Top
20/08/2023

Büyümemiş çocuklar

1999 Gölcük depremi sonrasında bir gün rahmetli Memduh Yasa’yı ziyaret ettiğimde çok üzüntülü olduğunu gördüm. O sırada televizyonda haber saati vardı ve peş peşe ekrana çıkan, çoğu akademik ünvanlı uzman, insanları gelecek büyük bir deprem için korkutmakla meşguldü. Hoca bana; “Şu insanları görüyor musun? Sözde bunlar ülkemizin deprem konularında önde gelen uzmanları… İnsanları korkutmaktan zevk alıyorlar, felaket senaryolarıyla insanların ruh sağlığını bozuyorlar. Bunlar ne yazık ki ünvanları ile bağdaşmayan küçük çocuklar, insanları korku ile terbiye etmeyi marifet sanıyorlar.”  dedi.   

Çok uzun yıllar saygın bir hoca olarak üniversitelerde ders veren, tanıdığım çoğu kişinin öğrencisi olmakla gurur duyduğu bir hocanın üzüntüsünü anlamamak mümkün değildi. Çok az sayıda bilim insanı öneriler yapıyor, çoğu ise gösteri peşindeydi. 

O günden beri benzer konuşmalara şahit olunca aklıma hep rahmetli hocam gelir. Teşhisinin ne kadar gerçekçi olduğunu düşünürüm. Ülkemizdeki çoğu bilim insanı tanınmanın tek yolunun hemen her şeye karşı muhalefet etmek olduğunu düşünür. Kâtip Çelebi’nin yüz yıllar önce söylediği “Muhalefet et, meşhur olursun” sözü anlaşılan boşa söylenmemiş geçerliliğini her daim korumaktadır. Elbette bir bilim insanının yanlışları söylemesi ve neler yapılması gerektiği konusunda da düşüncelerini ve önerilerini açıklaması gerekir. Sırf muhalefet etmek için muhalefet etmek kişiyi yüceltmez bir süre sonra tahammül edilmez, inanılmaz biri hâline gelmesine yol açar. 

Narsizm ve meslek ahlakı 

Narsizm denilen bir hastalık vardır. Bazı kişiler yalnızca kendilerini sever ve kendileri dışında hiç kimseyi düşünmezler. Başkalarının kaygıları, korkuları onları hiç mi hiç alakadar etmez. Kendilerine hayran olup, etraflarındaki insanları küçük görürler. Küçük dağları bir yana bırakın büyük dağların yaratıcıları olsalar bile tatmin olmazlar. Bazıları bu büyüklenmelerinin yanı sıra büyümemiş birer çocuk gibi insanları korkutmaktan hoşlanırlar, sanırım bundan da büyük bir zevk almaktadırlar. Bu söylemlerin bazılarının insanları korkutarak paniğe sevk etmekte olduğunu hiç düşünmezler. Bazıları da panik içinde doğru karar vermelerinin önüne geçerek satışa sunulan bazı malları almalarına yol açan gayriahlaki yöntemlere başvurmaktan kaçınmazlar. 

Toplumda “Hoca” olarak saygın bir yeri olan bilim insanları ağızlarından çıkan söze çok dikkat etmek zorundadırlar. Onlar bulundukları pozisyon, ülkenin onlara verdiği ünvan nedeniyle her aklına geleni söyleyen insanlar olmamalı, mesleklerinin saygınlığına şüphe düşürmemelidirler. 

Özgür düşünce  

Elbette bildiklerini ve endişelerini toplum ile paylaşmak hakkına sahiptirler, bunun da ötesinde mecburiyetindedirler. Hepimiz düşüncelerimizi ve gelecek konusundaki fikirlerimizi söylemek özgürlüğüne sahibiz, aynı fikirde olmasak da her insanın düşüncelerini özgürce dile getirme hakkı olduğuna inanır ve bu hakkı özgürce kullanması için her tür desteği veririm. Ancak topluma korku saran ve sık sık tekrar edilen sözleri kabul etmek mümkün değildir. 

İstanbul’u terk edelim mi?  

8 Ağustos 2023 günkü gazetemizin ilk sayfasındaki  haber pek çok kişinin beni aramasına sebep oldu. “Biz de İstanbul’u terk edelim mi?” diye sordular. “Oturun oturduğunuz yerde! İstanbul Anadolu’nun pek çok şehri gibi deprem kuşağı üzerindedir, buna karşın binlerce yıldır bu şehirlerde insanlar yaşamakta ve yaşamaya da devam edeceklerdir. İstanbul’un yanı sıra Anadolu’yu mu boşaltacağız? Nereye gidiyorsunuz? Yapınızın güvenli olup olmadığını araştırın, gerekli ise onu onarın!”  diye cevap verdim. Deprem korkusunu bu kadar abartıp, insanları paniğe sevk etmeye kimin hakkı var?  

Bu sözleri ünvan sahibi olmayan bir insan söylese gülüp geçeriz. Biraz  

ağır olacak ama Anadolu’da bir tabir  vardır; “Delidir ne söylese yeridir.” Ne oldu bize herkes mi aklını yitirdi? Korku atmosferi yaratmanın ve bunu körüklemenin ne anlamı var? Unutmayalım bizim İstiklal Marşımız “Korkma!” diye başlıyor. Kimsenin  bizleri korkutmasına prim vermeyelim. 

Bilim insanları problemleri büyütmez  

Bilim insanları teşhis ettikleri konuları günün olanakları içinde çözmek, çözüm için önerileri geliştirmekle yükümlüdürler. Teşhislerinin doğruluğunun yanı sıra çözümlerinin de aklın sınırları içinde ve gerçekçi olması gerekir. Çoğu kez çözülemeyen konular için akla fikre sığmayan öneriler geliştirilmiş ve problemler çözümsüz kalmıştır. 

Anadolu coğrafyası gibi binlerce yıldır deprem riski altında varlığını sürdüren bir bölge için, “Yakında deprem olacak!”  demek bir marifet olmadığı gibi bilim insanlarına yakışan bir söz de değildir. Ülkemiz ve yakın çevresinde  2021 yılında 20.277 adet deprem gerçekleştiği tespit edilmiştir. Bu da günde ortalama 55-56 adet deprem olduğunu gösterir. Bu durum da “Deprem olacak!” demenin hiçbir anlamı olmadığını zaten olmakta olduğunu göstermektedir. Bu depremlerin çoğunun farkında olmayız, çünkü  büyüklükleri bizi etkileyecek kadar değildir. 

Dünyada deprem konusundaki birikimi kabul edilmiş United States Geological Survey’e göre 2022 yılında deprem aktivitesi 2021 yılına göre daha azdır. Geçmiş depremler değerlendirildiğinde, dünyada yılda ortalama 18 adet 7.0-7.9 büyüklüğünde deprem meydana geldiği 8.0 ve üzerinde yalnızca bir deprem olduğu tespit edilmiştir. Bu tespitler ışığında insanlarımızı bu kadar korkutmanın altında yatan neden nedir? Anlamakta güçlük çekiyorum.  Meşhur olmak bu kadar gerekli mi? 

Doğru yapı yapmak  

Deprem bazı coğrafyalarda yaşayan insanları binlerce yıldır tehdit etmektedir. Bu ülkede yaşamaya devam edeceksek tek yapılacak şey güvenli yapı yapmaktır. Kanunlarla, yazılı kurallarla güvenli yapı yapmak mümkün değildir, sonuçta iş en az eğitimli amelenin, az çok eğitimli ya da deneyimli ustanın eline kalmaktadır. Hemen her yıl mezun olan çok sayıda mimar ve mühendisin büyük bir kısmının yapı yapma deneyimi yoktur. Proje çizmeyi mimarlık, hesap yapmayı mühendislik sanmaktadırlar. Çünkü aldıkları eğitim onları bu tür bir çalışmaya sevk etmektedir. Son yıllarda gelişen bilgisayar programları ise işlerini kolaylaştırmakta, kendilerine sunulan arazinin genel yapısı, zeminin taşıma katsayısı ve benzeri verilerin doğruluğunu kabul etmekte, hiçbir surette gerçekliğini tahkik etme zahmetine katlanmamaktadırlar. Zaten bunun için zamanları da yoktur, meslek odalarının belirlediği asgari ücretle yaptıkları projeler daha ruhsat aşamasında iken aldıkları ücret bitmekte, yeni bir iş almak mecburiyetinde kalmaktadırlar. 

Yapılması gereken denetimi artırmak değil, meslek ahlakının getirdiği sorumluluğun farkına varılmasını sağlamak, herkesin işini en mükemmel şekilde yapacağı bir ahlaki sistemin yerleşmesi için çalışmak, doğruları dile getirmektir. 

Deprem insanları öldürmez, insanlarımızın kaybına neden olan bizim yaptığımız yapılardır. Suçu başka bir yerde aramak, gelecekte daha büyük kayıplara neden olacaktır. Aklımızı  başımıza toplayıp doğru düzgün yapılar yapmayı öğrenmemiz ve öğretmemiz gerekiyor. Depremde çöken bazı yapıların altında onu yapan müteahhit ve teknik elemanların hayatlarını kaybettiklerini görünce “Bu kadar cüretkâr davranışın bedeli bu olmamalı!”  diye düşünmekteyim. Hemen herkesin depremi vesile ederek insanları korkuttuğu bir haberde sağlıklı önerilerde bulunan ama ne yazık ki azınlıkta kalan Prof. Dr. Şerif Barış hocamı kutlar, onun söylemlerinin dikkate alınmasını dilerim. Bunca felaket tellalının söylemlerine karşın geçen günlerde televizyonda izlediğim Dr. Ramazan Demirtaş’a da yaptığı bilimsel açıklamalar için teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Ne yazık ki yüzlerce yıl boyunca olduğu gibi “Doğruyu söyleyen dokuz köyden kovuluyor.”  Popülist söylemlerin ise her zaman müşterisi var. 

“Şöhret olmak bu kadar ucuz olmamalı?” 

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları