Top
28/05/2014

Konuşturmadı!

4 yaşında ayrılmıştı memleketinden. Pek değil, hiç bilmiyordu. Nasıl bir yerdir, ne yerler, ne içerler, nasıl yaşarlar, hiçbir fikri yoktu. Şivesi de olmamıştı. Baba, hayat gailesiyle ekmek derdinde sürüklemişti onları ve çok uzaklaşmışlardı. Geri dönmesi de, ara sıra ziyarete gitmesi de zor olan yerlere, yani uzaklara gelmişti. Buralara memleketim demiyordu, ama aslında demek istiyordu.
Küçüklükte etrafında O’nu yüreklendiren, “olsun kuzum” diyen, ara sıra kaçamak yapacağı halası, amcası, dayısı, dedesi yoktu. İlkokul sırasına ilk oturduğunda ağlamadı ama pek yalnız hissetti kendini! Sokakta oynayıp da adını bilmediği çocukların annelerinden salçalı ekmek uzatanlar da, onun adını, ailesini bilmiyordu. Kendi annesi de pek dışarı çıkmıyor ya da çıkacak kadar zaman bulamıyordu. “Aman çıkacam da n’olacak” deyip, babasına para harcatmamaya çalışıyordu. Kadıncağızın denizi görmüşlüğü yoktu, dünya gözüyle…
Tatsız tuzsuz büyümüştü ya, çok okumamıştı. Yanına verildiği ustaları da pek benimsememişti. İş bakmış ama meslek öğrenemediğinden, biraz da içinden gelmediğinden dolayı dikiş tutturamamıştı.

Bir Anadolu ilçesinde araba yıkatırken karşılaştık. Dükkan komşusuymuş. Sohbet tatlılaştı. Sorular sormaya başladı, gerçekten öğrenmek istedi. Sonra, aklına bir şey geldi. Vazgeçti bu hoş sohbetten… “Öyle olmuş, böyle demiş” cümlelerine girişti. “Peki sen bu işe şahit oldun mu?” gibi irdeleyici sorularda rahatsızlığı nüksetti. Soru cümlelerinin ortalarındaki virgüllerden sonra geleceklere bile tahammül edemeden, sanki öyle söylemişim gibi “sanal” bir muhataba üstünlük çabasına kalkıştı. Sorular öğrenmek amacında ve sakinliğinde olmasına, içinde eser miktarda dahi kışkırtıcılık olmamasına dair özen gösterilmesine karşın; O hiddetlenmeye başladı.
Bir an, futbol fanatikliğinden bahsettiğimiz şüphesi doğdu. Kim olduğumu bilmeden, ezber cümlelerle (Fransızca kökenli bir kelime ile) “elitist” olarak niteledi. Özünden kopmuş, o özü yaşayamamış nevinden sözlerle yaklaştı. Konuşturmadı. Karşısındaki “sanal” kişinin konuşması, düşünülemezdi ya; onun için söz hakkı tanımadı.
Kendini anlatmak değildi mesele! Birlikte konuşmaktı. Esnaf çocuğu olup babasına yük olmak istemediğinden dolayı yatılı okuyan, üniversiteyi; çalışıp kendi harçlığını kazanarak bitiren, bir ayağı toprağından hiç ayrılmayan biriyle konuştuğunu dinleyecek kadar sabra sahip değildi. Ötekileştirdiğinde fark etmedi ama, sohbeti bilinçsizce çarpıttı.
Ortadaki iletişim; taa ilkokulda öğrenmek için çaba sarf etmeyenle, azim gösterip çaba sarf eden arasındaki mücadele idi. Ancak O, ısrarla başka kalıplara çekti.

Bu örnekler pek çok kez yaşanır oldu. Köyden beslediğimiz kültür, eksen değiştirdi. Öyle ya; uzun zamandır şarkı-türkü mırıldanmayı, şiir okumayı, dinlemeyi, hoş bakmayı, ağaca yaslanmayı ve nokta işaretini beklemeyi unutalı beri; ötekileşmekten birbirimizi alamıyoruz. Şehirli olduk. Bireysel üretim odaklı yaşamımız, toplu tüketim odaklı halini aldı. Bu yeni eksene özel bir kültürün gerektiği anlaşılamadı. O kültürü besleyecek sanat ve bilimin tasarlanması, güçlendirilmesi hep unutuldu.
Şehirleşme sürecinin dış etkenlerden arınması, insanın şehre köklerini yayması için bilim ve sanat güçlenmeli elbette! Bir toplum yapısından bahsedebilmek için gerekenlerden “karşılıklı anlaşılabilirlik” ise; bir maya olarak itinayla muhafaza edilmeli!

Ve sanat…
Doğrudanlaşmalı ve günün içinde ağırlık kazanmalı! İnsanların sıklıkla karşılaşması sağlanmalı! Sağlanmalı ki; sahnede izlediği ile kendisini kıyaslayabilsin, kendini farklı açılardan düşünmeye, kimi davranışlarını yeniden değerlendirmeye olanağı olsun. İllâ salonlara hapsolmamalı sanat! Kıraathanelere bile girmeli belki de…
Devlet; sanat kurumlarını, daima halkının arasında tutup, güçlendirmeli! İşte Şu günlerde 27 Mayıs’ta Tunceli, 28 Mayıs’ta Bingöl, 30 Mayıs’ta Erzurum ve 31 Mayıs’ta Erzincan’ı karış karış gezen Samsun Devlet Opera ve Balesi ile Karaman ve Aksaray’ın sonrasında 31 Mayıs’ta Nevşehir ile buluşacak olan Mersin Devlet Opera ve Balesi gibi çalışkan örneklerini çoğaltmalı, desteklemeli, yüreklendirmeli ve yalnız bırakmamalı!

Bir de, denize düşen toplumun sarıldığı TV ve internetin doğru kullanımına dair konulara çeki düzen verilip, “Yeni Medya Okuryazarlığı” vb. gibi sohbetler ağırlıkta olmalı! Tekrar konuşabilmek için, aynı kültürü solumak gerektiği ise; katiyen unutulmamalı…
Unutulmamalı ki, gereken kültürel atılımlar atılmalı ki; aynı fikirde olmasak da, şöyle karşı karşıya geçip konuşabilelim…

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp