Top
Eyüp Can

Eyüp Can

eyup.can@radikal.com.tr

27/05/2014

Nilüfer Göle'ninki 'liberal yanılgı' mı?

Yakın dostlarım bana ‘radikal uzlaşmacı' der...
İlk anda kulağa ters geliyor.
Hem radikal olacaksın hem de uzlaşmacı.
Oksimoron bir durum.
Kendimi de başkalarını da böylesi genel ve kallavi laflarla kategorize etmeyi sevmem.
Ama illa da bir tarif gerekiyorsa, illa da bir konuda radikal olmam gerekiyorsa yıkmakta değil yapmakta, kavgada değil uzlaşmada radikal olmayı tercih ederim.
Çünkü ben bir insanı insan yapan ortak değerlere, bir milleti millet yapan ortak menfaatlere bencil ihtiraslardan ve kişisel-grupsal menfaatlerden daha çok inanırım.
İlla kavga edeceksem savaşmak için değil barışmak için radikalce mücadele ederim.
Çünkü ben yıkmaya, yok etmeye ayarlı bir kavgaya değil daha iyi olma yolunda amansız rekabete inanırım.
Ama şu hayatta herkes benim gibi düşünmez hatta aksine inanan daha fazla gibidir.
Bu yüzden uzlaşma eşittir taviz verme, taviz eşittir kaybetme hatta korkaklık olarak görülür birçok kültürde.
Peki ya bizde?
Temel sorunlarımızı çözemediğimiz devlet kurmuş olsak da ortak bir ulus paydası yaratamadığımız için bizde de özür dilenmez, zayıflık olarak görülür; uzlaşma aranmaz arayanlar ihanetle bile suçlanır.
Dün Hürriyet'te Cansu Çamlıbel’in sosyolog Nilüfer Göle ile hayli derinlikli söyleşisini okurken aklımdan geçiverdi tüm bunlar...
Göle, Türkiye'yi içerden ve dışardan okuyabilen en iyi akademisyenlerden.
Ama baktım ‘yanıldım' diyor.
Hepimiz insanız elbette yanılırız.
Ama Göle'nin yanılgısı bir başka, aslında yanılmaktan çok büyük bir hayal kırıklığı...
"Çünkü" diyor Göle "Turgut Özal’dan sonra Türkiye'nin daha az uzlaşmacı bir siyasetçisi olmaz diye düşündüm. Ama yanıldım."
Biliyorum uzlaşma nosyonundan uzak olanlar için bu, geç kalmış bir itiraf.
Onlar için hayat en başından beri siyah beyaz.
Ama hayatı tüm ana ve ara renkleriyle okuyanlar için Göle'nin itirafı basit bir ‘liberal yanılgı' değil.
Samimi, yapıcı ve tutarlı bir analiz.
Uzlaşma kavramı sizin için ne ifade ediyor bilmiyorum ama ben radikal bir uzlaşmacı olarak hoşunuza gitmese de Göle'nin şu sözlerine kulak verin diyorum. Olur ya siz de yanılmış olabilirsiniz.

* * *

CÇ: AK Parti’nin siyaset etme şeklindeki en sorunlu alan nedir sizce?
NG: Sürekli gerginlik politikası içindeyiz. Turgut Özal’ın şöyle bir sözü vardı. Genç bir sosyolog iken çok şaşırmıştım. ‘Bu toplum birbirini sevmiyor. Bu insanlara Allah’ın ipine nasıl sarılacağını mı öğretsek?’ demişti. Bana çok tuhaf gelmişti. Bakıyorum da ne kadar doğru bir söz söylemiş. Din değilse devlet, millet değilse insanlar neye sarılacak? AKP iktidarının şu anda gelmiş olduğu nokta müthiş bir kutuplaşma, affedilmeyecek bir nefret söylemi. Özal ve Menderes geleneğine sahip çıktığı yıllardan uzaklaşan bir söylem. Bence bugün AKP, Özal’la olan bağını kopardı. Özal’ın kucaklayıcılığı yok. İktidar eleştirisi o zaman da vardı. Emin Çölaşan ‘Özal nereye koşuyor' kitabını yazmıştı, kötü bir kitaptı. Ama Boğaziçi’ndeki öğrenciler bile o kitabı o zaman sevmişlerdi. Demokrasiler böyle, size birileri o kitabı yazabilir. Ama Özal kötücül şeyleri çoğaltmadı. Kendisi hep konuşulabilen ve uzlaşmacı bir lider oldu. Doğrusu ben o tarihten sonra uzlaşmacı olmayan bir siyasetin Türkiye’de kazanamayacağını düşünüyordum. Yanıldım. Uzlaşmacı olmayan bir siyaset bugün kazandı. Bunun kökenlerinin ne olduğunu anlamak lazım. Ama bu nereye kadar devam eder? Hâlâ ben uzlaşmacı olmayan bir siyasetin uzun vadede Türkiye’de kazanmayacağını düşünüyorum. Belki bunu arzuluyorum. Ama bu şekilde, bu kadar gerilimle gitmesi çok zor. Sadece cumhuriyet sınıfları, azınlıklar değil, bugün herkes kendini rencide edilmiş, haysiyetiyle oynanmış hissediyor. O tekmeleyen müşavir var ya, biraz hepimizin hissettiği duygu. Hepimiz tekmelenmiş hissediyoruz.

* * *
CÇ: AK Parti o kucaklayıcılıktan neden vazgeçti? Hem de bu kadar güçlüyken. İktidarı zor fethettiler ve kaybetmemek için kutuplaştırma üzerinden sertleştiler, öyle mi?
NG: Demek ki fethetmemişler ki asabiler diken üstündeymişçesine. Önemli olan, asker vesayeti sonrası, devletin kimsenin malı olmadığını Türkiye’nin öğrenmesi lazım. Onun için anayasa yazımı çok önemliydi, hukukun bağımsızlığı, bürokrasinin kalıcılığı önemli. Bu yanılgıya cumhuriyet seçkinleri de düştü, sanki cumhuriyetin doğal sahipleri onlardı. Biz bunun öyle olmadığını söyleyen kişileriz, cumhuriyeti paylaşmak istedik. Ama şu an ‘Sadece benim olsun’ diyen bir taraf var. Benim mühendisler üzerine yazdığım ve sol için geliştirdiğim ‘tek aktör patolojisi’nin yeni bir tezahürü.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp