Top
Kerem Alkin

Kerem Alkin

kalkin@bloomberght.com

16/02/2024

Gelişmişlerde ‘yaşlılık’ resesyon riski

Dünya ekonomisinin bugün ve geleceğine yönelik pek çok şey konuşuyoruz. OECD çatısı altında, bilhassa G7 ekonomileri ve daha geniş tutarsak, pek çok AB üyesi ülke açısından da en çok konuşulması arzu edilen konuların başında 'yaşlanan nüfus sendromu' geliyor. Gelişmiş ekonomilerin tümü, yaşlanan nüfuslarının yakın gelecekte ekonomilerinde ne tür etkilere sebep olacağını merak ediyorlar. Bu nedenle, önümüzdeki dönemin nüfus gelişmeleri, nüfus hareketleri ve gelişmiş ekonomilerde yaşlanan nüfusunun ülke ekonomilerine etkisini analiz etmek üzere bir araştırma merkezi kurulması konusunda da mutabakata varıldı. Çünkü, hızla yaşlanan nüfus, gelişmiş ekonomiler için sadece ciddi boyutlarda bir 'resesyon riski' anlamına gelmiyor; aynı zamanda sosyal güvenlik sistemine yönetilmesi karmaşık ve ağır bir yük anlamına da geliyor.
Gelişmiş ülkeler, pek çok sektör ve alanda kalifiye işgücü bulamama sorununu iki başlığı değerlendirerek çözmeye çalışıyorlar; bunlardan ilki 'düzenli göç', diğeri ise 'dijitalleşme'. Dijitalleşme, salt yazılım ile çözülebilecek bir konu değil. Çünkü, ulaştırma, sağlık ve lojistik gibi alanlarda aynı zamanda fiziki aktivite gerektiren faaliyetler de söz konusu. Bu nedenle, gelişmiş ekonomilerin tümü ulaştırma, sağlık, lojistik, madencilik, sanayi gibi alanlarda, kol gücüne dayalı süreçlerinin tümünü yapabilecek kabiliyetler kazandırılmış yeni nesil robotlara ağırlık vermiş durumdalar. Dünyanın bu alanda önde gelen şirketleri, yayınladıkları içeriklerle sadece 5 yıl içinde robotlara kazandırdıkları becerileri adeta yarıştırıyorlar. Üstelik, yeni nesil robotların ve yapay zekanın söz konusu gelişmiş ekonomilerde mal ve hizmet üretim verimliliğini arttıracağına dair iddiaları da söz konusu.
'Düzenli göç' konusu isi pek çok açıdan 'ahlaki açmazlar' taşıyor. OECD çatısı altında da tartışılan bu yöndeki 'ahlaki açmazlar' ve 'çıkar çatışmaları', ellenindeki sınırlı imkanlarla kendi nüfusunu kalifiye işgücü olarak yetiştiren gelişmekte olan ekonomilerin, yüksek düzeyde eğitim görmüş insanlarının gelişmiş ekonomilerce adeta 'transfer' edilmesiyle adeta katlanıyor. Gelişmekte olan ekonomilerin yüksek katma değere dayalı kalkınma çabaları için önemli bir değer ifade eden yüksek eğitim görmüş nüfusunun bu şekilde gelişmiş ekonomilerce adeta kapılması, aynı zamanda sürdürülebilir kalkınma adına haksızlığı, eşitsizliği de beraberinde getirmekte. Bu nedenle, gelişmiş ekonomilerin bir yandan sürdürülebilir kalkınmayla ilgili endişelerini dile getirirken, bir yandan küresel ölçekte 'adil' bir sürdürülebilir kalkınma sürecini baltalayan tutumlarını da sorgulamaları ikircikli durum oluşturmakta.
Bu konuda en muzdarip ülkeler arasında yer alan Japonya, o kadar uzunca bir süredir 'resesyon' sorunu ile karşı karşıya ki, dünya ekonomisinde en büyük GSYH sıralamasında yerini Almanya'ya kaptırmak zorunda kaldı. Buna karşılık, Hindistan'ın son 10 yıl içerisinde nüfus avantajı ile üretim ve GSYH büyümesini katlaması ile dünyanın en büyük ekonomileri arasına girmeyi başarması not alınmalı. Bu nedenle, Türkiye açısından da doğurganlığın sürdürülebilir kılınması ve yeni neslin bugün ve geleceğin teknolojilerine ve yükselen, yükselecek yeni sektörlerine yönelik olarak yüksek nitelikte insanlar olarak yetiştirilmeleri, milli eğitim sistemimizin ve yüksek öğretim kurumlarımızın yeni nesil alan ve meslekler için durmaksızın donatılması kritik önemde. Türkiye'nin 'sürdürülebilir kalkınma' alanındaki başarılarının devamında 'milli ve yerli teknoloji' üretme imkan ve kabiliyetlerini aralıksız güçlendirmesinin yanı sıra, nüfus gücünü de 'sürdürülebilir' kılmasının çok önemli olduğu asla unutulmamalı.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp