Top
21/02/2016

İçinde kaybolmaya değer bir çember

Türkiye’nin üzerindeki kara bulutları bir türlü dağıtamadığı zamanlarda, Sakıp Sabancı Müzesi ‘bize iyi gelecek’ sergiler düzenlemeyi sürdürüyor. Geçen eylülde İstanbul Bienali ile eş zamanlı olarak açılan ‘ZERO. Geleceğe Geri Sayım’ın hemen ardından bu akımın en önemli ismi Heinz Mack’ı anlatan bir başka sergi açıldı. ‘MACK. Sadece Işık ve Renk’ adlı bu sergi, Zero grubunun kurucusu olan bu çok yönlü sanatçıyı tanımak, uzun soluklu bir sanat kariyerinin ulaşabileceği sınırları görebilmek bakımından önemli fırsatlar sunuyor.

‘ELLERİYLE’ ÇALIŞAN, ESKİ USTALARIN GELENEĞİNİ YAŞATAN SANATÇI!
Heinz Mack’ı, Zero sergisinde bizzat tanıma fırsatı bulmuş, kendisiyle de söyleşi yapmıştım. Sergiyle birlikte Sabancı Müzesi’nin terasında yükselen altın sütunlar, gerçekten de görkemiyle bütün diğer işlerle rekabet edebilecek nitelikteydi. Heinz Mack ise sütunların yansımasını Venedik’in büyük kanalından sonra Boğaziçi’nin sularında da görmekten çok mutluydu. Kendisinin nasıl da enerjik ve çok yönlü bir sanatçı olduğunu ise geçen ay Düsseldorf’taki stüdyosuna yaptığımız ziyarette anladım.

Heinz Mack, bahçesinde anıtsal heykellerin olduğu büyük depoların içinde belki de yüzlerce eserini titizlikle koruyor. Daha sonra ziyaret ettiğimiz galerisinde de gördüğümüz gibi, işleri yüzbinlerce euro’ya satılan bir sanatçı o. Bu durum onun hiç durmadan üretmesini ve eserlerinin çoğunu kendine saklamasını engellemiyor, belki de kolaylaştırıyor. Mack’ın 17. yüzyıldan kalma çiftlik yapılarından oluşan evini ve stüdyosunu gezerken, entelektüelizme ve zenaatkarlığa, yani sanatsal kariyeri oluşturan temel iki meseleye de neredeyse eşit oranda ağırlık veren bir sanatçının dünyasına tanıklık ettik. Mack, başında saatler geçirdiği piyanosunun bulunduğu salonunda entelektüellerin, siyasetçi ve yazarların katıldığı sabahlara kadar süren sohbetlere ev sahipliği yapmakla övünüyor. Ahşap ve metal işleme aletlerinin de bulunduğu büyük atölyesi ise her işini kendi yapan bir sanatçıyı anlatıyor. Sergiyi hazırlayan iki küratörden biri olan Dr. Nazan Ölçer de buna işaret ediyor ve Mack’ın ‘elleriyle’ çalışan, kendi malzemesini üreten eski ustaların geleneğini yaşatan son sanatçılardan biri olduğunu anlatıyor. Nitekim 84 yaşındaki Heinz Mack, önünde bize poz verdiği devasa mermer heykeli altı ay kadar önce nasıl oyup tamamladığını anlatırken tam da bunun altını çiziyor.

DÜNYANIN ACIMASIZLIĞINA KARŞI GÜZELLİĞİ ÖNE ÇIKARIYOR

Altmış yıllık kariyerine baktığında “Benim işlerim dünyadaki acımasızlığa karşı güzelliği öne çıkartır” diyor Heinz Mack. İstanbul’daki kişisel sergisi tam da bu sözüne uygun biçimde rengahenk başlıyor. Zero’nun monokrom arayışlarından çok farklı, canlı renklerin birlikteliğinden oluşan soyut kompozisyonlar, ikilemeler ve hatta renkli heykellerden oluşan bir dünya ile karşılaşıyoruz. ‘Mack. Sadece Işık ve Renk’, sanatçının yüze yakın eserini kapsayan büyük bir sergi. Sergiyi Nazan Ölçer, ünlü İngiliz sanat tarihçisi Sir Norman Rosenthal ile birlikte hazırlamış. Sergi, içeriği kadar sanatçının farklı dönemleri, farklı malzemeleri arasındaki etkileşimi görünür kılan akıcı sergileme biçimiyle de dikkat çekiyor.

BENZERSİZ BİR TECRÜBE SUNUYOR
Sergide Mack’ın neredeyse her tür işi yer alıyor. Resimlerindeki ay figürleri mermer heykellere dönüşerek bir kez daha karşımıza çıkıyor mesela. Heinz Mack’ın 1958 tarihli ilk işleri 2014 tarihli çok benzer resim ve 2016 tarihli heykelleriyle birlikte sergileniyor. Bu eser çeşitliliği bize bir sanatçının kendi temalarına sadakati; çıkış noktası aynı olsa bile malzeme, figür, renkle ulaştığı çeşitlilik ve deneyselliği hakkında benzersiz bir tecrübe edinme olanağı sunuyor. İlk kattan aşağıya inerken merdiven başında Heinz Mack’ın efsaneleşmiş çalışmalarından biri, ‘land art’ın öncü işleri arasında sayılan Sahra Çölü’ndeki performansının videosunu izliyoruz. Bu görüntü bizi aşağıda karşılaşacağımız ‘çöl kumuna’ hazırlıyor. Birkaç adım sonra görüyoruz ki çöl, bizzat kumuyla sergi salonuna uzanmış Mack’ın 60’larda Sahra kumu kullanarak gerçekleştirdiği rölyef ve resimlere eşlik ediyor.

SAHRA’NIN SERAPLARI GİBİ...


Işık, alev, yansımalar, Sahra’nın serapları gibi bir varolup bir kayboluyor SSM’nin salonlarında... Işık bazen bir alev formunda heykele dönüşüyor, bazen buzlu camların, parlak metal levhaların arasında yanıp sönerek, kırılıp parçalanıp akarak izleyiciyle buluşuyor. Çöl kumları, ışığın yansımaları, optik oyunlarla kurduğu dünya, en alt kattaki tek bir işte, büyük ve yalın kum enstalasyonuyla somutlaşıyor. Bu işi kuşatan siyah beyaz kağıt üstüne mürekkeple yaptığı desenler, sanatçının hem yerdeki ışıltıyla kurduğu tezat ile bütünsel bir etki yaratıyor hem de sık sık ifade ettiği doğu sanatlarına yönelik ilgisine bir ilmek atıyor.

DANS EDEN HEYKELLER

En son gördüğümüz ışıklı mekanik heykeller ise bizi tekrar Zero dünyasına götürüyor. 1966’da ya da 70’te yapılmış, 2000’lerde tekrar gerçekleştirilmiş ışık küpleri, elektrikli aksesuarlar, aliminyumun, ahşabın, aynaların, plastiğin iç içe geçtiği; yanıp sönen göz kırpan dans eden heykeller… ‘Kinetik’ başlıklı bu bölüm bizi neşelendiren Zero ruhunun ta kendisi.
Rothkovari modernist anlayışlarla başlayıp hınzır deneysel Zero ruhuna bağlanan, neşeli ve tam da sanatçının ömrünü adadığı gibi ‘güzel’ bir çember kuruyor bu sergi. İçinde dolaşıp durmaya, mümkünse kaybolmaya değer bir çember. Karanlık bulutları dağıtmak için kendini güzelliğe yönlendirmiş bir büyük sanatçının dünyası…

Tahincioğlu sponsorluğunda açılan bu önemli sergi 17 Temmuz’a kadar Sabancı Müzesi’nde.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp