Top
Ünal Çeviköz

Ünal Çeviköz

unal.cevikoz@radikal.com.tr

15/02/2016

Türkiye'nin engellenemeyen Suriye hevesi

Suriye macerası nefes kesen bir dedektif romanı gibi ilerliyor. Sayfanın sonu gelmeden bir sonraki sayfaya geçerek devamını okumak için adeta zamanla yarışıyor insan. Kalp dayanmaz. Adrenalin günden güne, sayfadan sayfaya yükseliyor. Sonu elbette merak ediliyor ama kimse kitabın son sayfasına gidip de sonunun nasıl bittiğini öğrenmeye yeltenmiyor. Oysa bazen bu işe yarayan bir yöntemdir. Heyecanın yatışması ve kitabı okurken hikayenin nasıl sonuçlandığına değil de yazarın hikayeyi nasıl kurguladığına, nasıl geliştirdiğine ve nasıl çözümlediğine bakabilme, böylece mantık kalıpları içinde ustalıkla yazılmış bir esere mi yoksa sıradan ve kalitesiz bir hikayeye mi sardığınızı anlayabilme imkanınız olur.

Önce Sayın Dışişleri Bakanı'nın açıklamaları geldi. Türkiye ile Suudi Arabistan'ın Suriye'ye karşı ortak bir kara harekatına girişebilecekleri ifade ediliyordu. Aynı açıklamada Suudi Arabistan'ın Türkiye'deki İncirlik üssüne uçak gönderdiği, bu uçakların geldiği, ortak bir harekata katılacakları belirtiliyordu. Bir süre sonra Sayın Dışişleri Bakanı bu defa ortak kara harekatı konusunda alınmış bir karar olmadığını açıkladı.

Bundan kısa bir süre sonra da bu defa Türkiye'nin Suriye toprakları içinde YPG hedeflerini top atışıyla vurduğuna ilişkin haberler duyuldu. Sayın Başbakan gerekli açıklamaları yaparak haberlerin doğruluğunu teyit etti, angajman kuralları çerçevesinde YPG hedeflerinin vurulduğunu belirtti.

Türkiye halkı son zamanlarda sık yaşanan olaylar ve bunların ardından gelen açıklamalara dayanarak artık "angajman kuralları" denen o tılsımlı ifadenin ne anlama geldiğini anladı. Bu aslında "ben demiştim" anlamına geliyor. Ben demiştim demek de sizin daha önce herhangi bir konuda nasıl davranacağınızı açıklamış olmanız, daha sonra o söylediğiniz durumla karşılaşmanız halinde yapacağınız eylemleri de meşru gördüğünüz olarak anlaşılıyor. Herhalde anlamayanlar da artık anlamıştır.

Böyle bir meşruiyet anlayışının elbette uluslararası hukuk'ta yeri yok. Ancak "ben demiştim" yaklaşımı zaten uluslararası hukuk endişesi taşıyan bir davranış tarzı değildir. Yaparsın olur. Ondan sonra bunun uluslararası hukuk açısından uygunsuzluğunu ispat etmek isteyen varsa hodri meydan.

"YPG ne yaptı da Türkiye vurdu?" şeklinde bir soruya yanıt aramak da bu nedenle abesle iştigal olur. Türkiye YPG'yi terörist bir örgüt olarak gördüğünü, PKK ile arasında hiçbir fark bulunmadığını defalarca açıkladı. Kuzey Suriye'de belli bir adab içinde davranmadığı takdirde vuracağını da açıkladı. Dolayısıyla, eğer vurmuşsa bir bildiği vardır ve mutlaka "ben demiştim" kalıplarının içine oturacak bir açıklaması da bulunur.

Bununla beraber, şunu da unutmamak gerekir. YPG Suriye sahasında IŞİD ile mücadele eden ittifakın önemli bir ortağı olarak görülmektedir. Gerek ABD, gerek Rusya bu anlayışlarını defalarca ve en üst siyasi düzeyde dile getirdiler. Dolayısıyla, Türkiye'nin YPG'yi vurmasının öncelikle Türkiye'nin IŞİD'e karşı sürdürülen mücadeleye de bir darbe vurduğu şeklinde yorumlanması olasılığı vardır. Türkiye'nin IŞİD'e karşı mücadelede yeterince gönüllü bir katkı sağlamadığı yolunda şikayet, serzeniş ve eleştirilerin yaygın olduğu bir sırada böyle bir yoruma yol açacak bir eylemde bulunulması tehlikeli.

İkinci olarak, Türkiye YPG'yi sadece terörist örgüt olarak görmekle kalmıyor, aynı zamanda Suriye'de yıkılmasını istediği rejimin de ortağı, işbirlikçisi olarak görüyor. O halde, YPG'ye vurulan darbe Suriye rejimine de vurulmuş oluyor. Yani, Türkiye net ve açık şekilde Suriye rejimine karşı kuvvet kullanmış oluyor. Üstelik YPG'nin vurulması sırasında rejim güçlerinin isabet aldıkları şeklinde haberler de var. Bu da, Türkiye'nin YPG üzerinden Suriye'nin Esad yönetimindeki Baas rejimine karşı kuvvet kullandığı anlamına geliyor. İşte başka bir tehlikeli durum, zira aynı rejimin diğer ortakları ve birlikte hareket eden güçler Rusya ile İran.

Gelelim kara harekatı olasılığına... Böyle bir harekatı ne ABD ne uluslararası koalisyonun diğer ortakları destekliyor. O halde, şayet yapılacaksa, Türkiye'nin bunu kendi başına, ya da söylentilerde belirtildiği gibi Suudi Arabistan ve başka ortaklarıyla yapmaya niyetlenebileceği akla geliyor. Bu noktada durum biraz karışık, zira uluslararası hukuk açısından Suriye topraklarına karşı saldırgan bir müdahale olarak yorumlanabilecek bu eylemin meşruiyetini sağlayabilecek bir hukuki zemin ve gerekçe de bulunmuyor. Burada "ben demiştim"in de altı boş...

Türkiye'de yaşayan aklıselim sahibi her insanın yıllardır bildiği ve dile getirdiği bir gerçek var: Türkiye Suriye'de savaşa girmemeli, Türkiye'yi Suriye'de savaşın içine çekmeyi isteyenlerin oyununa gelip tuzağa düşmemeli. Oysa bir bakıyorsunuz ülke savaşa doğru adım adım ilerliyor. Türkiye'nin savaşa girmesini dışarıda isteyenler var da bunların tuzağına düşmemek için aklıselim kullanılması gerekir diye düşünüyor olabiliriz. Ama ya içeride de Türkiye'nin savaşa girmesini isteyenler varsa? O zaman ne yapmalı?

O zaman kitabın son sayfasını açıp romanın sonunu okumak yöntemi yardımcı olabilir. Türkiye Suriye ile ilgili olarak kendi ulusal sınırlarının ötesine geçen herhangi bir harekata giriştiği takdirde bunu uluslararası toplum gözünde hukuki ve siyasi bakımdan meşru göstermekte ciddi sıkıntılarla karşılaşır. Bu savaş demektir. Savaşa girdiği takdirde de ağır bir bedel öder.

Eğer böyle bir planın ana hedefi Türkiye'ye yönelik mülteci akınını durdurmak ve Suriyelileri maruz kaldıkları insanlık trajedisinden kurtarmak, geçici bir süre için de olsa kendi ülkelerinin toprakları üzerinde daha huzurlu ve sakin bir hayata kavuşturmak ise bunun da yöntemi Suriye'deki aktörlerle bir arada hareket etmektir. Önce ateşkes sağlanır. Sonra Rusya, İran, ABD, Şam rejimi, YPG/PYD ve Suriye muhalefeti ile hep birlikte alınacak ortak bir karar sonucu Türkiye bu huzurlu ve sükun dolu arazide güvenliği sağlamak gibi bir göreve talip ise buna ne denebilir ki? Eh, lojistik destek projelerine katkı maksadıyla birkaç milyar avroluk ilave fon da sağlanırsa Türkiye mültecileri durdurmak için girmiş olduğu taahhütleri yerine getirmekte kusur etmeyecektir. Türkiye'yi "yalnız kurt" sendromuna sokmamak için uluslararası topluma önemli görev düşüyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp