Top
23/07/2023

Körfez’de ticaret diplomasisi

Türkiye’nin Körfez ülkelerine yaptığı ekonomik çıkarma son derece verimli geçti. Üç ülke ile ticaret hacmimiz, çok fazla çabaya gerek kalmadan kısa vadede 21-22 milyar $ seviyelerine çıkabilir

Türkiye, bu hafta Körfez ülkelerine ekonomik çıkarma gerçekleştirdi. Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni (BAE) kapsayan turun bir numaralı gündem maddesi, Türkiye ile bölge arasındaki ticaret ve yatırım ilişkilerini güçlendirmeye yönelik yeni girişimler başlatmaktı. Türkiye'nin Katar ile ilişkileri uzun yıllardır oldukça sıcak. Ancak, Suudi Arabistan ve BAE ile ilişkiler bir süredir limoniydi. Türkiye siyasi meselelerle ekonomik ilişkileri birbirinden ayırmaya çalışsa da Suudi Arabistan ve BAE benzer bir tutum sergilememişti. İki ülke, Türkiye'ye örtük ticari yaptırımlar uygulamış, vatandaşlarının Türkiye'ye ziyaretlerini zorlaştırmış ve yatırımları yavaşlatmıştı.



Türkiye, bir süredir gerek Batı gerekse Ortadoğu ülkeleriyle son 10 yılda birikmiş anlaşmazlıklarını ulusal çıkarlarını gözetmeye devam ederek makul koşullarda çözmeye çalışıyor. Bu kapsamda gerçekleşen Körfez turunun verimli geçtiğini söyleyebiliriz. Türkiye, üç ülkeyle de yatırım anlaşmalarına imza attı. Küresel ekonominin yüzde 2'sine sahip bu ülkelerin ekonomileri enerji ve hizmetler sektörü üzerine kurulu. Bölgeden gelecek doğrudan yabancı yatırımların ağırlıklı olarak sağlık, e-ticaret, finans ve turizm gibi hizmetler sektörüne gelmesi bekleniyor. Sanayi tarafında ise gıdanın yanı sıra savunma sanayinde ortak yatırımlar görebiliriz. Çip üretimi için de Katar ile ortak bir girişim kurulacak.

KAZAN-KAZAN İLKESİ
Sadece BAE ile yapılan anlaşmaların toplam değerinin 50.7 milyar dolar olduğunu açıklandı. Bu gibi ticaret diplomasisi hamlelerinde rakamlara takılmak çok doğru değil. Önemli olan anlaşmaların sektörel dağılımı, ne derecede uzun soluklu olacağı ve kağıt üzerindekilerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği meselesi. Bu kaynak girişinin uzun vadeli olmasını sağlayacak projeler oluşturmalıyız. Ve tabii ki, bu projelerin her iki taraf için katma değer üretecek nitelikte olmaları önemli. Kazan-kazan ilkesine dayalı bir stratejinin benimsenmesi, yeni yatırımların önünü açar.
Planlanan yatırımların hepsi uzun vadeli olmayacaktır. Türkiye'nin hisse senedi ve tahvil piyasalarının yanı sıra swap gibi kısa ve orta vadeli fon girişi sağlayacak yatırımlara de ihtiyacı vardır. 60 milyar sınırına dayanan cari açığın finansmanının, rezervler ve net hata noksan kalemlerinden ziyade bu tip fon girişleriyle sağlanması daha sağlıklı olacaktır.



Son olarak ticaret hacmine değinelim. Türkiye'nin bu üç ülke ile toplam ticaret hacmi, 2022'yi 17 milyar dolar seviyesinde kapattı. 2023'ün ilk beş ayında geçen yılın aynı dönemine kıyasla ticaret hacminde yüzde 48'lik bir artış var. Küresel ticaretin yavaşlama eğiliminde olduğu bir yılda, bu denli yüksek bir artış sevindirici olmakla birlikte, mevcut rakamların potansiyeli tam anlamıyla yansıtmadığını net olarak söyleyebiliriz. Türkiye ile üç Körfez ülkesi arasındaki ticaret hacmi, çok fazla çabaya gerek kalmadan kısa vadede 21-22 milyar dolar seviyesine çıkabilir. Geçmiş veriler, bunun rahatlıkla gerçekleşebileceğini gösteriyor. Orta vadede hedef, 30 milyar dolar, uzun vadede ise 40-50 milyar dolar seviyesini aşmaya yönelik olabilir. Bu seviyelere ulaşmak için ikili ve bölgesel ticaret anlaşmalara yoğunlaşmalı ve kâğıt üzerinde atılan imzaların çıktılarını yakından takip edecek mekanizmalar kurmalıyız. Kısa ve orta vadeli fon girişleri, cari açığın finansmanı ve döviz kurlarındaki oynaklığın azalması için kritik. Uzun vadeli yatırımların ise ihracat, üretim ve istihdam bacağına katkı sunmasını bekleyebiliriz.

KADEMELİ SIKILAŞMAYA DEVAM
Merkez Bankası, faizi 250 baz puan artırarak %17.5'e çekti. Faizdeki artış bir kez daha piyasa beklentilerinin altında kalmış olsa da Merkez Bankası, bu sefer yalnızca faiz silahını kullanmakla yetinmedi. Aynı zamanda, parasal sıkılaşmayı desteklemek için piyasaları fonlama miktarını düşürme ve zorunlu karşılık oranlarını artırma gibi politika araçlarına da başvurdu. Bu adımlar, fonlama maliyetlerini artıracağından, bankaların iç talebi artırıcı nitelikteki kredilerde bir kademe daha frene basmasını bekleyebiliriz. Enflasyonla mücadele için iç talebin soğumaya ihtiyacı olduğu açık; çünkü tüketim harcamaları tam gaz devam ediyor.



Merkez Bankası hassas bir denge tutturmaya çalışıyor. Bir taraftan enflasyonu kontrol altına almak için iç talep yavaşlatılmaya çalışılırken, diğer taraftan da salgın sonrası istihdam ve sanayi üretiminde elde edilen kazanımların boşa gitmemesine özen gösteriliyor. İstihdamı ve üretimi korumanın yolu ihracattan geçiyor. Bu kapsamda Merkez Bankası, ihracatçıların reeskont kredilerinin limitlerini beş kat arttırdığını duyurdu. Bu politikalarla, kredilerin daha çok ihracata ve katma değerli sektörlere yönlendirilmesi hedefleniyor.
Merkez Bankası'nın yayınladığı karar metninde döviz kurlarında yaşanan artışlar ve vergi zamları sonrasında enflasyona yönelik yukarı yönlü risklere vurgu yapılmış. Enflasyonun yeniden yükselişe geçecek olması, Merkez Bankası'nın işini zorlaştıracak. Bu yüzden enflasyonla mücadelede sadece geleneksel politika araçlarını değil, özellikle iletişim politikasını etkin yürütmek gerekiyor. Merkez Bankası'nın enflasyon ve çıktığı açının izleyebileceği seyre, para politikasının verilere, koşullara ve zamana göre nasıl tepki verebileceğine ve enflasyonla mücadele alanlarına yönelik sadece finans piyasalarını değil, reel sektörü ve haneleri de farkı içerikler ve dil kullanarak bilgilendirmesi gerekiyor. Bu noktada önümüzdeki hafta gerçekleşecek olan enflasyon raporu toplantısı çok ama çok önemli. Sözlü yönlendirme Merkez Bankası'nın araç kutusundaki en kritik enstrüman olabilir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp