Top
Mehmet Yaşin

Mehmet Yaşin

myasin@hurriyet.com.tr

23/08/2023

Kral sofrayı şereflendirdi

Her mevsimin, daha doğrusu her ayın özel bir yazısı vardır.

Ağustos ortasından sonra, mutlaka bir sardalye yazısı yazmak gerekir. Bu küçük lezzet bombası, balık avlama yasağı kalkmadan hemen önce sofralardaki yerini alır.

Bir zamanlar ucuz balık sınıfındaki sardalye, artık sınıf atlayıp, varlıklı kesimin gözdesi oldu.

Ben de her yılın bugünlere denk gelen zamanında bir sardalye yazısı yazarım.

Onun için yazımdaki tekrarlardan dolayı affınıza sığınırım.

Yaz ayları, dalga sesleri, anason kokulu arkadaşı rakı ile birleşince, insanın aklına balık yemeklerini çağrıştırır.

Ama aksine yaz ayları, balık konusunda en fakir aylardır.

Çünkü, 1 Nisan ile 31 Ağustos tarihleri arasında ağ ile balık yakalanması yasaktır.

Yasaktan sonra, ilk Çingene Palamutu yüzünü gösterir. Aslında bu sıska palamut bence pek makbul değildir. Çünkü henüz yağ tutmamıştır. Hep söylerim, yağ yoksa lezzet de yoktur. Biraz iriceleri tavada kızartılınca yenecek hale gelebilir.

Ağlara takılan diğer balık ise sardalyedir. Bence bu mevsimin kralıdır. Bu ayın sonunda lezzeti zirveye çıkar.

Sardalye en sevdiğim balıktır.

Onun için ağustosu dört gözle beklerim. Sevgilime kavuşacağım diye heyecanlanırım!

Öylesine asildir ki, Rakı Ansiklopedisi’nde bile maddesi vardır.

Maddede, “rakının en lezzetli mezesi” diye yazar. Her balığa nasip olmayacak bir iltifattır bu.

Sadece rakı masalarının malzemesi değildir sardalye. Tıbbın da hizmetindedir. İngiltere’de yapılan son çalışmalarda, Alzheimer belasına da iyi geldiği keşfedilmiştir.

Ayrıca, Omega-3 bombası olduğu söylenir!

Adının, İtalya’nın Sardunya adasından geldiği öne sürülür. 15. yüzyılda, İngiliz balıkçıların bu adanın etrafında tonlarca balık yakalayınca, adını Sardalye koydukları söylenir.

Sardalye, daha çok gece yol alır. Onun için balıkçılar sardalyeyi karanlıkta tuzağa düşürürler.

Sardalye, Karadeniz'le Akdeniz arasında mekik dokur durur. Balıkçılar, Akdeniz'e inişine ‘Katavasya', Karadeniz'e dönüşüneyse ‘Anavasya' derler. Küçük kardeşlerinin adı ise, ‘Tirkos Vonozu'dur. Balıkçılar, sadece tuzlanmışına sardalye derler.

Bir de onuTirsi balığına benzeten sahtekarlar vardır. Bazı uyanık balıkçılar, sardalyeyi tanımayanlara, “Gel abi, bu sardalye Akdeniz'den geldi. Daha büyük daha yağlı” diye Tirsi'yi yutturmaya çalışırlar.

Dünyanın en kılçıklı balığı Tirsi ile sardalye arasında dağlar kadar lezzet farkı vardır .

Bu küçük balık anılarımı da depreştirir.

Örneğin, ne zaman sardalye balığını düşünsem aklıma hemen Lizbon kenti gelir. Bunun nedenini pek bilmem. Belkide, okyanusu hatırlatan gri dumanlardır. Atlantik kıyısındaki balıkçıların mangallarından yükselen bu gri dumanlar, mis gibi sardalye kokar. Portekiz sardalyeleri bizimkiler gibi parmak kadar değildir. Büyüklükleri uskumru kadardır. Temizlenmeden ızgaranın üstüne dizilirler. Biz buna “boklu kebap” deriz. Onlar ne derler bilemiyorum.

Mangalın üstünde kızaran sardalye, hemen kalınca bir dilim somun ekmeğin üstüne konur. Çatalın tersiyle biraz bastırılan balığın yağını ekmek bir güzel içine çeker. Üstüne bir kaç damla limon ile bol karabiber ekilen sardalyeli ekmek, bir ziyafet yiyeceğine dönüşür.

Siz o dilimi bitirinceye kadar ikinci dilim hazırlanır.

Sardalye ayrıca aklıma Amerikalı yazar John Steinbeck'i de düşürür. Onun en sevdiğim romanı, ‘Sardalye Sokağı' nı hatırlarım.

Bir Los Angeles gezimde, üşenmemiş, o sahilin en güzel kasabası Monterey'e gitmiştim. Her zamanki gibi o romanın da bir kurgu olduğunu unutmuş, sardalye avından dönen balıkçıları, onların yanaştığı konserve fabrikalarını, kumarbazları, fahişeleri, ayyaşları, serserileri ve sanatçıları boş yere aramıştım.

Hiçbirini bulamamıştım ama Monterey'i çok sevmiştim!

Sardalyenin ızgaradan yayılan kokusu bana rahmetli babamı da hatırlatır. Gri, isli duman ve babam!

O zamanlar Boğaz'ın kozmopolit köyü Ortaköy'de oturuyorduk. Babam her mevsimde mangalın ızgarasına koyacak bir balık bulurdu. Izgaradan yükselen dumanlar artık nasıl ve nereye doğru uçuşacaklarını öğrenmişlerdi.

Bugünün “maili” gibiydi bu balık kokulu dumanlar. Kokuyu duyan, mesajı almış olur, bizim bahçeye damlarlardı.

En çok misafiri de sardalye kokusu çekerdi nedense!

Sardalye bana, Sicilya’daki küçük, köhne bir lokantayı da hatırlatır. Balık halinin hemen yanındaki bu lokantada yediğim özel bir yemeğin tadı hala damağımdadır. Yemek, sardalye kafalarından yapılmıştı.

Tarifini, yarım yamalak İngilizce bilen garsondan almıştım: Gövdesinden ayrılmış sardalye kafaları, içinde sarımsak, kekik, kırmızı pul biber bulunan sızma zeytinyağında bir güzel çevrilir. Kıtır hale gelince üstüne bol limon sıkılıp, sosuna ekmek bana bana afiyetle yenir.

Şimdi balıkçıda temizlettiğim sardalye kafalarını, “kediye vereceğim” bahanesiyle alıp, aynı tarifi uyguluyorum.

Bunca sözü şöyle bir toparlarsak: Ağustos'tan itibaren denizin kralı sardalyedir. Tadına doyum olmaz. Hele Tokat'ın ince damarlı, ekşili asma yaprağına sarılıp pişirilirse, insanın aklını başından alır.

Balıkçı arkadaşlar, bu yıl sardalyenin çok çıkmadığından yakınıyorlar. Ayrıca da boyları biraz küçük. İkisini birbirine yapıştırmazsan (sardalye kuşu), tadını tam alamıyorsun. Bu da fiyatı biraz etkiliyor.

İster evde ister lokantada… Sardalye, rakı, kırımı soğan salatası, isteyene bir kaç damla limon!

Afiyet olsun!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp