Top
Can Ataklı

Can Ataklı

canatakli@korkusuz.com.tr

19/03/2020

Eeee sıktınız ama yetti bu Atatürk ve Cumhuriyet’e olan düşmanlığınız

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Eeee sıktınız ama yetti bu Atatürk ve Cumhuriyet’e olan düşmanlığınız

Bu iktidar döneminde güç geçmiyor ki Atatürk’e bir saygısızlık yapılmasın.

Yılladır uğraşıyorlar Atatürk’ü milletin kalbinde de öldürmek için.

Devrimleri örseleniyor.

İlkeleri ayaklar altına alınıyor.

Daha minicik çocukların bile zihnine Atatürk düşmanlığı aşılanmaya çalışılıyor.

Aynı çabaların ordu içinde de olduğunu biliyoruz.

Zaten 15 Temmuz’da yaşadığımız bir musibet sonunda dinci, Atatürk düşmanı, Cumhuriyet karşıtı ne kadar çok subay, astsubay olduğunu da öğrenmiştik.

Öyle ki güya Atatürkçülüğün kalesi olarak bilinen ordunun yarıdan fazlası dinci, gerici olmuş.

Üstelik AKP iktidarı döneminde temizleniyor temizleniyorlar da bir türlü bitmek bilmiyor.

Ama yine de Türkiye’nin en güzide kurumu olması gereken ordu içinden çıkan Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı eylemleri hazmetmek kolay olmuyor.

İşte açıkçası midemi bulandıran son örnek 14 Mart günü Ankara’da Kara Harp Okulu’nda yaşandı.

14 Mart Atatürk’ün Harp Okulu’na girdiği tarih olarak kabul edilir.

Her yıl bu tarihte okulda bir tören düzenlenir ve sembolik bir yoklama yapılır.

Sıra Atatürk’ün harp okulundaki numarası 1283’e geldiğinde öğrencilerin tamamı ayağa kalkarak “İçimizde” diye haykırır.

Bu yıl da aynı tören yapıldı ve o geleneksel anlar yaşandı.

Ancak bu kez bugüne kadar hiç olmadık bir manzara ile karşı karşıya kaldık.

Bizzat Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın katıldığı törende, sıra 1283’e gelince öğrenciler ayağa kalkarak “İçimizde” diye bağırdılar.

Ne var ki üzerlerinde üniforma olan iki kişinin istifini bile bozmadığı dikkati çekti.

Böyle bir çirkinliğin bahanesi olamaz elbette.

Ama benim kafamı çok bozan asıl bundan sonra olanlar.

Ordu içinde de pek çok Atatürk, devrimler ve Cumhuriyet düşmanı olduğu artık çok biliniyor.

Son törende yaşanan da bunun kanıtlarından biri zaten.

Buna karşı kimi yetkililerin sanki çok sıradan bir olaymış gibi bahane uydurmaya çalışmaları çok can sıkıcı.

Biliyorsunuz askeri okullar kapatıldı ve iktidara bağlı bir tür askeri üniversite kuruldu artık.

Başına da Erhan Afyoncu adlı biri atandı.

Geleneksel törende ayağa kalkmayan iki kişi için konuşan bu şahıs şöyle demiş; “Yoklama öğretmenleri içermiyor. 2008’den beri uygulama böyle. Yapılan bilinçli bir tercih değil.”

Helal olsun değil mi?

İki kişi ayağa kalkmıyor.

“Bilinçli bir tercih” değilmiş bu.

O kişiler haplı falan mıydı?

Herkes ayağa kalkarken bilinçsizce oturmuşlar yerlerinde istiflerini bozmadan.

Bitmedi, konuyu önceki gün köşesinde eleştiren gazetemiz yazarı Ahmet Takan’ı Milli Savunma Bakanlığı Basın Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğgeneral Mehmet Özveren isimli kişi aramış.

Asıl patron konumundaki Erhan Afyoncu, “Kalkmak mecburi değil” dedi ya mecburen onun arkasından gidecek.

O da demiş ki; “Törenin yıllardır değişmeyen formatına göre; geleneksel yoklamanın yapıldığı bölümde, ATATÜRK’ün apolet numarasının okunması ile birlikte sadece Harbiyeliler hep beraber ayağa kalkmakta, diğer katılımcı personel ise yerinde oturmaya devam etmektedir. Bu kapsamda; yazınızdaki fotoğrafta ayakları gözüken ve ayağa kalkmadığı ifade edilen kişi, albay rütbesinde bir personelimiz. Yine ikinci fotoğrafınızda arkada görülen kişi ise teğmen rütbesinde bir bayan subayımızdır. Yukarıda ifade edildiği gibi törenin formatı gereği ayağa kalkmaları gerekmemektedir. Törenler geçmiş yıllarda da aynı formatta icra edilmiştir.”

Pes ki, ne pes yani.

Formatmış. Hay sizin formatınıza.

Hepimiz aptalız, hepimiz salağız, hepimiz enayiyiz.

Bugüne kadar böyle bir şey oldu mu?

Öyle ki AKP zihniyetinin “öğrenciler dışındakiler ayağa kalkmasın” kararı aldığı 2008’den bu yana geçen 12 yıl içinde bile böyle bir manzara görülmemiş.

Bu yıl niye yaşandı acaba?

Ayrıca daha önceki törenlerde sadece öğrenciler değil, salondaki herkes ayağa kalkardı.

AKP önce bunu kaldırmıştı, demek ki giderek öğrenciler de kalkmayacak sonra da tören olduğu gibi yok edilecek.

Üzerinde tuğgeneral rütbesi taşıyan şahıs ayağa kalkmayan bir kişinin albay olduğunu, diğerinin de bir teğmen kadın olduğunu söylüyor.

Kendi adıma çok utandım.

Albay, teğmen olmasını bırakın, üzerinde 2 bin yıllık şanlı Türk Ordusu’nun üniformasını taşıyan bir kişinin Atatürk’e böyle saygısızlık yapma cesareti bulması hepimizi düşündürmeli.

O albaya, o teğmene, onları korumaya kalkan tuğgeneral rütbeli şahsa şunu hatırlamak isterim: Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yok etmek için çok çaba harcandı, harcanıyor. Ama unutmayın burası hâlâ Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti. Henüz Arap İslam devletine dönüşmedi.”

KOMİK

Tehlikenin hiç önemi yok, maksat yalakalık olsun

Yandaş tetikçi medya zaman zaman kendini aşıyor.

Korona olayından bile iktidara yaranma fırsatı yarattılar kendilerine.

İlk başlarda hiçbiri koronadan söz etmiyordu.

Edenler de Çin’den, İtalya’dan, İran’dan haberler veriyorlar, Türkiye ise sanki bundan muafmış gibi davranıyorlardı.

Hatta ara ara virüsün Türkiye’ye uğramadığını, çünkü iktidarın bu konuda çok güçlü olduğunu bile dile getiriyorlardı.

Sonunda koronanın Türkiye’de de olduğu anlaşıldı.

Önce “Yoktur diyemeyiz” dediler.

Sonra “Bir kişi tespit edildi” açıklaması geldi.

Bu bir, 8 oldu, 22 derken 27, 47 derken bu yazıyı yazdığım sırada “bir ölü, 98 vaka” durumuna gelmişti.

Yandaş medyanın temel stratejisi ise iktidarı ve sarayı olabildiğince bu virüsten uzak tutmak.

Bu nedenle birkaç korunma önlemi haberini serpiştiriyorlar sayfalarına ama ana tema “Bu hükümet korona ile mücadelede çok başarılı, Başkan’ın dirayeti sayesinde Korona ucuz atlatılacak” şeklinde.

Daha da ileri gidenler var.

“Dünya, Türkiye’nin aldığı önlemlere gıpta ile bakıyor” demişti bir tanesi örneğin.

Dün Sabah gazetesinin internet sayfasındaki bir başlık tam bir “kendini bile aşma” örneği idi.

Gazete, yurt dışındaki Türklerin getirilmesi ve karantina altına alınmasını “Hasta rehin alan Türkiye’den bugüne” başlığı ile duyuruyordu. Ne alaka değil mi?

Artık yalakalık yapalım derken iyice uçuyorlar.

ÇOK GÜLDÜM

Önlemler doğru ama böyle komiklikler de olmuyor değil tabii

Korona nedeniyle hepimiz çok tedbirliyiz artık.

Ellerimizi günde iki üç değil, neredeyse 20 kere yıkıyoruz.

Karşılaştığımız arkadaşlarımıza sarılmıyoruz, onlarla öpüşmüyoruz.

Toplu taşıma gibi kalabalık yerlere girerken maske takıyoruz.

İlgili ilgisiz birçok kişi de işini yaparken eldiven takıyor.

İşte bu duruma hem dikkat çeken, hem de alaya alan bir okurumdan gelen mesajı biraz gülümseyelim diye sizlere sunuyorum;

Dün bankaya gittim, işlem yapan personel eldivenli idi. Bana iki evrak imzalattı, kalem verdi. Hepsini eldiveni ile yaptı. Sordum: “Eldivendeki tüm mikrop, bakteri ve virüsü bana SATTINIZ! akşama kadar, her gelene de satacaksınız”

Çalışan sustu!

Bugün pazardan soğan aldım, satıcı eldivenli, poşet verdi, malı içine koydum, aldı tarttı, verdi, para verdim, üstünü verdi. Dedim ki; “Eldivendeki tüm mikropları bakterileri, virüsü bana SATTIN!” Satıcı sustu!

Bugün markete gittim, kasadaki eldivenli, malzemelere dokundu, poşete koydu, sonra bana verdi, para verdim, üstünü verdi. Dedim ki: “Eldivendeki, tüm mikrop, bakteri ve virüsleri bana SATTIN. Ne olacak şimdi? Sen kendini korudun, ben ve diğer müşteriler ne olacak?”

Kasiyer sustu.

Alpaslan Yalçın…

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Televizyon konuşmamdan etkilenen Kadri Ergin bu şiiri yazıp yollamış

Ankaralı sevgili dostum Kadri Ergin dün Tele1 ekranından yaptığım konuşmadan etkilenerek Çanakkale başlıklı bir şiir yazmış.

Önce sizlere bu şiiri sunmak istiyorum.

Şiirin arından bunu yazma gerekçesini de okuyacaksınız;

ÇANAKKALE

Dinlenmeden daha

yola koyuldular Edirne’den,

sabah denizi gördüler.

Erzurumlu Osman Çavuş

Balkan’dan beri

alışık süngüye.

Vurdu Osman Çavuş,

Çanakkale, Erzurum oldu

Erzurum, Çanakkale.

Yanındaydı Adanalı Ali,

Vurdu Ali.

Çanakkale Adana oldu

Adana Çanakkale.

Hemen önlerindeydi

Ankaralı Memet,

Vurdu Memet.

Ankara, Çanakkale oldu

Çanakkale Ankara.

Çoktan çıkmıştı siperden

Diyarbakırlı Ahmet,

Vurdu Ahmet.

Diyarbakır, Ankara oldu

Ankara Diyarbakır.

Sona gelmişlerdi artık,

hep beraber ölmeyi emrediyordu

Mustafa Kemal.

Geçemeyecekti yedi düvel;

Vurdular hep beraber,

Öldüler, hep beraber.

Çanakkale Türkiye oldu

Türkiye Çanakkale.

A. Kadri Ergin

Gelelim şiirin yazılma nedenine.

Kadri Ergin şöyle anlatıyor; “Bu şiiri yazmama, senin Çanakkale destanını coşkuyla anlatıp Atatürk’ün ismini gözlerin dolarak anarken, onların bu saygısızlığını “ayağa kalkmayan şerefsizler” sözleriyle eleştirmen etkili oldu. Hem Çanakkale, hem Kurtuluş Savaşı, hem de bütün şehitlerimize ithaf ettim bu satırları. Nereden bileceklerdi 105 yıl sonra kendi içimizden çıkan ve aslında bir avuç bile olmayanların yaptıkları bu saygısızlığı. Yalnızca Atatürk’e değil, hepimize bütün Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet değerlerine yapıyorlar. Yerleri, hani “keşke Yunan galip gelseydi” diyen meczupların yeri. Sizin yeriniz Ankara-Harp Okulu olamaz. Gidin onların yanına oturun. Yakışırsınız…”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp