Top
Can Ataklı

Can Ataklı

canatakli@korkusuz.com.tr

11/03/2020

AB toplantıları verimli geçtiğine göre, yine fena halde kaybettik

ANALİZ

AB toplantıları verimli geçtiğine göre, yine fena halde kaybettik

Mültecilere kapıların açılması ne işe yarayacak?

Kaç gündür bunu soruyorum.

Ama henüz hiçbir yerden tatmin edici cevap gelmedi.

Halen iktidar başarısızlığın paniği içinde sağa sola koşuştururken, yandaş yalaka takımı da konuyu “vicdan” üzerinden canlı tutmaya çalışıyor.

Sanki dünyada dinleyen varmış gibi “Yunan zulmünden” söz eden haberlerden geçilmiyor.

Artık hiç kuşkum kalmadı.

Sarayın etrafında kümelenmiş bilgisi, kültürü, eğitimi ve becerisi kendinden menkul danışman ve uzman kadrosu, her konuda olduğu gibi mültecilerin Yunanistan kapısına yığdırılması konusunda da yanlış yaptı.

Kısa bir süre sonra bu operasyonun Türkiye’ye çok zarar vereceği gün gibi ortada.

Sanıyorum iktidar da bunun farkına vardı.

Ama sorun şu ki, içeride ne yapacaklarını bilemiyorlar.

Çünkü kapıların açılmasını çok büyük bir zafer gibi sundular kamuoyuna.

Tüm dünyaya ayar verdiğimize, herkesin şimdi önümüzde diz çökeceğine, “Aman biz ettik siz etmeyin” diyeceğine inandırdılar milyonlarca insanı.

Şimdi nasıl geri adım atacaklarını hesaplayamıyorlar.

AKP Genel Başkanı’nın beklenmedik anda Brüksel’e gitmesinin zaten başka türlü bir izahı yok.

Erdoğan günübirlik Brüksel gezisinde, Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile üçlü görüşmede bir araya geldi.

Erdoğan, koskoca Türkiye’nin Cumhurbaşkanı.

Diğer iki kişi ise bir tür uluslararası memur.

Normal koşullarda böyle bir görüşmeye en fazla Dışişleri Bakanı gider.

Ancak belli ki çaresizlik diz boyu.

Erdoğan, “bir umut belki bir çare bulurum” diyerek kalktı Brüksel’e gitti.

Peki sonuç ne?

Son günlerin modası “Cumhurbaşkanlığı kaynaklarına” göre görüşmeler “çok verimli” geçmiş.

Söyler misiniz Allah aşkına böyle bir durumda “verimli” ne anlama gelir?

Ortada fiili bir durum var.

Sınırda binlerce insan bekliyor.

Türkiye bunların hepsini dışarı çıkarmış, tampon bölgeye koymuş.

Beklentisi, buradaki on binlerin Yunanistan’a geçmesiydi.

Ama Yunanistan, Avrupa’nın verdiği cesaretle mültecilerin önünde kalkan oldu, neredeyse hiçbirini geçirmedi.

Böyle bir anda sizin değil, onların koşup size gelmesi “aman etmeyin, eylemeyin” demesi gerekmez mi?

Yok eğer siz gidiyorsanız, bir anlamda “çıkmazdan kazasız belasız çıkmanın yollarını arıyorsunuz” demektir.

“Ben ne yaptım?” telaşı içinde Brüksel’e koşup sonra da “verimli” görüşmeden söz ederseniz, bundan sizi kimsenin ciddiye almadığı, hatta elinin tersiyle gerisin geriye gönderdiği anlamı çıkar.

Bu başarısızlık, Erdoğan’ın dün açıkladığı önümüzdeki salı günü İstanbul’da yapılacak Merkel, Macron zirvesinde giderilir mi, bilemiyorum?

Erdoğan yine 3 artı 3 milyar Euro’dan söz etti.

Merkel ve Macron bunu vermeyi kabul ederse mülteciler geri mi çekilecek?

Onları haftaya anlayacağız.

FIKRA GİBİ

Kapıda bekleten Putin değilmiş, Rus medyası öyle yapmış

Dışişleri Bakanı’nı izlemeyi çok seviyorum.

Çünkü çok şeker adam.

Bana çok da komik geliyor.

Bir kere neyin ne olduğunu bilmediğini hissediyorum.

Sanki her şey onun dışında gelişiyor, kendi konusuyla ilgili her şeyi en son o öğreniyor.

Uzaktan bakınca öyle görünüyor yani.

Ama bu hissiyatım elbette sadece duygusal değil, gözle görünür kanıtlar da var ortada.

Örneğin Putin’in kapısında yaşanan rezalet var.

Görüntüleri tekrar izlerken özellikle Çavuşoğlu’na baktım.

Nasıl şaşkın, nasıl ne yapacağını bilemez halde ve nasıl çaresizdi, siz de görmüşsünüzdür.

Tabii yaptığı işi bile bilmeyince, başlarına geleni savunurken de “fıkra gibi” bir durum çıkıyor ortaya.

Çavuşoğlu’na göre kapıda bekletme falan yokmuş.

Bunu Rus medyası uydurmuş.

Diyor ki “Bu kadar düştük mü? Bazen anlamakta zorlanıyorum. Protokolün ne olduğunu bilmek lazım. Her iki lider farklı yerlerden geliyor. Bir uçtan bir uca bayağı yürünüyor.”

Valla “ayıp” diyeceğim de ayıptan anlar mı bilemiyorum.

Görüntüleri hepimiz izlemedik mi?

Orada uzun bir koridor yürüyüşü yok ki.

Heyet genişçe bir salona giriyor ve bekleme başlıyor, ne protokolü?

Çavuşoğlu sanki o durumu kurtaracakmış gibi, kendince cinlik yapıyor ve geçmişe uzanarak “Her seferinde sayın Cumhurbaşkanımızla, havaalanından oraya beraber gittik ve gittiğimiz zaman da kapının önünde karşıladığını görüyorsunuz. Çıkışta da Putin, Cumhurbaşkanımızı arabaya kadar hep uğurladı” diyor.

Yahu daha öncekilerden değil, en son görüşmeden söz ediliyor, farkında değil mi bu bakan?

Daha önce kapıda karşılayıp arabaya kadar uğurlamış olabilir, İdlib olayından sonra yaptığına bakıyoruz biz. Dışişleri Bakanı’nın sonraki cümlesi daha da fıkramsı; “Her iki lider farklı yerlerden geliyor. Yani Cumhurbaşkanımız 1 dakika beklediyse, Putin de 1 dakika bekledi.”

İnanılır gibi değil.

Hayır, hepsini görmesek inanalım.

Bir kere bir dakika değil, tam iki dakika bekleniyor ki, bu süre diplomaside iki asır gibidir.

İkincisi; Putin bir yerden gelmiyor, görüşme salonunda bekliyor, onu da gördük. Erdoğan içeri girdiğinde salonun tam ortasında duruyor Putin ve karşılamak için hamle bile yapmayıp Erdoğan’ın gelmesini bekliyor, sonra da heyete el işaretiyle “Gelin siz de” diyor.

Artık bu bırakın herkese enayi muamelesi yapmayı.

NOT: Bu arada Erdoğan, kapıda bekletilmesinin büyütülmemesi gerektiğini söyledi dün. Demek hiç rahatsız olmamış.

Bİ SORALIM BAKALIM

Koca caddeyi hangi akla hizmet demir bariyerlerle kapattınız?

İstanbul’un en canlı yerlerinden biri Nispetiye Caddesi, Akmerkez, Etiler’e giden yoldur.

Zaten Akmerkez, başlı başına bir cazibe merkezi olduğu için günün her saati müthiş bir hareketlilik göze çarpar.

Önceki gün buradan geçerken Akmerkez’den Turizm okuluna kadar yolun ortasına demir bariyerler yapıldığını gördüm.

Turizm okulundan Akmerkez önündeki ışıklara kadar, nereden baksanız 750 metre var.

Bu uzun yol boyunca bir tane yaya geçidi bile yok.

Metrodan çıkıp karşıya geçeceksiniz, geçemiyorsunuz.

Akmerkez’in karşısındaki durakta otobüsten indiniz karşıya geçemiyorsunuz.

Böyle mantıksız, akıl dışı bir uygulama acaba neden yapılır?

Belki diyecekler ki “Yol geniş, yaya geçişleri sırasında çok kaza oluyordu.”

O kadar oluyor muydu bilemem ama kaza olmasını önlemenin yolu, tüm geçişleri kapatmak değildir herhalde.

Açıkçası o iğrenç demir bariyerleri görünce insanın aklına ister istemez ilk olarak “Herhalde belediye birine para kazandırmak için böyle bir iş icat etmiş” demek geliyor.

İnanın hayli pahalıya mal olduğu da anlaşılan bu demir bariyerlerin başka bir izahı olamaz…

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Sarayı korurken ne kadar sıkıntı çekiyorlar

Erdoğan ve ekibinin Putin’in odasının önünde bekletilmesi dün hükümetin payandası Devlet Bahçeli’nin de gündemindeydi.

Devlet Bahçeli’ye göre Türkiye Moskova’da mahcup olmadı.

MHP Genel Başkanı, herkesin gördüğü Erdoğan’a yönelik terbiyesiz davranışa adeta kalkan olarak “Zirve toplantılarında benzeri tablolara veya protokol kazalarına istem dışı elbette tesadüf edilebilecektir. Eğer Rusya yönetimi bunu kasıtlı bir şekilde kayda aldırıp sonra da servis ettiyse, bunun tanımı küstahlıktır. Bir alçaklık varsa derhal telafi edilmelidir” dedi.

İyi de Putin gerçekten “küstahlık” yaptıysa bunun yaptırımı ne olacak?

Bahçeli yaptırımı da söylemiş elbette; “Malum video ümit ederiz ki maksatlı şekilde hazırlanmış olmasın. Muasır medeniyetler aklını başına alsın. Bizim kültürümüzde vatana can verilir.”

Bahçeli son günlerde çok şahin kesildi.

Moskova zirvesinden önce de “Yansın İdlib, yıkılsın Suriye” diyerek savaş ilan etmişti kendince.

Sonra ateşkese en sevinenlerden biri oldu nedense.

Şimdi de Rusya’ya “kafamızı bozmayın fena yaparız sonra” diyor.

İyi de anlamadığım bir nokta var.

Bahçeli, dünkü Meclis konuşmasında İdlib saldırısını Ruslar’ın yaptığını bildiğimizi açıkladı.

Dedi ki; “İdlib’de verdiğimiz şehitleri unutmamız mümkün değildir. Kalleşleri hesap dışı bırakmamız asla düşünülemeyecektir. Biz herkesin ciğerini, hedefini gayet iyi biliyoruz. Şehitlerimizin kanlarının yerde kalmayacağından adımız kadar eminiz. Putin’in askerlerimizin yerini bilmediğini söylemek, havanda su dövmektir. Bundan sonra ateşkese uyulursa ne ala, uyulmazsa kaldığımız yerden canla başla vatan mücadelesini gittiği yere kadar taşırız.”

Peki bu nasıl milliyetçilik, bu nasıl vatan sevgisi, bu nasıl onurlu bir dış politika?

Rusya’nın sizi vurduğunu, 34 yiğidinizi şehit ettiğini biliyorsunuz, en küçük bir özür bile talep etmeden ayağına koşulmasını makul buluyor hatta destekliyorsunuz. Üstüne, ülkenize yapılan terbiyesizliği de görmezden gelerek alttan alıyorsunuz.

Bu nasıl iştir anlayan var mı?

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp