Epeydir toplu iftarlara katılmıyorum.
Oralarda dostlar birbirini "alışveriş"te görüyor ama sohbetten vazgeçtim, iki çift laf bile edemiyorlar...
Herkes gergin, tuhaf bir kasılma hâli içinde oluyor.
Sonrası planlı cümleler, uzun süren yutkunmalar, uzaktan selamlaşıp hızla ortamdan ayrılmalar...
Bazen içimden diyorum ki, şu masraf hiç toplu iftara gerek duyulmadan doğrudan yetimlere ve ihtiyacı olanlara aktarılsa keşke...
İşte bu yüzden iftar davetlerine icabet etmekten vazgeçtim...
***
Dilli kaşarlı tostun yanında tek bir hurma ve iki zeytin tanesi getiriyor garson.
Her şey bir anda nasıl güzelleşiyor...
***
Sahine...
Resulullah'ın çok sevdiği rivayet edilen tatlı hani.
Bal, tahin ve tereyağı...
Üzerine de azıcık kavrulmuş susam.
***
Büyük bir savaşın patlak verdiğine inanmak istemeyenlerin bile yelkenleri suya indirdiği zamanda...
Kitabın girişinde şöyle yazıyordu:
"Hiçbir insan bir ada değildir, kendi başına bir bütün değildir, insanlığın içinde bir parçadır. İşte o yüzden, sakın 'Çanlar kimin için çalıyor?' diye sorma, senin için çalıyor."
***
Söyleyeyim...
Bir... Geleceği kuranların geleceği...
Yani çok büyük patronların ve finans sisteminin gelecek planları.
İki... Geleceğe direnenlerin geleceği...
Yani devletlerin ayakta kalma hesapları.
Üç... Yaklaşmakta olanı sezenlerin geleceği...
Yani gelecek planları yapabilme kabiliyeti zayıf fakat sezgileri güçlü "sade insan"ın geleceğe dair (çoğu zaman suskunlukla geçiştirdiği) hisleri.
Medyacılar mı?
Bugünle o kadar iç içeler ki, durup ufka bakmakta zorlanıyorlar.
***
İlahiyatçı konuk, "İslam ve alışveriş" konusu sorulunca uzun uzadıya pazarlıktan bahsediyor.
Mağaza zincirleri ve etiket fiyatlarının dünyasına hiç girmemiş gibi...
Dahası kendi gençliğinde takılıp kalmış;
"Öğrencilik dönemimde 120 lira denilen pardösüyü pazarlıkla 60 liraya alıp yıllarca giydim" diye anlatıyor.
Şu nokta net...
Bu programlar ve konukların bugünün genç izleyicisiyle buluşma konusunda ciddi sıkıntıları var.