Top
16/12/2023

Filistin Mücadelesinin Akademi Cephesi

5 Aralık'ta ABD tarihinde eşi ve benzerine ancak McCarthy döneminde rastlanacak türden bir gelişme yaşandı. Ülkenin en önemli üniversitelerinden Harvard, Pennsylvania ve MIT'nin rektörleri, üniversite kampüslerinde yayıldığı iddia edilen anti-semitizm dalgası sebebiyle ABD Temsilciler Meclisinde sorgulandı. Pennsylvania Üniversitesi Rektörü Elizabeth Magill, baskılara dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldı. Harvard Üniversitesi Yönetim Kurulu üyeleri ise yaptıkları toplantı sonrasında Rektör Claudine Gay'e desteklerinin tam olduğunu ifade etti. ABD Başkanı Joe Biden ise, akademik özgürlüğü odağına alan ve kurucu ABD değerlerinin sorgulanmasına yol açan bu tartışmanın dışında kalmayı tercih ediyor. Zira tartışma, ABD'nin yaslandığı değerler sisteminin sorgulanması sonucunu doğuracak bir potansiyeli ihtiva ediyor.

Harvard ve Pennsylvania üniversiteleri, Ivy League (Sarmaşık Ligi) denilen ve ülkenin en prestijli 8 üniversitesinin içinde bulunduğu grupta yer alıyor. MIT ise bu ligde yer almamasına rağmen Times Higher Education'ın yayınladığı dünyanın en iyi üniversiteleri listesinde 3. sırada. Ülkenin en elit kurumlarının rektörlerinin Temsilciler Meclisinde azarlanması ve sorgulanması, ABD ve Batı dünyasındaki akademik cadı avının ulaştığı sınırlara işaret etmesi anlamında çok önemli. Rektörlere isnat edilen suçlama ise anti-semitik söylemlere alan açmaları ve Yahudi soykırımını yeteri kadar gür bir sesle kınamamaları.

Ucu rektörlere kadar uzanan bu türden bir baskının daha alt seviyelerdeki akademisyenler üzerindeki etkisini tahmin etmek zor olmayacaktır. Siyasilerin akademisyenleri kontrol altına almaya çalışmaları, yani siyasetin bilimi kolonize etmesinin muhtelif araçlarla gerçekleştiği görülüyor. Milyon dolarlık bağışların kesilmesi, üniversitelerin ekonomik ihtiyaçlarının karşılanamaması ve işleyemez hale gelmeleri riski karşısında akademik özgürlüklerden taviz vermeye zorlanmaları anlamını taşıyor. Bir anlamda "parayı veren, düdüğü çalar" diyorlar. Güç ve para sahibi azınlığın bilim adamlarını kendi gündemleri için kullanmaları, "araçsal aklın hakimiyeti" sonucunu en kaba şekilde gözleri önüne sererken, eserlerinde bu durumu eleştiren Habermas'ın İsrail'i desteklemesi ise tarihin en garip ironilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor.

Bu baskının niteliğini doğru tespit etmek çok önemli. Üniversite personelini susturmak ve seslerini kısmaktan ziyade belirli bir formatta konuşmaya zorlamak, bu baskının ayırt edici özelliğini oluşturuyor. Akademisyenlerin belirli bir türde ve formda konuşmaya zorlanmaları, Roland Barthes'in "Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir" sözünü hatırlatıyor. "Holokostu yeteri kadar kınamıyorsunuz" suçlaması, bu sinsi stratejinin, yani İsrail'in sahip olmadığı ahlaki pozisyonunu, Batı dünyasının ve bilhassa Almanların tarihi suçlarına yaslanarak kazanma çabasının bir parçası.

Filistin'deki İsrail zulmünün son halkasını oluşturan 7 Ekim sonrasında yaşananlar, ABD başta olmak üzere Batı medyasında belirli bir tarzda sunulmakta ve çerçevelenmekteydi. İsrail'in katliamlarında haklı olduğu söylemini besleyen ve yerleştirilmeye çalışılan söylemsel stratejilerin belli başlı özellikleri rahatlıkla tespit edilebilir. En başta geleni, 7 Ekim'i bir milat olarak kabul edilmesidir. Buna göre Hamas, 7 Ekim saldırısını gerçekleştirmeseydi her şey yolundaydı. 7 Ekim öncesi bölgede hiçbir sorun yokmuş gibi, İsrail'in işgalleri 1948'ten başlamamış gibi bir alternatif gerçeklik inşa etmeye çalışan bu söyleme, İsrail'in kendini savunma hakkını ifa ettiği ve sadece Hamas'ı hedef aldığı türünden yalanlar da eşlik etmekteydi. Bu söyleme direnmeye çalışan medya anlatılarına izin verilmiyordu.