Top
Bahar Çuhadar

Bahar Çuhadar

bahar.cuhadar@radikal.com.tr

14/11/2015

Hikâye dediğin tam da böyle anlatılır!

Tiyatro bir ‘anlatı sanatıysa’ eğer, Tiyatrotem memlekette bu işi hakkını en iyi vererek yapan isimlerin başında geliyor. Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın basit dekor ve kostüm dokunuşlarıyla anlattıkları öyküleri dinlemeye doyamazsınız. Bazen bir mahalleden bazen klasik bir masaldan, bazen bildik bir tiyatro metni üzerinden kurarlar dünyalarını ve size hakikatten tencerinin dibini de kazıma hissi verecek kıvamda yemekler pişirirler sahnede. En azından ben, şu ana dek gördüğüm her oyunlarından bu hislerle ayrılmışımdır.
Bu kez bu hisleri  ‘Dünyanın Yemeği’ ile yaşattı ikili. Bir kere daha “Hikâye dediğin böyle anlatılır işte!” kıvamında bir işle çıkıyorlar sahneye. Sahnede Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş’ın haricinde iki ahşap çıta arasına gerilmiş bir gölge oyunu perdesi, iki küçük spot ışığı, iki kukla, ve öykünün anlarını tasvir eden şekillerde kesilmiş onlarca karton var. Bu kadar. Bu basit düzenekleri (Yani aslında ‘son teknolojiyi kullandıkları’ sistemleri!) ve hikâye anlatmadaki maharetli üsluplarıyla, sizi bir saatlik bir serüvenin içine çekiyorlar. 

HEM BÜYÜKLERE, HEM KÜÇÜKLERE FOKUR FOKUR BİR HİKÂYE
‘Dünyanın Yemeği’ hem büyüklere, hem küçüklere hitap eden bir oyun. Ben Moda Sahnesi’nin küçük salonunda, 5-10 yaş arasındaki çocuklardan başlayıp çeşitli yaşlardaki yetişkinlere uzanan bir toplulukla izledim. Hem büyüklerin hem de çocukların nasıl eğlendiğini, oyunun küçük küçük göndermelerinin, esprilerinin çocuklarda da yetişkinlerde de nasıl ayrı ayrı karşılık buluğuna tanıklık etmiş oldum.
“Bol haşlamalı, fesleğenli, piyazlı, fokur fokur bir hikâye” dinlediğimiz. Bir saraya ve o sarayın kaprisli, obur, doymak nedir bilmez, bencil, yani kısaca hep bildiğimiz türden bir kralı için yemekler pişen mutfağa giriş yapıyoruz. Kralın canı ille de “Hörşey” yemek istiyor ve aşçı da bir türlü tatmin olmayan kralın sonsuz istekleri peşinde dev maceralara atılıyor. Kralın emri kesin çünkü: Haytakırlı, şişikoşaklı, fülfüllü hörşey! Aşçımızın, ne yeri ne de zamanı olan bu üç malzemenin peşinde; denizlerin derinliklerinden uzayın sonsuzluğuna, upuzun tünellerden dağların keskin zirvelerine, tren yollarından balonlara, ağaç tepelerinden dev balinaların karnına girip çıkmadığı delik kalmıyor. O esnada seyirci gözlerini bir gölge perdesine dikmiş, nefesini tutmuş aşçıyla birlikte kocaman bir dünya seyahatinde buluyor kendini. Yolculuğun üç ayrı aşamasında Jules Verne’in ‘Balonla Beş Hafta’, ‘Denizler Altında Yirmi Bin Fersah’ ve ‘Dünyanın Merkezine Seyahat’ romanlarına tatlı göndermeler var.

‘Dünyanın Yemeği’ sadece iyi bir anlatı tiyatrosu örneği olduğu ve seyircisini öykünün içinde sürüklemeyi becerdiği değil; aynı zamanda nefis bir çocuk oyunu örneği olduğu için de kıymetli. Çocukların bile korktuğu tuhaf tuhaf kostümler, abartılı tonlamalar, yapay dekorlar olmadan da onların hayal dünyasına balıklama bir dalış yapabildiği için kıymetli. Oyunu birlikte izlediğim iPad neslini; bir perde, biraz ışık, iki kukla ve birkaç kağıt parçasına bakarak heyecan içinde bırakmayı başardığı için çok çok kıymetli.
Etrafınızda 5 yaş ve üstü çocuk varsa birlikte gidin. Olmadı yalnız gidin; ‘haytakır, şişinkoşak, ve fülfül’ peşinde koşarken bir saatcik olsun kendinizi iyi hissetmenin tadına varın.

‘Dünyanın Yemeği’ 28 Kasım Cumartesi, saat 13.00’te Moda Sahnesi’nde.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp