Top
Mesut Yar

Mesut Yar

myar@posta.com.tr

15/10/2023

Şey değil miydi bu ya?

Merhaba. Son olarak “Televizyon Hastası” sıfatıyla bırakmıştım yazmayı. Biraz kariyeri biraz da durumu anlatan bir sıfattı bu…

37 yıl olmuş şu ya da bu şekilde ekranla tanışalı. Yıllar aktı. Akarken kayalardan kumlar kopardı. Dalların hiç şansı yoktu. Hepsi farklı denizlere açılan deltalarda, isimsiz barajlar oldu şimdi…

Ekran tarihimizden de bir sürü isim geçti. Kalanlar bir elin parmaklarıyla aynı sayıda. Nasıl kaldılar?

Elbette herkesin bir reçetesi var. Ama sanırım bu sorunun yanıtındaki özne samimiyet. Evet, samimiyetini yitirmeden yarım asrı tamamlayanlar var ki tanıyorsunuz zaten…

Bir de gel geç tayfa var. Anın heyecanına kapılıp, halkın duvarında ne yazdığını bilmeyenler. Duvarın içeriğini değil sıvasını düşünenler. Testisini doldurmaya bakıp suyolunda kırılanlar ki onları da hatırlamıyorsunuz zaten…

Yolda yürürken “şey değil miydi bu ya?” sorusuna maruz kaldığınızda iki seçeneği düşünmelisiniz. Yolun başındasınız ve halk sizi içine almaya çalışıyor ya da yol bitti buradan sonrasına katırlarla devam edeceksiniz. O da bulursanız katırı…

Sözcü Televizyonu'ndaki maceram böyle bir şey benim içim. Hala bahsettiğim soruya maruz kalmadım. O zaman korsan gemilere deniz feneri olmaya devam. Hastalıkta sağlıkta; hoş bulduk!

GÖZDEN KAÇMADI

Dijitalde neler dönüyor?

Geleneksel ekran ya da ana akım kanallar yerini dijital mecralara bırakıyor”. Kısmen doğru bir tespit sanırım bu. Ama ülkemiz için daha çok yolu var bu yeni mecraların…

Evine ekmek götüremeyen adam için hala parasız tek eğlence platformu televizyon. İş para vermeye gelince şartlar değişiyor. Kısılacaklar listesinde önce paralı TV kutuları var…

Hal böyleyken memlekette kıyasıya bir rekabet içine giren dijital mecralara “dikkatli olun” demekte de fayda var. Pandemi ile başlayan “ölmeden kaliteli bir şeyler izleyelim” modası yerini başka önceliklere bıraktı…

Netflix, BluTV, Disney Plus, Amazon Prime ve birkaç dev marka daha asla Türkiye pazarına ilk girdikleri gündeki heyecanı taşımıyorlar. İçerikler birinin yayın hakkı bittiğinde diğerinde yayınlanmaya başlıyor. Üstelik çoğunun da içi boş…

Hep aynı insanlara
ait olmasına rağmen ismini ilk kez duyduğum yapım firmaları birbirinin aynı ve beş para etmez yapımlarıyla ciddi bir şekilde söğüşlüyor dünya markalarını…

Bu durumda alan memnun satan memnun mu demeliyiz? Hayır; alan oyunun dışına hızla itilirken satan oyun kurucu oluyor. Alengirli işler sonuç itibarıyla. Bari tepetaklak giderken seyretmeye değer birkaç iş üretseler…

BİR NOT

Samimiysen izleme!

Hepimizin vazgeçemeyeceği işler belli oldu. Kadın kuşakları başı çekiyor. Hayatımda hiç bu kadar irfandan uzak ilişkiler zinciri görmedim. Tek gözümüzü kapatıp utanarak izliyoruz ensest, istismar ve ahlaksızlık kokan ilişkiler zincirini. Ama izliyoruz işte!

Çoğu da bir aile ya da bir sokak içinde yaşanıyor. İnsanların dünyaları küçük ama hayalleri büyük sanırım.

Yoksa hangi aklı evvel çıkar da ekrana “komşumun kızını ben kaçırdım ve istismar ettim” ya da “amcamı, babamla bir olup miras için öldürdüm” diyebilir ki?

Yozlaşmanın alabildiğine yayıldığı bir ülkede yoksullaşma da yoksunlaşma da aynı hızla yayılır. Ve sonra hep birlikte yakınırız; “ülke açık hava tımarhanesine döndü” diyerek…

İyi de o tımarhanenin hücrelerinde senle ben de yatıyoruz. Sahi sen ne yaparsın sevgili okur, 15 dakikalığına ünlü olabilmek için? Hiçbir şey mi diyorsun; iyi!

Çünkü gerçeklerden kaçış yok ama gerçekleri(!) değiştirebilmek için bir şansın var. İzleme, izlettirme!

KİMİ GÖRMEK İSTERSİNİZ?

Beyazıt Öztürk efsane Beyaz Show'u yeniden başlatacağını duyurdu. Tv8 kanalında yılbaşı özel yayınında ilk bölümünü izleyeceğiz…

Son bölümü olmasını ya da özel bölüm olarak kalmasını istemiyorsanız küçük bir katkıda bulunun Beyaz'a.

Özlediğiniz ya da çocuklarınızın da sizinle birlikte ortak bir şeylere gülümseme şansını yakalayacağınız isimleri yazın Beyazıt Öztürk'ün sosyal mecralarına…

Biliyorum, hepimizden bekliyor bu katkıyı. Dayanışmanın en güzel örneğini gösterelim ve belki eskisi gibi kahkahayla olmasa da tebessüm edelim kolektif seçkimize!

Sorun yok, Kubat'tan da başlayabiliriz, bıraktığımız yerden devam etmiş olsak da…

DİP NOT

Al sana derin lobi!

Denizle uğraşanlar iyi tanır “Aksona Mehmet” abimizi. “Son Sünger Avcısı” olarak Bodrum'dan dünyaya yayılmıştır ismi…

Bu hafta hemen her haber ekranında Bodrum denizlerinin diplerindeki hayalet ağları temizliyordu. 74 yaşında ve Halikarnas Balıkçısı gibi kendi daldığı suları yarına mavi haliyle bırakabilmek derdinde…

O haberde geçmedi ama Mehmet abinin de hocası sayılacak bir isim daha var gelecekle ilgilenen. Şimdi 80 yaşında ve denizlerimizin “Goca Gaptanı” olarak biliniyor…

Mehmet Yılmaz Güneri, bugünkü Bodrum limanı yapılırken zamanın kamu yöneticilerine yerini işaret eden büyük bir denizci. Yaşıyor ve oğlunun (Mustafa Güneri) zamanında çekilmiş fotoğraflardan derlediği küçük bir kitapçığın dışında belgeseli yok…

Sözde bir sürü belgesel yayınlanıyor memlekette. Çoğunluğu da dağıtılmış işler, anlarsınız işte…

Çeksenize Aksona ya da Goca Gaptan'ın belgeselini. Çeken olursa da yayınlasanıza kanallarınızda…

İnanın aldığı reyting verilen paraya değmeyen kurgu tarih dizilerinden çok daha yüksek ses getirir dünyada. Kime diyorum?

GÖRMEK GEREK

En anlamlı bahçe!

İtalya'da tarım ve bahçecilikle ünlü Toscana vadisinde bir evin bahçesini düşünün. İçinde dünyanın her yerinden getirilmiş 600'den fazla endemik yani “az bulunan” ya da “soyu tükenmekte olan” bitki ve ağaç var…

Şimdi o evi alın ve Bodrum Dereköy'e taşıyın. Türkiye'nin en kapsamlı koleksiyon bahçesini yaşarken görme şansını elde etmiş oldunuz an itibarıyla…

Böyle bir bahçe var. Ve bu bahçe Ömer Rino Disperati'nin insanüstü gayretleriyle hayata kazandırıldı…

Ömer'in dedesi Atatürk zamanında Türkiye'ye çağrılan bir Botanik uzmanı olan Rino Disperati. Ülkemizin yeşilliğine bir ömür boyu katkıda bulunmuş. Sonra sevmiş Türkiye'yi, oğlu Riccardo ile Türkiye'de dudak ısırtan güzelliklere imza atmış…

Riccardo bir zaman sonra Nurten Hanım ile hayatını birleştirmiş ve üçüncü kuşak Disperati olan Ömer doğmuş bu birliktelikten…

Ömer hayatı boyunca İtalya ve Türkiye arasında hem kültür hem de botanik elçiliğiyle uğraşmış. Kazandığı her kuruşu şimdi “Rino's Garden” olarak bilinen bu bahçeye yatırmış…

Ben bahçeyi ilk tarlayken görmüştüm. Bürokrasi başta olmak üzere bir sürü angaryayla uğraştı Ömer. Sermayesi eridi ama sonunda başardı…

Hani o çok öğündüğümüz yerli ve milli kavramının gerçeğe en yakın tohumlarını ekti o bahçeye. Ruhu öyleydi, bahçe o ruhu sevdi çünkü…

Cumhuriyetimiz yüzüncü yaşına girerken Türkiye'ye yani doyduğu ve ait olduğu ülkeye en büyük hediyelerinden birini verdi Ömer…

Tanımasanız İtalyan bir işadamı dersiniz. Tanıyınca da Türk bir bahçıvan olur sizin için. Benim içinse gerçek bir dost. Doğayla arasını hiç bozmamış, bir gün o toprağa tohum olacağımızı bilen gerçek bir dost…

Hepimiz adına teşekkürler Ömer. İyi ve karşılıksız olana hasretiz çünkü!

BENDEN SÖYLEMESİ

Yalı Çapkını diye bir dizi var. Star TV'de yayınlanıyor. Ara sıra takip ediyorum. Seviyorum da. Ama her dizinin hastalığı bu diziye de bulaşmış artık. Arka fonda başından sonuna kadar bir şarkı, görüntüde de birbirine sabitlenmiş bakışlar…

Aşkın bu olduğunu kim söyleyebilir? Romantizmi böyle mi anlatacaksınız yeni kuşaklara? O zaman müzik kanallarına ne ihtiyaç var?

Ha bir de müziğin gürültüsü içinde hiç anlaşılmayan diyaloglar var ki, onlar ayrı bir yazı konusu. Dudak okumaktan gözlerimiz bozulacak vallahi.

Sonuç olarak sorum tek; miksajı yapan sesçi kardeşlerim de senaristler gibi yorgun mu düştü? Öyleyse bile uyuyamazlar bu hengâme içinde! Benden söylemesi…

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları