Top
20/09/2013

Aşk adamı Menderes ve Tayyip

Sevgili okuyucularım, dünkü yazımda “Ben onu çok sevmiştim” isimli televizyon
dizisinden yola çıkıp Adnan Menderes‘ten söz etmiştim.
1950 yılında iktidar olan Menderes, 27 Mayıs 1960 ihtilali sonrasında yargılandı, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan‘la birlikte idam edildi.
Keşke o idamlar olmasaydı.
Ancak siyasetçiler onun ölümünden sonra adını hep kullandılar, Menderes ismini kendi çıkarları doğrultusunda sömürü konusu yapmaktan utanmadılar.
Bugün de öyle…
Bir bakıyorsunuz Tayyip bile fırsat buldukça ortaya çıkıp ona övgüler düzüyor.
Oysa Menderes çapkın ve zampara adam! Özellikle Başbakanlık yılları bu işleri yapması, çeşitli kadınlarla ilişki kurmasıyla geçiyor.
Böyle olduğunu sözünü ettiğim dizide de görüyoruz. Artık isimler deşifre oldu. Besteci ve orkestra şefi Ferit Alnar‘ın eşi Ayhan hanımla ilişkisi var, ondan çocuğu oluyor.
Emniyet Müdürü Ferit Sözen‘in eşi Suzan hanımla ve başkalarıyla aynı tür ilişkiler yaşıyor.
Bunlar özel yaşamıdır. Bu konulara asla girmem ama dizide bile bu olaylar anlatıldığı için girmek zorunda kalıyorum.

* * *

Şimdi bir düşünün!..
Piyasada “Muhafazakar” geçinen, ülkemizi “Din devleti” yapmaya kalkışan ve bu yolla oy avcılığına soyunan bir partinin başkanı olan Tayyip, gerçek bir çapkın-zampara olan Adnan Menderes‘in gölgesine sığınıyor.
Adnan Menderes bir aşk adamı. Namaz falan da kılmıyor!
Yaptıkları ve yaşantısı Tayyip'le epeyce çelişiyor!
O halde Tayyip nasıl oluyor da bu Adnan Menderes'in ölüsüne sığınıyor!
Bu çelişkileri herkesin bilmesi gerekiyor.
Adnan Menderes'in çapkınlığını Tayyip karşıtlarından biri bunların iktidarı döneminde yapmış olsaydı, yandaş medya onu tefe koyar, hakkında neler neler yazar ve rezil ederdi. (Bazı örneklerini de yaşadık!)

* * *

Bir insanın ölüsünü bile sömürmekten, onu siyasi amaçları için kullanmaktan utanmayanlar şunu iyi bilmeli.
Adnan Menderes, iktidarının daha ilk günlerinde şımarmış, bugünkü bazıları gibi ne oldum delisi olmuş, diktatörlüğe ve tek adamlığa soyunmaya başlamıştı.
Onun bu gidişini ilk gören, dedem Refik Şevket İnce idi. Demokrat Parti'yi birlikte
kurmuşlardı.
Dedem ilk hükümette Milli Savunma Bakanı idi. Kısa süre sonra hükümetten çekildi, 1954 seçimlerinde aday olmadı. Zaten bir yıl sonra vefat etti.
Şimdi sizlere dedemin Menderes'e 1952 yılının ağustos ayında yazdığı mektubu
kısaltarak ve bazı sözcükleri de günümüz Türkçesine uyarlayarak iletiyorum.
Sanırım bu mektup, diktatörlüğe özenen bir başbakana yazılan ilk uyarı mektubuydu. Menderes keşke dikkate alsaydı, belki sonraki yıllarda idamdan bile kurtulurdu.

* * *

İşte o mektup:
“Muhterem Adnan Bey, Bir siyasi partiye mensup olmanın, mensupların hepsinin bütün ayrıntıya kadar tek bir düşünceye sahip olması demek olmadığını söylemeye gerek
görmüyorum.
Ana prensipler üzerinde bile kendi aramızda tartışmalar yapılması ve bu tartışmalardan iyi sonuçlar beklenmesi, demokrasinin gereklerindendir.
Fakat görüyorum ki siz, sizin gibi düşünmeyenlerin ve hadiseleri sizin gibigörmeyenlerin fikir açıklamasına bile tahammül edemiyor ve bunu uluorta her yerde gösteriyorsunuz…
Muhterem Adnan Bey, Şurasını kesinlikle belirteyim ki, ortak davaları yürütenler arasında ortaya çıkacak ihtilaflar şayet dargınlığı ve bu dargınlık da görüşmemeyi ve birbirimiz aleyhine hareketi gerektirecek ise, böyle bir demokrasinin memleketi harap edeceğine asla şüphe etmemelidir.
Ne siz, ne de ben bu günahlara ve cinayetlere uzaktan ve yakından ortak olabiliriz…
Muhterem Adnan Bey, Görüyorsunuz ya, size eski bir arkadaş diliyle hitap ediyorum…
(Menderes gerekirse bin kişiyi partiden kovacağını söylemiş…)
Diktatörlüğü kökünden sökmeyi vazife bilen, diktatörleri asla sevmeyen Demokrat Parti Başkanı nasıl olur da böyle bir hareketi uygun bulur.
Buna da kızarak tekrar mutadınız olan (her zaman yaptığınız gibi) küfürleri savurmaya başlarsanız Adnan Bey'i yeni yüzüyle gördüğüm için derin hayal kırıklığına uğrarım…”

* * *

Esas çarpıcı bölüm şimdi başlıyor. Günümüzün diktatör özentileri dahil herkese ders olması
gereken uyarılar şöyle:
“Adnan Bey, bugün çok kuvvetlisiniz. Sakın buna güvenerek icraatınızda keyfiliğe, istibdada (baskıya, zulme) ve hele intikam almaya kalkmayınız. Zira bunlar büyüklükle yan yana gelmez.
İktidarların yolunu sapıtınca uğrayacağı akıbet (başına gelecekler) sizce de çok
malumdur.
Bu sözlerimde asla tehdit yoktur. Fakat sizi bu memleket hesabına lazım gördüğüm için bir uyarı vardır…”

* * *

Mektupta sözü edilen “Akıbet”, Menderes'in başına 1960 yılında geldi…
Çünkü Menderes artık iyice zıvanadan çıkmış, milletin başına diktatör kesilmişti.
Meclis tanımıyor, kural tanımıyor, anayasa ve yasaları paspas gibi çiğniyordu.
Sinir sistemi iyice bozulmuş, korkulara kapılmış, “Aşklarını” bile geri plana itmişti.
Hele Meclis'te kendisine yakın Demokrat Parti milletvekillerinden oluşan bir komisyon
kurdurmuştu ki, inanılır gibi değildi.
Türkiye artık açıktan kaynıyor, sokak gösterileri yayılıyordu. Toplum -bugün olduğu gibi-
diktatöre duyduğu kin ve nefretle sokaklara yayılmıştı. İhtilale çok az kalmıştı.
Menderes'in bütün amacı muhalif partileri ve muhalif basını susturmaktı. Nisan 1960'da bir yasa çıkardı. Meclis çoğunluğu nasılsa elindeydi ve istediği her yasayı -Anayasa ve yasaları çiğnemek pahasına- çıkarıyordu.
Demokrat Parti milletvekillerinden oluşan Tahkikat Komisyonu işte bu yasayla kuruldu ve komisyona inanılmaz yetkiler verildi. İşte yetkilerden bir bölümü:
“Gerektiğinde her türlü yayının yasak edilmesi. Yayın yasağına uyulmaması durumunda her türlü gazete ve derginin basım ve dağıtımının yasaklanması.
Yayının toplatılması, matbaanın kapatılması.
Her türlü belge ve eşyaya el konulması. Komisyonun hükümetin bütün vasıtalarından yararlanması.
Sonra ceza hükümleri geliyordu. Yargının tutuklama dahil bütün yetkileri bu komisyona devrediliyordu:
Komisyonun kararlarına muhalefet edenlere bir yıldan üç yıla kadar hapis verilecekti.
Yasanın ilk maddesi, bu rezaleti zaten açıkça anlatıyordu:
“TBMM Tahkikat Komisyonları Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Askeri Muhakeme Usulü Kanunu, Basın Kanunu ile diğer kanunlarda Cumhuriyet savcısına, sorgu hakimine, sulh hakimine ve askeri adli amirlere tanınmış olan tüm hak ve yetkilere sahiptir.”
Yani özellikle muhalif siyasetçilerin ve gazetecilerin iktidar milletvekilleri tarafından
gözaltına alınması, tutuklanması!
Anayasa paspas gibi çiğnenmişti.

* * *

Menderes Yassıada'da anayasayı ihlal suçundan yargılandı, idam edildi. O günkü
yasalarda idam cezası vardı.
Şimdi onun adını hiç utanmadan sömürenler, o günkü gerçekleri görmezden geliyor. Menderes'i topluma “Demokrasi yıldızı, demokrasi şehidi” diye yutturmaya kalkışıp
itibarını iade etmekten (!) dem vuruyor.
Keşke kendisine aynı yola baş koydukları bir siyaset arkadaşı, bir abisi olan dedem Refik Şevket İnce tarafından 1952 yılında gönderilen uyarı mektubunun hiç değilse bir tek cümlesini dikkate almış olsaydı…
“İktidarların yolunu sapıtınca uğrayacağı akıbet sizce de malumdur!..”
Keşke idam edilmeseydi. Ama suçu açıktı.
Onun, o “Aşk adamının” ismini sömüren yüzsüzler utansın.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp