Top
Serdar Gülener

Serdar Gülener

sgulener@sakarya.edu.tr

18/11/2023

Yeni Yüzyılın Sembolü Olarak Yeni Anayasa

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılını kutladığımız bugünlerin tartışılan ve tartışılmaya devam etmesi de gereken başlıca gündem maddelerinden birini yeni anayasa yapımı oluşturmakta. Aslında bu durum yürürlüğe girdiği günden bugüne yapılışı ve içeriği itibarıyla yaşadığı meşruiyet krizinin artık taşınamaz bir yük haline geldiğinin de ifşası olarak düşünülmelidir.

Modern anlamıyla anayasanın topraklarımızda ilk kez karşılık bulması 19. Yüzyılda Kanun-i Esasi'nin kabulü ile gerçekleşmiştir. Padişah II. Abdülhamid tarafından kabul edilen bu belge sonrası sırasıyla 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, 1924 Anayasası, 1961 Anayasası ve nihai olarak 1982 Anayasası tecrübeleri anayasacılık tarihimizin kilometre taşları olmuştur. Bunlardan son ikisi ise birer askeri darbe ürünü olarak ortaya çıkmışlar ve literatürde "dayatmacı anayasa" tipi içinde yer almışlardır. Silahlı bir gücün sivil-demokratik siyasal alanı ortadan kaldırarak kurucu güç rolü üstlendiği bu iki örnek, bir anlamıyla bugün yaptığımız yeni anayasa tartışmasının da tarihsel kaynağını meydana getirmektedir.

Anayasanın Politik Boyutu

Bilindiği üzere anayasalar bir devletin temel belgesidir. Bu belgede devletin nasıl işleyeceği, devletin farklı bölümlerinin (yani organlarının) ne iş yapacağı, söz konusu bölümler arasındaki ilişkiler ve vatandaşların hangi haklara sahip olacağı yazılıdır. Başka bir deyişle bu belge devletin nasıl yönetileceğinin ana kurallarını koyar. Dolayısıyla bir kurallar manzumesi olarak görülebilecek anayasa, hukuksal bir temel kaynağı temsil eder.

Öte yandan Anayasa sadece hukuki bir belge değildir. Aynı zamanda politik bir içeriğe de sahiptir. Çünkü bir devletin politik yapısını, yani o devletin insan topluluğunun (milletin) bir arada nasıl yaşayacağını da belirler. Devletin birliği ve düzeni için bir temel görevi üstlenerek aynı zamanda toplumsal yaşamın da temelini meydana getirmektedir.

Anayasaları salt hukuksal bir metin olarak değerlendirmek onun sembolik karakterinin göz ardı edilmesine zemin hazırlayan bir yaklaşımı temsil edebilir. Maalesef ülkemizde yeni anayasa tartışmalarına egemen olan söylem de büyük ölçüde bu zeminde ilerlemektedir. Bir anayasanın meşruiyeti tartışılırken onun hukuksal olarak ne ölçüde meşru olduğu üzerinden hareket edilmekte, anayasanın meşruiyeti yalnızca yapılış biçimine ve sonrasında ortaya çıkan normatif metne odaklanmamaktadır. Kuşkusu bu da önemlidir. Ancak anayasanın başarılı ve uzun ömürlü olmasının ön şartını onun toplumsal kabulü oluşturur. Tarihte hukuksal açıdan meşru olan ancak toplumsal zeminden-kabulden yoksun birçok anayasaya rastlanabilir. Ancak başarılı olanlarının yüksek toplumsal kabule sahip oldukları görülmektedir. 1982 Anayasası bunlardan ilk grup içinde yer almaktadır.

1982 Anayasası ilgili yapılan tartışmalarda dikkatlerden kaçan ya da kaçırılan nokta da tam burasıdır. Zira anayasanın meşruiyeti denildiğinde farkında olmadan çoğunlukla onun hukuksallığına vurgu yapılmaktadır. Bu durum da mealen "1982 Anayasası birçok kez değişti ve ilk halinden oldukça uzak, neden yeni bir anayasaya ihtiyacımız olsun ki?" şeklinde karşı bir argümanı beslemektedir. Bu argüman hukuksallık ölçü alındığına haklılık payına da sahiptir. Çünkü sadece anayasa hükümlerinin mevcut hali değil, daha ileri gittiğimizde darbecilerin anayasayı hukukçulara yaptırdıklarını, hatta halkoyuna sunarak kabul ettirdiklerini söyleyerek de güçlendirebilir. Fakat ortadaki apaçık gerçek, yapılan halkoylamasında yüzde 91,37 gibi çok yüksek bir oran ile kabul edilmesine rağmen 1982 Anayasası'nın bugüne kadar bir kaçı çok kapsamlı olmak üzere 19 değişikliğe tabi tutulması ve toplumsal kabulden uzak olmasıdır.