Top
25/09/2023

“Hormonlu ekonomide ahlaksız bir büyüme mi söz konusu?”

Beni takip eden okurlarım Doç. Dr. Ergül Halisçelik'le ilgili daha önceki yazılarımı anımsayacaklardır.

Adana Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Doç. Dr. Ergül Halisçelik'in, Zeydan Karalar yönetimindeki Adana Büyükşehir Belediyesi'ndeki etkilerini buradan daha önce de aktarmıştım.

Kartvizitinde Hazine Başkontrolörü, Hazine ve  Maliye Bakanlığı T.C. Denetim Otoritesi gibi unvanları barındıran Doç. Dr. Ergül Halisçelik, Adana Büyükşehir Belediyesi'nde bütçe disiplininin sağlanması, büyük bir borçla devralınan Adana Büyükşehir Belediyesi'nin hizmetlerinin sağlanmasını sağlayan mali disiplinin sürdürülmesi, maaşlarının aksatılmadan ödenmesi gibi başarılarını gündeme getirmiştik.

Halisçelik'in Adana'ya gelmesine rağmen bir hayli geç atandığı Genel Sekreterlik makamında sevilip sayılmasında, işini iyi yapmanın yanı sıra siyasetten uzak davranışlarıyla muhalefet partilerinin bile saygısını kazandığı bilinen bir gerçek.

Halisçelik'in, dört yıl önce borç batağına gırtlağına kadar saplanmış Adana Büyükşehir Belediyesi'ne “can simidi”, Başkan Zeydan Karalar'a da “Tanrının bir lütfu olarak” gönderildiği bile söyleniyordu.

Ama biz şimdi bunları bir kenara bırakıp Halisçelik'in çalışmalarından söz edelim:

Doç. Dr. Ergül Halisçelik ‘in “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri Ve Sosyal Devlet Anlayışı Çerçevesinde Devletin Ekonomide Değişen Rolü”başlıklı çalışmasını geçtiğimiz günlerde okuma fırsatı buldum.

Adana Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Doç. Dr. Ergül Halisçelik

Bence Türkiye için kaygı duyan ve ülke sorunlarıyla ilgilenen herkesin okuması gereken bir çalışma. Çalışmanın bütününü uzunluğu nedeniyle burada tamamen yayınlamam mümkün değil ancak gerekli gördüğüm bazı yerlerin altını çizerek sizlere aktarmak istiyorum.

Çalışma, dünya ekonomisinin “ Özellikle 1980'ler boyunca ve 1990'ların başlarında, devletin küçültülerek piyasa güçlerine dayanan bir kalkınma anlayışının öngörüldüğü, IMF, Dünya Bankası ve ABD Hazinesi tarafından da desteklenen politikaları” anlatarak başlıyor ve “Neo-liberal projelerin artık tıkanmış olmasına, oradan, tarihsel bir döngü içinde  IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü'nün politikalarının Türkiye ekonomisine etkisine” kadar uzanıyor.

“Hormonlu Bir Türkiye Ekonomisinde Ahlaksız Bir Büyüme mi Söz Konusu? “ başlığı altında ise 1980'lerden bu yana ülkemizde uygulanan neo-liberal politikaların, finansman, yatırım ve ticaret kanallarıyla dünya ekonomisine giderek yoğunlaşan dışa bağımlılığının doğal bir sonucu olarak Türkiye ekonomisi, yurt dışından sermaye girişleri sağlandığında büyüyen; ancak sermaye girişleri yavaşladığında durağanlaşan, daha kırılgan bir ekonomi haline gelmiş gerek iç gerekse dış konjonktürün de etkisiyle krizlere sürüklenen, üretimden ziyade tüketime dayanan HORMONLU bir ekonomi durumundadır. “ tespitini yapıyor.

Halisçelik'e göre; “ Türkiye ekonomisi;  her ne pahasına olursa olsun kısa dönem ekonomik büyümeyi hedefleyen, birey ve firmaların ahlaksız büyüme ağına kısa dönem kazançlar nedeniyle dahil olduğu, bu ağın toplumun farklı kesimlerini kapsayacak şekilde genişleyip bireysel davranışları etkileyerek çıkara odaklı bir anlayışa hizmet ettiği bir yapıya dönüşmüştür. Çıkarın, rant ekonomisinin merkezde olduğu bu yapının sosyal yardımlar çerçevesinde yoksullara yapılan nakdi ve ayni yardımlar, liyakate dayanmayan atamalar, görevlendirmeler,  partizanca işe almalar ve iş vermeler, seçim öncesi verilen vaatler (ücret zamları, af, teşvik, transfer, erteleme, ikramiye gibi genişletici politikalar) yeni bir düzenin topluma ve ekonomiye büyük zararlar verdiği aşikârdır. “ diyerek, hiç de yabancısı olmadığımız eleştirileri uzman gözüyle sürdürüyor.

Bu bölümün başlığını “Hormonlu Bir Türkiye Ekonomisinde Ahlaksız Bir Büyüme mi Söz Konusu? “ sorusuyla açmıştık:

Şimdi de Halisçelik'ten bu sorunun açılımını okuyalım:

“Bu düzende faiz rantı, arsa rantı, sosyo-ekonomik yardımlar, kamu iktisadi teşebbüslerinin görev zararları, rekabetçi olmayan kamu ihalelerinde ve vergilerdeki istisnalar, muafiyetler,   hazine garantileri uygulamalarıyla sağlanan imtiyazlar ve teşvikler döngüsü çerçevesinde, karşılıklı çıkar ilişkisine dayanan ve tarafların istediklerini aldığı sürece devam ettirilen bir model söz konusudur. Ahlaksızlığın kültürel, sosyal ve ekonomik yapının bir parçası haline gelerek hem iş yaşamında hem de gündelik yaşamımızda önce içselleştirilip sonra da meşrulaştırılması (gerçek ve tüzel kişiler bu güvensizlik yaratan öngörülemeyen konjonktürde kendilerinin kandırılacağını, haksız rekabete uğrayacağını, kendileri yapmasa bile başkalarının kural dışı veya etik olmayan faaliyet, işlem ve davranışlarda bulunarak kendilerinin hak ettikleri şeyleri almalarını engelleyeceğini düşünerek bu davranışları normalleştirmeye başlarlar), bunun yanında dış faktörlerin baskısı, karşılıklı çıkar ilişkilerinin zedelenmesi ve sistemin yarattığı olumsuzlukların sürdürülemez hale gelmesi nedeniyle karşımızda kaçınılmaz olarak çökmesi muhtemel AHLAKSIZ BÜYÜYEN bir ekonomi durmaktadır.
İktisadi çöküntüden daha önemlisi ahlaki çöküntüyle mücadele etmektir. Ülkenin, hukuki, politik ve sosyo-ekonomik sistemini de etkileyen, politik kutuplaşma, yolsuzluk ve yozlaşma, kurumsal ahlaki çöküntüye neden olmaktadır. Yolsuzlukla başlayıp yozlaşma ile neticelenen devlet yönetimindeki sorunların kurumsal ahlaki çöküntü olarak yapısallaşmasının temelinde ise gerek politikacıların gerekse kamu görevlilerinin liyakat esasına göre seçilmemesi yatmaktadır. Yolsuzlukların yaygınlaşıp kalıcı hale gelmesi ile bir yozlaşma iklimi oluşmakta ve bunun sonucunda ülke genelinde kamu kurum ve kuruluşlarında kurumsal ahlaki çöküntü ortaya çıkmaktadır.”

Elbette, Halisçelik gibi bir uzmandan, eleştirilere karşılık öneriler de sunması bekleniyor. O da önerilerini sunuyor zaten:

“Bizim önerdiğimiz ve dünyada da kabul görmeye başlayan yeni yaklaşımda; devlet düzenleyici ve denetleyici rolü dışında, sosyal devlet ilkesi gereğince konjonktüre bağlı olarak piyasada yönetici ve yol gösterici olacak ve gerektiğinde başta stratejik sektörler olmak üzere, temel bir oyuncu (üretici, istihdam sağlayan, hizmet sağlayıcı) da olacaktır. Devlet piyasanın başarısız olduğu alanlarda (yoksulluk, çevre, gıda güvenliği, eğitim, sağlık,  eksik rekabet piyasaları, alt-yapı yatırımları, dışsallıklar, gelir dağılımındaki bozukluklar, işsizlik, enflasyon gibi makroekonomik dengesizlikler) sosyal devlet olmanın gereklerini yerine getirerek piyasanın yetersizliklerini giderecektir. Devlet kaynak tahsisinde kuşaklar arası ahlaki sorumluluk içerisinde hareket etmelidir. Bugünün borçlarının yarının vergileri, bugünün bütçe-cari fazlalarının yarının yatırımları, gelirleri ve harcamaları olduğunu, tersi durumdaki açıkların ise önümüzdeki dönemlerde vergi artışlarının nedeni olduğunu dikkate almalıyız. Bugünün çevresel sorunlarının,  betonlaşmanın yarının sağlıksız nesillerine neden olduğunu, bugün eğitime ve sağlığa daha az pay ayrılmasının yani beşeri sermayemizi geliştirecek yeterli yatırımlar yapılmamasının yarın yoksulluk, kentleşme, göç, suç oranlarının yüksekliğine neden olacağını, gelir eşitsizliğinin aynı zamanda, başta eğitim ve sağlık alanında olmak üzere, fırsat eşitsizlikleri de yarattığını göz ardı etmemeliyiz.  Ülkemizin bereketli toprakları, havası, suyu, yeşili, tarihi dokusu, tüm canlıları ve tüm değerleri gelecek nesillerin bizlere emanetidir. Bunları korumayı, geliştirmeyi ve gelecek nesillere emaneti sağlam olarak teslim etme yönünde ahlaki sorumluluklarımız var… “

Yazının başında söylediğim gibi çok azını aktarabildiğim bu çalışmanın tamamını bulup okumanızı öneririm.

Türkiye için kaygı duyan ve öğrenmek isteyen herkese…

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp