Top
18/01/2023

Ruhları Anlamak; Nanny

Nanny, Yönetmen Nikyatu Jusu’nun ilk uzun metrajlı filmi… Dünya prömiyerini Sundance Film Festivali’nde yapan ve Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan film, ilk korku-gerilim türü olarak da tarihe geçiyor. Filmlerinde daha çok Afrika kökenli kadın karakterlere yer veren ve bu kadınların Amerika’daki yaşamlarında yaşadıkları sorunlara odaklanan yönetmen, Nanny’de de aynı çizgisini koruyor. Filmin senaristliğini de üstlenen Jusu, filmin ilk sahnelerinden itibaren gizem duygusunu koruyor ve anlatı yapısını destekleyen önemli unsurlardan merak duygusunu finale kadar diri tutmayı başarıyor. Bu anlamda korkutucu bir film izlemek yerine, film boyunca ne olacağını merak ettiğimiz bir olay örgüsüyle karşı karşıya kalıyoruz. Oyuncu kadrosuna baktığımızda ise Senegalli oyuncu Anna Diop, Michelle Monaghan, Rose Decker, Sinqua Walls ve Morgan Spector’ın karakterlere tam anlamıyla ruh veren kusursuz oyunculuklarını görüyoruz.

Filmin öyküsü Senegalli göçmen Aisha’nın (Anna Diop), New York’ta yaşayan bir çiftin çocuklarına bakmak için işe girmesiyle başlıyor. Aisha, işe girdiği ilk günden itibaren aile üzerinde olumlu etki bırakıyor ve güven duygusu oluşturuyor. Aile Amerikalı olmasına rağmen, Aisha ile iletişim kurmakta zorlanmıyor ve önyargılı davranmıyorlar. Aisha aynı zamanda bakıcılığını yapacağı Rose (Rose Decker) ile de duygusal bağ kurmayı başarıyor. Rose ile Aisha’nın arasındaki kuvvetli iletişim anne Amy’yi (Michelle Monaghan) de oldukça memnun ediyor. Başlangıçta her şeyin kusursuz ilerlediğine şahit oluyoruz ancak tabi ki böyle devam etmiyor.

Aisha karakterine baktığımızda, hayatı boyunca hep yalnız ve mücadele etmesi gereken bir anne olduğunu görüyoruz. Ülkesinden göç edip para kazanmak zorunda olan ve kazandığı parayla da oğlu Lamine’i yanına alıp ayrı yaşamaya son vermek isteyen Aisha, bu yolda çok fazla çalışmaya da her zaman hazır. Oğluna duyduğu büyük özlemi de filmde yer yer dramatize olarak da izliyoruz. Amerikan rüyasını gerçekleştirmek isteyen Aisha için her şey bu kadar planlı gitmiyor tabi ki…

Filmin ilerleyen sahnelerinde birtakım sorunlarla beraber var olan düzenin bozulmaya başladığına şahit oluyoruz. Aisha aileyle sıkıntılar yaşamaya başlıyor. Özellikle ödeme konusunda. Anne Amy’yi tanıdıkça aslında göründüğünün dışında mutsuz ve unutkan bir yapısı olduğunu izliyoruz. Amy, çok fazla çalışan, eve yorgun gelen depresif bir anne. Bu noktada iki kadın karakter arasındaki karşılaştırmaya odaklanmak önemli. Amy, çalışan, eşi ve çocuğuyla yaşayan, etrafında sevdiklerinin olduğu düzenli bir yaşantısı olan bir anne olmasına rağmen, depresif ve mutsuz. Aisha’ya baktığımızda ise hamileliğinden itibaren sürekli yalnız ve mücadele etmesi gereken bir anne. Oğlundan ayrı, ülkesinden ayrı. Çalışan ve ayakta durmak zorunda olan bir kadın. Bunun yanında kendi oğluyla vakit geçiremeyen, en güzel zamanlarında ondan uzakta ve çalışmak zorunda olan bir anne… Aynı zamanda kendi çocuğuyla zaman geçirebilmek için başka bir çocuğa zaman ayırması gereken, depresif olma lüksü bulunmayan bir dadı… Bu karşılaştırma filmin olay örgüsünü öyküleme tekniği anlamında daha da güçlü hale getiriyor.

Aisha’nın hayatı zamanla gördüğü halüsinasyonlar ve kabuslarla alt üst oluyor. İşte bu noktada gizem ve merak duygusunu güçlü bir şekilde yaşamaya başlıyoruz. Rose’a bakmak için evde kaldığı gecelerde bu kabuslar daha çok artıyor. Zamanla gündüz halüsinasyonlar da görmeye başlıyor. Mesela bir parkta oğlunu görmek gibi… Belirsiz, asla tam olarak göremediğimiz şeylerle sınanıyor. Bunlar dolayısıyla Rose’la tam anlamıyla ilgilenemediği anlar da oluyor. Özellikle suyla ilgili kabuslar görmeye başlıyor. Su Aisha için zamanla gizemli bir fobiye dönüşüyor.

Aisha bu sorunu çözmek için arayışlara giriyor ve güzel bir ilişki yaşadığı Malik’in (Sinqua Walls), bu  konularda bilgi sahibi olan büyükannesine danışıyor. Aisha’nın düşlerinde karşısına çıkan Anansi (Senegal folklorunda örümcek) ve Mami Wata’nın (Batı Afrika kökenli bir deniz kızı) mücadeleyi temsil ettiğini ve direnişçi olduklarını öğreniyor. Asıl sorun aslında Aisha’nın öfkesini nasıl kontrol edeceğini bilememesi ve ruhların ne demek istediğini doğru anlayamaması. Kendi kültüründen çok uzak yerde yaşaması onu bu derinlikten uzaklaştırıyor. Zamanla Rose’un anne ve babasıyla sorunlar yaşamaya başlıyor. Sınıfsal ve ırksal çatışmalardan oluşan bu sorunlar Aisha’yı giderek bir çıkmaza sokuyor, aynı zamanda kabusları ve halüsinasyonlarıyla da baş etmek zorunda olması Aisha’yı dibe çekiyor. Bu noktada aslında Nanny’de diğer korku ve gerilim türlerinde olduğu gibi somut bir şeyin peşine düşmüyoruz. Aisha’nın zihninde olup bitiyor her şey. Görünmeyen varlıkların sıkıntısını yaşıyor karakter ve bir takım mesajlar çıkarmaya çalışıyor. Ancak bunun için ruhları anlamak gerekiyor. Hatta bazen Aisha’nın nörolojik bir sıkıntısının olup olmadığını da düşünmeden edemiyoruz. Dolayısıyla zihnindeki tüm belirsizlikler finalde her şeyin yerli yerine oturmasıyla son buluyor. Filmin alt metni ölüm ve yeniden doğum. Dolayısıyla mistik bir yönü de var. Su, bir fobi olarak karşımıza çıksa da aslında bir metafor. Ölüm ve doğum çemberinin bir metaforu. Bu etkiyi en çok Aisha’yı küvetin içinde cenin pozisyonunda yatarken gördüğümüzde hissediyoruz. Aslında Aisha, ruhların ne demek istediğini tam olarak anlayabilse bütün sorunlar bitecek gibi… Çocuk olduğu için daha masum bakan Rose, bu anlamda Aisha’nın sorunlarının nedenini daha iyi anlayabiliyor.

Evet, aslında Nanny tam anlamıyla bildiğimiz korku filmlerinden değil. Gizem duygusunun ağır bastığı ve film boyunca ne olduğunu merak ettiğimiz bir anlatı yapısı var. Filmin en güçlü yanı ise sürekli bir şey olacak hissi vermesi. Film boyunca güvende olmama, endişe, gerilim, dramatize olma duygularıyla baş ediyoruz.

Filmin çekim teknikleri, kameranın açıları, çerçevenin oluşturulması bir korku-gerilim filminin tüm unsurlarını taşır nitelikte. Dramatik yapı kurulurken, doğaüstüyle çatışma güçlü bir şekilde veriliyor. Ana karakterler hem kendileriyle hem de doğaüstüyle çatışıyorlar ve bu da anlatıyı güçlendiriyor. Aynı zamanda beklenmedik olaylar ve merak öğesi de filmden bizi asla koparmıyor. Kadının mücadelesini izlediğimiz feminist izler taşıyan Nanny’de psikanalitik yaklaşımlar da oldukça fazla. Anlatı yapısı olarak öykünün verilmek istenen etkisini fazla fazla aktarıyor.

‘Öfken ya süper gücündür ya da zayıf noktan.’

Nanny’yi izleyin.

8/10

Sevgiler,

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları