Top
21/03/2024

Dıştan Türk içten Schlumberger

Macar mucit Wolfgang von Kempelen, zamanının Habsburg İmparatoriçesi Maria Theresa'yı etkilemek için bir satranç robotu inşa eder. Önünde bir satranç masası olan bu robot insan görünümündedir ve tıpkı bir insan gibi rakibiyle kıyasıya yarışmaya hazırdır.
Macar mucit, Osmanlı kıyafetleri giydirdiği robota "Türk" adını verir.
İddiasına göre bu "yapay zekâlı" robot, karşısına çıkan tüm rakipleri satranç oyununda mağlup edecektir.
Benjamin Franklin'den Napolyon Bonaparte'a kadar birçok meşhur isimle satranç oynayan bu robot, dönemin en büyük satranç ustası François-Andre Danican Philidor dışında tüm rakiplerini alt eder. Philidor dahi o güne kadar kendisini en çok zorlayanın "Türk" ile kozlarını paylaştığı satranç müsabakası olduğunu söyler.
Her satranç müsabakası öncesi de "Türk"ün önündeki masanın kapakları açılmakta ve oldukça çeşitli çarklardan müteşekkil mekanizması seyirciye gösterilmektedir. Böylece "Türk"ün gerçekten de kendi kendine kararlar veren, bu doğrultuda da en doğru satranç hamlelerini yapan olağanüstü "yapay zekâya" sahip bir robot olduğu düşüncesi kabul görür.
Ta ki Edgar Allen Poe, "Türk"ün Amerika seyahatine şahit oluncaya dek...
Poe, "Menzel'in Satranç Oyuncusu" adlı makalesinde, "Türk"ün arkasındaki sırrı, bazı detaylarda yanılsa da, büyük ölçüde deşifre eder.
Gerçekte "Türk", sanıldığı gibi bir "yapay zekâ" değildir. Önündeki satranç masasının gizli bir bölmesinde oturan dönemin bir başka satranç ustası William Schlumberger tarafından kontrol edilmektedir. Yani, "Türk"ün yaptığı her hamle, aslında Schlumberger'e aittir.
Bu hadisenin ardından yaklaşık 200 sene geçti... Peki Türkiye'nin yakın tarihinde arzı endam eden "yapay zekâlı" Türklerin kararlarının arkasında hangi satranç ustaları vardı?
Ne yazık ki bu soruya cevap teşkil edecek bir makale kaleme alması için Edgar Allen Poe'ya başvuramıyoruz.
Diyeceksiniz ki, "yakın tarihimiz" için elin adamına başvurma düşüncesi zaten abes değil mi?
El hak öyledir. Lakin, Oğuz Atay "Tutunamayanlar"ında "Tarihimiz ikiye ayrılır;" demişti, "yakın tarihimiz, uzak tarihimiz. Bize en uzak olan da yakın tarihimizdir."
Hiç uzak olmasaydı, Prof. Oktay Sinanoğlu'nun dediği gibi, Milli Şef İsmet İnönü 1947'de yaptığı Fulbright anlaşmasıyla Milli Eğitim sistemimizi ABD'lilere gündüz gözüyle teslim edebilir miydi? (Ki, merhum Sinanoğlu çok daha ötesini dile getirmiş, "1945'e kadar İngiltere'nin, 1945'ten sonra da ABD'nin sömürgesi olduk..." demişti.)
Prof. Emin Gürses de geçenlerde, "MİT Müsteşarlığı'na 1952'den beri Amerika'nın izin vermediği biri atanamaz..." iddiasında bulunmuştu. Şüyuu vukuundan beter bu iddiayı da CIA'nın Ortadoğu istasyon şeflerinden Paul Henze'nin bizzat kendisine söylediklerine dayandırmıştı.
Dışınız ister Osmanlı ister Cumhuriyet ister çok dindar ister çok laik olsun, içiniz Schlumberger misali ABD olduktan sonra hiçbir şey değişmez.
Melbusata değil duruşa bakın siz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dünya sisteminin tekerine çomak sokarcasına "Dünya 5'ten büyüktür" demekle Türkiye adına klas bir duruş sergilemiştir. Emin Gürses tevekkeli her fırsatta "ABD'nin amacı Erdoğan'ı tasfiye etmektir" demiyor.
Fakire soracak olursanız, Türkiye'nin büyük enerji devrimini gerçekleştiren ve Başkan Erdoğan'ın yanında bir kale mesabesinde duran Berat Albayrak'a karşı şer konsorsiyumunun matine-suare saldırmasının arkasında da bu amaç yatmaktadır.
İki konuda agâh olmak mecburiyetimiz var:
Birincisi, ABD'ye sığınarak ABD'nin Erdoğan'ı tasfiye etmesine engel olunamaz. Yapılması gereken "dik durmaya" devam etmektir.
İkincisi de, bizim mahallede her geçen gün daha da alevlendirilen malum fitne ateşine karşı sağlam durulmalı ve Erdoğan'ın tasfiyesine su taşımanın ABD'nin amacına hizmet etmekten başka hiçbir anlamı olmayacağı adamakıllı idrak edilmelidir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp