Top
18/02/2024

Ötekini kovmak

“Hiçbir savunma aynının çoğalmasını engelleyemez.” Byung-Chul Han 

1959 yılında Seul’de doğan Byung-Chul Han, 1980 yılında Almanya’ya yerleşir. Freiburg ve Münih’te felsefe, Alman edebiyatı ve Katolik teolojisi okur. Daha sonraki dönemlerinde etik, kültür kuramı, estetik, din, medya kuramı, popüler kültür, kültürlerarası felsefe, iktidar, neoliberalizm, kapitalizm gibi konulara yönelerek bu konular üzerinde teoriler geliştirir. Byung-Chul Han günümüzün en çok okunan kültür teorisyenleri arasındadır. 

‘Aynının Terörü’ 

“Ötekini Kovmak” adıyla dilimize çevrilen kitabında benzer konuları kısa bölümler hâlinde işlemiş. Özellikle “Aynının Terörü” başlıklı bölüm çok ilginç. “Ötekinin var olduğu zamanlar sona erdi. Gizem olarak öteki, baştan çıkarma olarak öteki, Eros, arzu, cehennem ve acı olarak öteki ortadan kayboluyor. Bugün, ötekinin negatifliği, yerini aynının pozitifliğine bırakıyor. Aynının aşırı çoğalması, toplumsal gövdeyi etkileyen patolojik değişikliklere sebep oluyor. Bünyeyi hasta eden şey, mahrumiyet ve yasaklama değil, aşırı iletişim ve aşırı tüketim; bastırma ve olumsuzlama değil, her şeye izin verme ve her şeyi olumlamadır. Zamanımızın patolojik alameti bastırma değil, depresyondur. Yıkıcı baskı ötekiden değil, içten gelir.” (s. 7) 

Dünya nüfusu hızla artıyor ve yerküre üzerinde insanlar da hızla yer değiştiriyorlar. Alışkanlıklarımızı, inançlarımızı ve benzeri düşüncelerimizi kendimizle beraber taşıyoruz ama, giderek hızlı bir şekilde öteki yok oluyor ve ortaya yeni bir kültür çıkıyor. Yerleşik çoğunluk bu değişimi önceleri; “Hayatımıza renk geldi, farklı yaşam kültürlerinin tadını alıyoruz” diye algılarken, sonraları; ötekinin yeni katıldığı toplumdaki yerini sağlamlaştırmak ve güvene almak için çok çalıştığını ve bir grup dayanışması yarattığının farkına varıyor. Belirli düzeyde, devlet teminatı altında sürmekte olan hayatını tehdit eden bu çalışma temposu ve kendilerinde pek olmayan dayanışma duygusu eski yerleşikleri tedirgin ediyor. Onları öteki diye ayırmak isterken (ki günümüzde artık bu mümkün değil), problemlerin büyümesine yol açıyor. “Enfeksiyonun sorumlusu, aynıyı istila eden ve antikor oluşumuna yol açan ötekinin negatifliğidir. Kalp krizi ise, aynının fazlalığından, sistemin obezliğinden kaynaklanır. Söz konusu olan bulaşıcılık değil, yağlanmadır. Yağlara karşı antikor oluşmaz. Hiçbir immünolojik savunma aynının çoğalmasını engelleyemez.” (s. 8) 

Aynı çoğalıyor 

Ne yazık ki doğada görülen bu olay son zamanlarda yaşamda da kendini gösteriyor. Aynı çoğalıyor ve aynının çoğalması bir nevi tükenmeyi getiriyor. Çok az sayıda insan farklı şeyler yapmak, farklı düşünceler geliştirmek istiyor. Ama çoğunlukla genç yaşlarda ondan beklenen bu değil. Çoğunlukla aynının tekrarı isteniyor. Çünkü akademisyenlerin büyük bir çoğunluğu farklı şeyler düşündükleri, farklı şeyler yapmaya çalıştıkları için değil, aynıyı tekrar ettikleri için bulundukları pozisyonlara gelmişler. Farklı düşüncelere tahammülleri yok. Bir dönem öğrendikleri, onlar için yeterli; yeni şeyleri araştırmak yeni bir çalışma ortamı içine girmek istemiyorlar. 

“Bir şeyle ilgili deneyime sahip olmak demek ‘onun bizim başımıza gelmesi, bize isabet etmesi, üzerimize çökmesi, bizi altüst etmesi ve dönüştürmesi’ demektir. Deneyimin özü, acıdır. Oysa aynı, acı vermez. Bugün acı, yerini aynıyı devam ettiren ‘beğen-like’a bırakır.” (s. 9) Son yıllarda çoğu kişi ‘WhatsApp’ veya ‘Instagram’ gibi sosyal medya hesaplarından gelen mesajlara veya bilgilendirmelere farkına varmaksızın ‘beğen’ butonuna basarak cevap vermekte, okuduğunun ne olduğunun bile farkında değil. Zaten çoğunlukla gelen yazı değil, bir görüntü veya video; içeriğine tam vakıf olmadan ‘beğen’ butonuna basan kişi aynının tekrarını onayladığının farkına bile varmıyor. 

Küreselin şiddeti ve terörizm 

Kitabın ikinci bölümü “Küreselin Şiddeti ve Terörizm” başlığını taşıyor. 

“Teröristler tarafından ölümün yüceltilmesi ile yaşamı sadece yaşam olarak her ne pahasına olursa olsun uzatmaya çalışan günümüz sağlık histerisi, karşılık olarak birbirine yol açar. El Kaide’nin şu mottosu, bu sistemsel bağlantıya dikkat çeker: ‘Siz yaşamı, biz ölümü seviyoruz.” (s. 18) 

Ölümü seven insanlar nasıl böylesi bir tercihte bulunmaya karar verirler? Bunun için iki yol olduğunu düşünüyorum. Birincisi daha küçük yaşta kendilerine telkin edilen “Bu dünya geçici, esas olan öbür dünya” öğretisidir. Bu yöntem bazı cemaatlerde öylesine etkin olmaktadır ki, yaşamın hiçbir kıymeti kalmamaktadır. Geçmişte pek çok cemaatin, özellikle de Hasan Sabbah’ın müritlerini bu öğreti doğrultusunda eğittiğini bilmekteyiz. Böylesi bir eğitimin ne kadar etkili olduğunu canlı bombaların yaşattığı facialar ile bir kez daha öğrenmekteyiz. Diğer yol ise bu dünyada yaşadığı şartlar nedeniyle bir beklentisi kalmayan insanların din yolunda kendilerini feda ederek gelecek beklentilerini sağlama alma istekleridir. Son zamanlarda paranın devletler yerine bazı insanlarda veya kurumlarda toplanması gerek insanlar gerekse toplumlar arasındaki eşitsizliği büyütmekte, sömürü ve dışlama yaratmaktadır. 

Devletin görevi 

Devletler ister istemez vatandaşlarını koruyup ve kollamakta, onların güvenlik, refah ve beklentilerini karşılamak için çalışmaya gayret etmektedir. Ancak giderek zenginleşen uluslararası kişilerin böyle bir sorumlulukları yoktur. Onların varoluş nedeni; kâr etmek ve elde ettikleri kârı daha da büyütmektir. Gösteri ve prestij sağlamak için yaptıkları bağış ve yardımlar ise sosyal yardım veya daha az ekonomik gücü olan kişilere destek anlamına gelmemektedir. Çünkü, böylesi bir görevleri yoktur, bunu sanki bir lütuf gibi yapmaktadırlar. 

“İnsanın gelecek kaygısı, yabancı düşmanlığına dönüşür. İnsanın kendisi hakkında duyduğu kaygı, kendini yalnızca yabancı düşmanlığı olarak değil, aynı zamanda kendinden nefret etme olarak da gösterir. Korku toplumu ve nefret toplumu birbirine karşılıklı olarak bağımlıdırlar.” (s. 19) 

Bu ülkenin insanları olarak hep birlikte yaşıyoruz gerek sosyal medya gerek yazılı medya gerekse görsel medya toplumumuza sürekli olarak “Korku” enjekte ediyor. Enflasyon, hayat pahalılığı, yabancılar ülkemizi istila etti, sel geliyor, deprem olacak gibi söylemler insanlarımızı büyük bir korkuya sevk ediyor. Bir süre önce, 10 Ağustos 2023 günü meydana gelen Malatya-Yeşilyurt depremi sırasında yıkılan binalardan veya binaların döküntülerinden yaralanan yok. Ama depremin yarattığı korku nedeniyle pencere, balkon gibi yerlerden atlayan yirmi üç kişi hastanelik oldu. Bu gerçek korkunun bedelinin ne kadar ağır olduğunu gösteriyor. Üstelik bu görünen bir durum, ya görülmeyenler? Görülemeyip toplum içinde karşılıklı nefret duygusunun büyümesine neden olan korkular? 

Bir ülkede yaşayan insanlar bu korku dayatmasını bir an önce aşmalıdırlar. Bunun için topluma önderlik eden insanların daha sağduyulu olması gerekir. Korkuyu bir silah gibi değil, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak görmek lazım. Topluma öncülük etmek iddiasında bulunan insanlar hastalıkların yayılmasına değil, onların bir an önce tedavi edilmesini sağlamakla yükümlüdürler. Artık, popülist söylemlerden vazgeçip aklımızı başımıza toplamamızın zamanı geldi de geçiyor. 

“Sorunlar önceden görülürse -ki bu ileriyi görenlerin harcıdır- çözüm getirilmesi kolay olur. Hastalıklar herkesin göreceği derecede genişlerse, artık çare kalmaz.” Niccolò Machiavelli 

* Byung-Chul Han, (Çev. Mustafa Özdemir), Ötekini Kovmak, İstanbul, 2023. 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp