkek arkadaşıyla yaptığı romantik tatilden sızdırılan fotoğraflarına rağmen Tarkan kamuoyu gözünde çeşitli kadın arkadaşlarıyla sık sık göründü. Sonunda bu halka, Zeki Müren'in bin tane kadınla birlikte olmasını andıran bir şekilde evlilikle sonuçlandı.
Tarkan, 90'larda göbeğini (hafif göbekliydi evet) açıkta bırakan Şile bezi kıyafetlerle bir erkeğin ağzından duymaya o güne dek pek alışık olmadığımız “Şıkıdım, şıkıdım” ifadeleriyle ne erkeğe ne kadına tam ait olan dans hareketleriyle ortalığı silip süpürüyordu. Göz makyajı, değişen saç modelleriyle cinsel kimliğinin sınırlarını zorlayan (ve hatta yok eden) Zeki Müren ve Bülent Ersoy'a kıyasla arafta kalmayı, kendisini muğlakta bırakmayı tercih ediyordu.
Şarkılarının da cinsiyeti yoktu, onun ağzından çıkan bir şarkı aynen Sibel Can'a uyarlanabiliyordu mesela, hem de hiç sırıtmadan. Bütün bu süreçte New York'ta Zeki Doğulu ve Rifat Özbek'le gezip kendisini keşfediyordu.
Ama belki burası Türkiye olduğundan, Tarkan da sonuçta Türkiye taşrasından çıktığından başlattığı devrimin sonunu getiremedi. Hatta sızdırılan fotoğraflarla daha çok daha ileriye götürebileceği bu cinsel kimlik oyunu aniden sonlandı. Sonra sadece müzikal anlamda değil, her bakımından alaturka bir Tarkan ortaya çıktı ve tam da o sırada sofistike olmayı bırakıp sıradanlaşmaya, kendisini tam anlamıyla varoşa teslim etmeye başladı.
Benim Tarkan dinlemeyi bırakmam aşırı seks katarak söylediği “Yandım” şarkısında tüm çabalarına rağmen bir türlü “Bana yeniden şarkılar söyleten kadın” dizesine ikna edememesiydi. Bu tercih politik bir teslimiyetin de işaretiydi.
İlk aşkının bir erkek olduğunu itiraf ederek aşırı maskülen hip-hop kültüründe gerekli bir sarsıntı yaratan Frank Ocean, ölümünün ardından Prince hakkında yazdığı yazıda “Benim kendimi cinsel olarak tanımlamama da yardımcı oldu” diyor.
Tarkan ise başka erkekler için yeniden şarkı söyleyen erkeklerin ne önünü açtı, ne onları bağrına bastı. Cinayetlere, ölümlere, taşranın baskısına, kendi evinden kaçmak zorunda kalanlara yönelik bir tepkisi, çıkışı da olmadı. Olabilirdi halbuki, olması gerekirdi. Bu ülkenin gördüğü en büyük devrimcilere adını yazdırabilirdi.
O imzayı hiç atmayacaktı; o yaz tatilini unutturmaya çalışmayacaktı.
İki İslamcı yazdı
Lezbiyenlik merakı
FETÖ'cü olduğu söylenen bir hukuk profesörünün öğrencilerine sorduğu sınav sorusunu hatırlıyor musunuz? İki kadın olan (isimlere dikkat) Azgıne ve Safsalake'nin eczanede başlayan aşkını hukuk sınavında öyle bir formüle etmiş ki, adeta kendi cinsel fantezilerini aktarmış. İçinde dildo'da tutun da her türlü pornografik detaya kadar yok yok… Güya öğrencileri her türlü senaryoya hazır olmalıymış… ABD'de bazı hukuk öğrencilerine sordum, aldığım cevap “Bu ancak birinin cinsel fantezisi olur, sınav sorusu değil” oldu. Bugünlerde Pelikan Dosyası'nı yazıdığı söylenen Süheyb Öğüt diye biri var. Kendisi Hilal Kaplan'ın eşi olmanın ötesinde adını Aktüel'e yazdığı Kürtler ve butch lezbiyenlik konulu yazısıyla duyurdu. Lezbiyenlik konusunda bu kadar ayrıntılı bir makeleye başka hiçbir yerde rastlamamıştım. Belli ki özel ilgi alanı, hatta haddinden fazla meraklı olduğu da belli. İslamcı Mahalle'den bir bilge ağabey olsa da bize sık sık lezbiyenliğin neden gündeme geldiğini, neden örneklerin buraya bağlandığını açıklasa… Neden İslamcılar için mavi en sıcak renk acaba?
Yok mu İslamcı bir Freud?
O gözlerin sırrı
Sonu Bruce gibi mi olacak
Metrolitan Müzesi'nde her yıl Anna Wintour'un ev sahipliğinde düzenlenen kostüm galasında en çok beğenilen çift Kanye West ve Kim Kardashian oldu. Balmain kıyafetleriyle gelecek temasına kendilerince yorum kattılar. Balmain'in tasarımcısı Olivier Rousteing, eski bir jean ceketi işlemelerle donatarak Kanye West'e hazırlamış. West'in gelecek yorumunun en çarpıcı kısmıysa ceket değil, renkli lensleriydi kuşkusuz. Fotoğraflara kaç gündür dikkatli bir şekilde bakıyorum, West'in geleceğinde erkek enerjisi yok olmuş gibi geliyor. Sanki değişim sadece gözler değil, bir parça suratına dokundurtmuş gibi de geliyor. Belki de suratına yaptığı aşırı makyajın etkisidir. Kardashian'ların erkek enerjisini yok eden bir klan olduğu söylenirdi Bruce Jenner eşinden ayrılıp Caitlyn Jenner olarak kendini yeniden icat ettikten sonra. Kanye West'in aynı yolun yolcusu olup olmadığını bilmiyorum, ama Met Gala'daki hali içine girdiği ailenin erkekler üzerindeki etkisi hakkında epey bilgilendiriciydi.
Kim kalıcı kim gidici
Medyada tasfiye
Hoca'cılar: İlginç bir muhalif basın dönemi bizi bekliyor. Yanlış ata oynamayı bir gelenek haline getirmiş Hürriyet başta olmak üzere, bir dönem Erdoğan'ın yanında olan ama sonra kullanılıp atılanlar itirazın güçlü sesi olacak. Başta Abdülkadir Selvi, ardından Mustafa Karaalioğlu ve ekibi saflarını Hoca'-dan yana seçmişlerdi. Şimdi Hoca yok, Reis ise kendisine ihanet edeni geri kabul etmiyor. Muhalefet cephesi hiç bu kadar hareketli olmamıştı.
Milliyet gazetesi: Farkında mısınız, gazetenin Ankara temsilcisi Serpil Çevikcan ve Abdülkadir Selvi ne zamandır pişti oluyor. Sadece aynı konuyu yazmalarından bahsetmiyorum, bazen bire bir aynı ifadeleri, kelimeleri kullanıyorlar. Yani bir üst akıl onlara dikte ediyor, bu üst aklın Hoca'nın çevresinden olduğu da ortada. Şimdi o üst akıl yok, Milliyet acil Reis'çi arayışında. Verda in, Ceren out: Hosteslik ya da aupair'lik gibi daha başarılı olacakları alanlarda çalışmak yerine gazeteciliği tercih eden genç kızlardan Verda Özer kazandı, Hoca'-ya ve AB ruhuna oynayan Ceren Kenar fena halde kaybetti. Verda Özer'in Ankara'daki bir bilen'i Feridun Niğdelioğlu'ydu. Ceren Kenar'ın ise Yıldıray Oğur'dan aldığı akıl buraya kadar işte. Üstelik, şu kaosta ağabeyi Cemaat safını seçen Yıldıray Oğur bile gümbürtüye gidebilir.
The Barlas Family: Yandaşlık konusunda herkesin bu aileden uzmanlık dersi alması gerekiyor. Uzun vadeli bir strateji önemli değil, ama Barlaslar kısa vadede kimin kazacağını bir kez daha yanlarında saf tutarak belli ettiler. Baba Mehmet Barlas en azından estetik bir bilgiçlikle iktidarların yanında yer alıyordu; oğul biraz anneye çekmiş, ne estetik ne bilgi gerekli. Ama Reis'ten yana saf tuttular ve şimdilik kazandılar.