Top
14/05/2023

Ekonomi bir ulusal güvenlik meselesidir

Ülkeler için ekonomi bir ulusal güvenlik meselesi. Piyasa-kamu dengesi için tüm ülkelere uyacak tarzda bir ‘altın oran’ yok. Tek reçete herkese uyar anlayışı geride kaldı. Her ülke akıllı bir stratejiyle bu dengeyi yakalamaya çalışmalı. Bizim de yapmamız gereken bu

1980'lerle birlikte birçok ülke, ekonomiyi tamamen piyasaların insafına bırakmıştı. Dünya ekonomisi kamunun iktisadi faaliyetlerden kendini neredeyse tamamen soyutladığı, büyük şirketlerin küçükleri sürekli ezmelerine göz yumulduğu, kâr maksimizasyonun her şeyin önüne geçtiği ve sosyal politikaların örselendiği bir yola savrulmuştu. Yaklaşık 30 yıllık bir dönem boyunca iktisat politikaları toplumun genel yararı için değil, çokuluslu şirketlerin çıkarları gözetilerek tasarlanmıştı. Washington Konsensüsü olarak tabir edilen bu mekanizma, 2008 küresel krizinde duvara tosladı. Bugün gelinen noktada ABD bile bu sistemin ne denli büyük sorunlara yol açtığını gördü.



Amerikan ekonomisi neoliberal politikalara bağımlı kalmanın bedelini ağır ödedi. Büyük şirketlerin üretimi ülke dışına kaydırmaları neticesinde Amerikan sanayisi zayıfladı. 5G ve mikroçip gibi kritik teknolojilerde Çin'in gerisinde kaldı. Washington yönetimi, yapay zekanın teknoloji şirketlerinin elinde tehlikeli bir oyuncak olmasından endişe eder bir hale geldi. Sorunlar sadece teknolojik rekabette ivme kaybetme ve şirketlerin kontrol edilmesi güç bir çıkar grubuna dönüşmeleri ile sınırlı değil.
İşin bir de sosyal boyutu var. Sosyal politikaların yıllarca ihmal edilmesi, ABD'de gelir dağılımının bozulmasına ve orta sınıfın erimesine yol açtı. Artan toplumsal kutuplaşma Amerikan demokrasisin altını oydu.



ABD tüm bunların ardından ekonominin aslında bir ulusal güvenlik meselesi olduğunu yeniden hatırladı. Bu 'dank etme' hadisesinin arka planına dair detayları ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın geçtiğimiz günlerde Brookings Institute'ta yaptığı konuşmasında görebilirsiniz. Ulusal güvenlik danışmanları eskiden sınır ötesi operasyonlar, askeri müdahaleler, terörle mücadele ve enerji jeopolitiği gibi meselelerle ilgili ahkam keserlerdi. Sullivan'ın son konuşması ise ilk kelimesinden son noktasına kadar ekonomi üzerineydi. Sullivan konuşmasında piyasa etkinliğinin neden her koşulda işlemediğinden, kamunun gözetiminde ilerleyecek modern bir sanayi ve inovasyon stratejisinin öneminden ve ultra serbest bir küreselleşmeden daha kontrollü bir küreselleşmeye geçişin ne anlama geldiğinden uzun uzadıya bahsetti.
Sullivan, Amerikan orta sınıfını merkeze alan yeni dış politika anlayışını da şu sözlerle özetledi: "Yurtiçinde ve yurtdışındaki ortaklarla kapasite oluşturmak, dayanıklılık ve kapsayıcılık oluşturmak. Güçlü fiziksel ve dijital altyapı ve temiz enerji gibi kamu mallarını üretme ve yenilik yapma kapasitesi. Doğal afetlere ve jeopolitik şoklara karşı dayanıklılık. Ve güçlü, canlı bir Amerikan orta sınıfı ve dünya çapında çalışan insanlar için daha fazla fırsat sağlayacak kapsayıcılık."



AVRUPALILAR DA BENZER BİR ROTADA
Avrupa'da da durum bundan farklı değil. Avrupalı ülkeler teknolojik rekabette hem ABD hem de Çin ile açılan mesafeyi kapatmak için milyarlarca euroluk kamu kaynağını devreye sokma gayretindeler. Berlin yönetimi çip üreticilerini Almanya'ya çekebilmek için kesenin ağzını açmış durumda. Koronavirüs salgını döneminde yaşadıkları tedarik şokunu bir kez daha deneyimlemek istemiyorlar. Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimi sonrasında enerji arzında yaşanan sıkıntılar da kritik alanlarda dışarıya aşırı bağımlı olmanın ne denli tehlike oluşturabileceğine dair acı bir ders oldu. Jeopolitik riskler eskiye nazaran daha sıcak. İktisat politikalarında bu gerçeği göz önünde bulundurmanız lazım. Tayvan meselesiyle ilgili Çin ile Batı arasında yaşanabilecek bir jeopolitik gerilim, çip tedarikini aşırı halde zorlaştırabilir. Zira Tayvan, dünyadaki yarı iletkenlerin yüzde 60'ından fazlasını, en gelişmiş nitelikte olanların ise yüzde 90'ından fazlasını üretiyor. Çip olmayınca Almanlar ne meşhur arabalarını ne de A kalite elektrikli aletlerini üretip ihraç edebilirler. Fransa'nın yaklaşımı da Almanya ile paralel. Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un bu hafta Financial Times'ta yayınlanan yazısının başlığı birçok şeyi özetliyor: "Avrupa'nın daha fazla fabrikaya ve daha az bağımlılığa ihtiyacı var."

PİYASA-KAMU DENGESİ
Dünya sadece teknolojik olarak değil, iktisadi öncelikler ve anlayış açısından da değişiyor. Yeni dönemde ne aşırı piyasa fanatizmi başarı sağlayabilir ne de aşırı katı kamu müdahaleleri. Serbest müteşebbisliğin yeniliklerin önünü açan dinamizmine de ihtiyaç var, kamunun piyasa yapıcı ve denetleyici rollerine de… Piyasa-kamu dengesini kıvamında tutturan ülkeler, önümüzdeki dönemde küresel ekonomiden aldıkları payı artırabilirler ve insanlarına daha kapsayıcı bir büyüme sunabilirler. Piyasa-kamu dengesi için tüm ülkelere uyacak tarzda bir 'altın oran' yok. Tek reçete herkese uyar anlayışı geride kaldı. Her ülke kendi yapısına ve ihtiyaçlarına uygun biçimde akıllı bir stratejiyle bu dengeyi yakalamaya çalışmalı. Bizim de yapmamız gereken bu.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp