Top
25/11/2023

Kalbine söz geçiremeyen sulu gözlü imparator

Oscar ödüllü Joaquin Phoenix ile usta yönetmen Ridley Scoot'ı 2000 yapımı Gladyatör filminden sonra yeniden bir araya getiren Napolyon filmi, sinemaseverlerle buluştu. Fransız İhtilâli sonrası çalkantılı günler yaşayan Fransa'da imparatorluğa kadar yükselen Napolyon'un hayat hikâyesiydi beklenilen ancak, yönetmen Scoot Napolyon'un iktidar süreci ve büyük aşkı Josephine (Vanessa Kirby) ile inişli çıkışlı ilişkisine odaklanmış. Bu açıdan doğumdan ölüme bir biyografi filmi bekleyenleri ters köşeye yatırıyor film. Napolyon'un çocukluğu ve ergenliğine dair herhangi bir sahne ya da replik yok. Sadece Kostarikalı zeki bir asker olduğuna vurgu yapılıp geçiştirilmiş. O güne nasıl gelindi göstermeyi tercih etmemiş.



Yaklaşık 160 dakikalık süren film, 1769-1821 yılları arasında yaşayan ve günümüzde bile hâlâ yaptıklarıyla çok konuşulan ikonik Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart'ın 1789 Fransız Devrimi sonrası yükselişini etkili savaş sahneleriyle anlatıyor. Napolyon malum, Winston Churchill'den Friedrich Nietzsche'ye kadar kendisinden sonraki nesilleri etkilemiş, tüm zamanların en büyük askeri liderlerinden Fransa'nın ikonik imparatoru... Yükselişi 1793'te monarşi yanlılarının Toulon kentini ele geçirmesiyle başlar. 1795'te Paris'teki isyanı bastırmada aktif rol alır. Başarıları şöhretine şöhret katar. 1802'de askeri dehasını savaş meydanlarında göstermeye devam eder. Fransa'daki isyanları bastırır, İtalya'yı fetheder, diğer ülkelerle girdiği mücadeleyi kazanarak düşmanlarını barış istemeye zorlar. 1804 yılındaki referandumla Fransız imparatoru seçilir. 1815'e kadar hüküm süren İmparatorluğunda Fransa, Avrupa'nın birçok yerinde zaferler kazanır. Ancak 1815 yılında İngiltere'nin liderliğindeki müttefik ordusu tarafından Waterloo Savaşı'nda yenilgiye uğratılıp sürgüne yollanır.



GÖZÜ KARA AŞIK
Filmi aslında iki bölüme ayırmak mümkün. Birincisi savaş meydanlarındaki imparator diğeri saraydaki aşık Napolyon. Napolyon'unun ülkesine ve ordusuna bağlı olduğu kadar imparatoriçesi Josephine de o kadar tutkuyla bağlı olduğunun altı kalın çizgilerle çiziliyor. Koca ordusuyla Mısır'dayken Josephine'nin kendisini aldattığı haberini alıp hemen gemiyle Fransa'ya dönecek kadar gözü kara bir âşık. Büyük hırsla saraya gidince sevdiği kadının ağzının payını verecek diye düşünüyorsunuz ancak, mevzu, sen olmadan ben bir hiçim cümlesine bağlanıyor. Tutkulu olduğu kadar acizliği, hatta anne sevgisinden mahrum kaldığı için sevdiği kadına saplantı derecesinde bağlı olduğu bu sahnelerde ortaya konuyor. Savaştayken karısına yazdığı çocuksu, romantik ve müstehcen mektuplarla aşkına sadık olduğunu belli ediyor. Avrupa tahtına giden yolda kumandanlık ettiğini gördüğümüz taktik dehası bu adam, yanındaki kadına tamamen âşık ve onsuz bir hiç olduğunu kabul eden küçük çaresiz bir adam... Bu sahnelerde imparatorun ağlamasından gocunulmamış. Yönetmen Scott bile 'Çoğumuz gibi, o da kendi kalbinin ve duygularının esiriydi. Hem inanılmaz bir stratejist hem muhteşem, sezgisel ve acımasız bir politikacı olması bir yana... Moskova'yı almaya giden böyle bir adamın nasıl olup da karısının Paris'te ne yaptığına kafayı takabildiği konusu beni büyüledi" diye konuşuyor.



Şunu da söylemeden geçmemek de fayda var. Savaş sahneleri ne kadar görkemli ve aksiyonu yüksekse, Josephine ile olan sahnelerde tempo bir o kadar düşük. Savaş meydanlarında esip gürleyen büyük dehasını ortasını koyan imparator, sarayda eşinin yanında süt dökmüş kedi gibi takılıyor. Josephine'e olan saplantısının, en az savaşları kadar hayatında etkili olduğunu görüyoruz. Öte yandan eşine olan bağlılığı varis meselesi yüzünden azalıyor. Napolyon, kendisine çocuk veremediği için Josephine'den boşansa da ondan yine kopamıyor. Sık sık kaldığı eve gidiyor hatta başka kadından sahip olduğu erkek çocuğunu yine Josephine'nin kollarına veriyor. Genel itibariyle gri tonlarda akan film güçlü savaş sahnelerine rağmen amacının biraz gerisinde kalıyor. Fransız basını da filmi beğenmemiş. Yönetmen Scoot da 'Fransızlar kendilerini beğenmez' diye karşılık vermiş. Bakalım film, Türk sinemaseverlerin beğenisini kazanacak mı?

YATAK VE PİYANO MÜZEDEN ALINDI
İzleyicisine destansı bir aksiyon vadeden filmin müzikleri için efsanevi imparatorun piyanosu Londra'daki bir müzeden ödünç alındı. Yine aynı şekilde İngiltere'nin Northamptonshire adlı kontluğunda bulunan, 18. yüzyılda Fransız mimarisi hayranı bir İngiliz tarafından inşa edilen Boughton Malikanesi'nin Napolyon'un şatosu olarak kullanıldığı filmde ayrıca ekibin "bir metre bile yaklaşmasına izin verilmeyen" Victoria & Albert Müzesi'nden ödünç alınan bir de yatak bulunuyor...
Napolyon için en güzel tanımı filmin müziklerine imza atan İngiliz besteci Martin Phipps yapıyor. Phipps, 'Her an kavgaya hazır, kendini kanıtlaması gereken bir şeyi olan Korsikalı bir serseri' diyor.
Şimdiye kadar çekilmiş en dinamik savaş sekansları ile seyirciyi nefes kesen bir yolculuğa çıkarıyor. Filmin 2 Oscar ödüllü özel efektler amiri Neil Corbould, Napolyon'un düşman atlarının içine düşmesi için yarattıkları devasa buz gölü sahnesi ve Napolyon'un atının savaş sırasında bir top güllesiyle vurulduğu sahne öne çıkıyor. Ridley Scoot'a önceki 15 filminde birlikte çalıştığı ve üç kez Oscar adaylığına layık görülmüş yapım tasarımcısı Arthur Max ve görüntü yönetmeni Dariusz Wolski eşlik ediyor.
Scott'ın aynı anda 11 kamerayla çalışması sayesinde çekim sırasında ortaya çıkan özel anları mutlaka yakaladığını belirten Oscarlı oyuncu Phoenix, "Bir oyuncu olarak böyle bir fırsata sahip olmak gerçekten nadirdir" diyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp