Top
Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

16/11/2010

Mikrop servisi

Lokantalar, büfeler, marketler, pastaneler, yemek fabrikaları gibi iş yerlerinde çalışanların üç ayda bir “portör testi”nden geçmeleri, hastalık mikrobu taşıyıp taşımadıklarının saptanması gerekir... Portör testlerini belediye veya hükümet tabipleri yapar. Bu testlerde dışkıda, boğaz ve burunda mikrop taraması yapılır... Akciğer grafisi alınarak tetkik edilir.
Taşıyıcı olduğu saptanan kişiler geçici olarak işten uzaklaştırılır... Hastalık yayılmasını önleyici tedbirler alınır... Daha doğrusu alınması gerekir. Yasa bunu emretmektedir.
Peki iş yerlerinde bu konuda denetleme yapılıyor mu? Kim yapıyor?
Doktor Levent Yazıcılar İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne yazı yazarak gıda iş yerlerinde çalışan elemanların denetlenip denetlenmediğini soruyor...
Gelen yanıt şöyle:
“Gıda iş yerlerinin çalışanlarına portör yaptırıp yaptırmadığını denetleme yetkisi Tarım Bakanlığı’ndadır.”
Levent Yazıcılar bu defa Tarım İl Müdürlüğü’ne yazı yazarak portör testi denetlemelerini yapıp yapmadıklarını soruyor.. Cevap:
“Gıda işyerleri ve sıhhi müesseselerde yapılması zorunlu olan tetkiklerin işletmelerce yapılıp, yapılmadığının denetlemek yetkisi Sağlık Bakanlığı il ve ilçe teşkilatlarının görevleri arasında bulunmaktadır.”
Yani... Şu anda gıda iş yerlerinde çalışanların mikrop taşıyıp taşımadıklarını, hastaneden sağlık raporu alıp almadıklarını denetleyen hiç kimse yoktur...
Sağlık Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı denetleme görevini birbirinin üzerine atmakta, bu görevi kimse yerine getirmemektedir.
Afiyetle sunulur...

Dikiz aynası...
Readers Digest dergisi son sayısında pilotlardan itiraflar yayımlamış... Okurken kimi meraklarınızı da gideriyorsunuz... Mesela hostesler neden inişlerde camların açık tutulmasını isterler? Çünkü uçuş ekibinin acil durum halinde dışarıyı görmesi gerekir...vs...
Uçaklarda kimsenin aklına gelmeyecek bir garipliğe bizzat şahit olmuşuzdur.
Birkaç yıl önce bir Almanya gezisinde pilotlar şıklık yaptılar, yolculuk sırasında bizi kokpite davet ettiler. Sohbet ettik, biraz yerdeki, biraz gökteki olaylardan konuştuk. Uçağın inişini merak ediyorduk. O sırada Frankfurt Havaalanı’na yaklaştık, pilot bize bir ayrıcalık yaptı:
- Madem inişi görmek istiyorsunuz kalın kokpitte, dedi.
Önümüzde bir uçak vardı. Onun da önünde bir başka uçak. Mesafeyi koruyarak ilerliyorduk. Uçaklar birbirine 6 milden fazla yaklaşmazmış. İnişe geçtik. Piste yaklaştıkça irtifayı yüksek sesle 50, 40, 30, 20, 10 diye bildirerek pilotu uyaran bir mekanizma vardı ki, heyecanı doruğa taşıyor. Piste inildi. Birtakım karmaşık yollardan sağa sola dönerek körüğe ilerlemeye başladık. Başpilot bir ara ikinci pilota sordu:
- Bak bakalım arkamızdan gelen var mı?
İkinci pilot cama eğilip kafasını arkaya çevirerek gelip giden olup olmadığını kontrol etti... Arka serbest, dedi.
- Kaptan, dedik, uçaklarda dikiz aynası yok mudur?
- Yoktur, dedi...
Uçak trilyonluk cihazlarla donatılmış... Uçan sineği bile görüyor ama.. Arkasını görmüyor. Kuyruk kısmında olup bitenlerden pilotun haberi yok. İkinci pilot kamyon muavini gibi arkayı dikizleyerek rapor veriyor. Komik göründü bize...

Manevra
İngiltere’nin AB’den sorumlu bakanı Davit Lidington, Türkiye’nin AB üyeliğinin destekçisi olacaklarını söylemiş.
Haber Hürriyet’te manşet oldu.
Gazete İngiliz Bakan’a inanmış olmalı ki, herhangi bir karşı görüş almadan sözleri aynen manşete taşımıştı.
İngiliz Bakan doğru söylüyor mu?
Yoksa ikili mi oynuyor?
Tabii ikincisi...
Biliyorsunuz AB Kıbrıs yüzünden 8 başlığı askıya aldı.
Bu kararın haklı yanları olabilir.
Ancak 8 başlığa ek olarak Fransa da 5 başlığı askıya aldı ki...
Fransa’nın bu tutumunun ne haklı ne mantıklı hiçbir yanı yok.
Fransa bu başlıkları Türkiye’nin AB üyeliğine engel olmak için askıya aldığını da zaten açıkça söylüyor.
Peki Fransa’nın bu engelleyici tutumuna karşı İngiltere ne yaptı?
Hiçbir şey... Fransa’nın kararına karşı çıktığını bugüne kadar duymadık.
O yüzden.. Türkiye’nin AB sürecini destekliyoruz lafı laf olmaktan öte gidemiyor.

Gölet
Diyarbakır’da taş ocaklarından arta kalan ve gölete dönüşen çukura iki çocuk düşüp ölüyor...
Aynı gün Şanlıurfa’da bir başka olayda rögar kapağı açık çukura düşen çocuğun öldüğü bildiriliyor.
Böyle olaylar sık sık tekrarlanıyor.
Ölümlü olaylardan sonra suçlu aranıyor... Peki bulunursa ne oluyor? Hiç... Sorumlular bir biçimde yakayı sıyırıyor. Olan acılar içine düşen aileye oluyor...
Ancak burada sorumlular yalnızca sorumsuz müteahhitler mi?
Öyledir diyemeyiz... Batıda bir vatandaş açık bir kuyu, hendek, çocukların düşebileceği bir çukur, gölet vs. görürse ilgili makamları uyarır. Kapatılmasını ister. O çukurun bir kazaya sebebiyet verip veremeyeceği zaten ilk bakışta görülür. Uygar vatandaş yolda bir taş görürse gider alır yolun kenarına koyar.
Bizde ise “nemelazım”cılık, “adam sende”cilik ağır basar. Çukur varsa kapatmak devletin işidir. Kimse bunu vazife edinmez. Kimse kimseyi uyarmaz. Kaza geliyorum der, kimse umarsamaz... Sonra oturur ağlarız... Boşuna ağlarız...

Apo, “Silahlı mücadelenin miadı dolmuştur” diyen Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’i fırçalamış.
Demek ki Osman’ın miadı doldu!
Fahrettin Fidan

Pek çok şeyde olduğu gibi futbolumuzda da değişim ve dönüşüm yaşanıyor... Baksanıza, üç büyükler
üç “ortanca” oldu...
Haldun Ertem

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları