Top
Eyüp Can

Eyüp Can

eyup.can@radikal.com.tr

14/05/2014

Türkiye'de basın özgürlüğü var çünkü...

Bir tartışmadır gidiyor…

Türkiye’de basın özgürlüğü var mı yok mu? Hemen söyleyeyim…

Benim cevabım, Türkiye’de basın özgürlüğü tüm sorunlarımıza rağmen var.

Neden mi?

Cevabı yazının sonunda, yazı bana ait değil ama lütfen sabırla okuyun.

Akşam gazetesinde yazılarını ilgiyle okuduğum Gönül Tol Washington’da Ortadoğu Enstitüsü’nün Türkiye Çalışmaları Direktörü.

Ak Parti hükümetine bırakın kategorik karşı olmayı, çoğu zaman politikalarını destekleyen gayet analitik yazılar yazıyor.

Önceki gün gazetesine bir yazı göndermiş. Başlığı: Freedom House, Yahudiler ve düşündürdükleri…

Aslına bakarsanız yazı Freedom House’un yapısını, bağlantılarını ve Türkiye’de basın özgürlüğü olmadığına dair raporunu eleştiriyor.

Fakat yazısının sonunda Freedom House’un raporunu test etmek istiyor.

Nasıl anlayacağız Türkiye’de basın özgürlüğü olup olmadığını?

Şöyle bir not düşüyor:
"Eğer bu yazı editöre takılmadan, olduğu gibi yayımlanırsa Türkiye’de basın özgürlüğü Freedom House’un rapor ettiğinden biraz daha iyi olabilir."

Basit, fazlasıyla kişisel ama akıllıca.

Peki sonuç?

Dilerseniz önce yazıyı okuyalım…

* * *
Freedom House raporunu test eden o yazı

"Freedom House, raporunda, Türkiye’yi basın özgürlüğünün olmadığı ülkeler haritasına konumlandırdı. Freedom House bir sivil toplum örgütü. Tanımı gereği ‘sivil’ olması, yani siyasi otoritenin kontrolünden bağımsız işlemesi gerekiyor. Fakat bütçesinin büyük kısmı Amerikan hükümeti tarafından karşılanıyor. Sivil toplum örgütleri hükümetlerden proje bazlı fon alır. Bu, prensipte sorunlu olmasına rağmen kabul edilebilir bir durum haline geldi. Fakat Freedom House’u bir sivil toplum örgütü olarak sıkıntılı yapan en önemli faktör yönetim kurulunda hükümet yetkililerinin olması. Raporlarını yazarken, verilerini toplarken kullandığı bilimsel yöntem de bazı siyasetbilimciler tarafından sistematik bulunmuyor.

Freedom House ve yayımladığı raporlar bütün bunlar yüzünden eleştirilebilir, eleştiriliyor da. Fakat Türkiye’de bazı çevrelerin yaptığı gibi raporu başkanının Yahudi kimliği üzerinden eleştirmek bambaşka bir şey. Her şeyden önce rapora bu kadar şiddetli tepki verilmiş olması tam da raporun hararetle karşı çıkılan ‘Türkiye’de farklı fikirlere toleransın olmadığı’ bulgusunu destekler nitelikte. Fakat rapora yöneltilen eleştirinin kişinin doğarken miras aldığı ve çoğu kez gelişiminde çok az rol oynadığı (primordial) dini kimliğinin üzerinden yapılması Türk siyasi kültürünün her şeyi kimlik perspektifinden gören ve çok daha problemli olan yanına işaret ediyor. Bu bakış açısı, insanın sahip olduğu tüm fikirlerin, verdiği tüm kararların, yaptığı tüm seçimlerin altında değişmez, kaskatı bir etnik ya da dini kimliğin olduğunu varsayıyor. Bu anlayışa göre Freedom House’un başkanı David Kramer dünyaya bakış açısını asla değiştirmeyecek. Çünkü yaptığı her şeyi belirleyen ve değişmeyecek olan Yahudiliği. Niyetim Kramer’ı savunmak, onun kişiliğine dair bir analiz yapmak değil. Yapmaya çalıştığım bu tür dogmatik düşünme şeklinin demokrasi kültürüne vurduğu darbeyi anlatmak. Karşısındakini böyle gören zihniyet bu varsayıma kendinden yola çıkarak varıyor. Kendisi de dünyayı içine doğduğu kimlik üzerinden görüyor; tüm kararlarını, siyasi duruşunu, dünya görüşünü devraldığı bu kimlik üzerinden belirliyor. Bu bakış açısı kendi ait olduğu grubun dışındaki herkesi ötekileştiriyor ve kendi varlığına tehdit sayıyor. Dünyayı içinden çıkılmaz, sonsuz bir ‘biz ve bizden olmayanlar’ ikilemine hapsediyor. Onlarca yıl Türkiye’de Kürt meselesinin çözülememesinin, Alevilerin ötekileştirilmesinin, o her fırsatta şikâyet ettiğimiz Batı’daki İslam korkusunun altında insanları değişmez, dönüşmez etnik ve dini kimliklere indirgeyen bu bakış açısı yatıyor.

Oysa gerçek demokrasi bu katı sınıflandırmaları reddeder; düşünen, muhakeme eden, yaşadıklarından öğrenen ve siyasi duruşunu, dünya görüşünü tüm bunların ışığında belirleyen insanlar ister. Farklı toplumsal gruplar arasında demokratik diyaloğun olabilmesi için bu katı kimlik kalıplarının içinden çıkabilmek ve bu kalıpların dışında ortak bir müştereğin olabileceğine inanmak gerek. Bunun içinse katı kimliklere hapsolmuş, ötekileştirici, dışlayıcı söylemden kurtulmak şart.

Freedom House’a dönelim.

Kurumun, faaliyetlerinin, yayımladığı raporların pek çok sorunlu tarafı var. Başkanının Yahudi olması bunlardan biri değil. Dilerseniz raporu test edelim.

Eğer bu yazı editöre takılmadan, olduğu gibi yayımlanırsa Türkiye’de basın özgürlüğü Freedom House’un rapor ettiğinden biraz daha iyi olabilir."

Yayımlandı mı?

Maalesef yayımlanmadı.

Ama ben hâlâ Türkiye’nin Freedom House’un iddia ettiği gibi ‘basın özgürlüğünün hiç olmadığı ülkeler kategorisinde’ olduğunu düşünmüyorum.

Çünkü Gönül Tol’un gazetesinde yayımlanmayan yazısını ben sosyal medyada okudum. Belki gazetesi bu iyi niyetli minik testi geçemedi…

Ama Türkiye’de ister dijital ister konvansiyonel her şeye rağmen direnen çok canlı bir medya ortamı var.

Ve siz o yazıyı şu an buradan okuyabiliyorsunuz…

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp